Yugoslavya, parçalanmadan önce, altı federe cumhuriyetten oluşmaktaydı. Bu cumhuriyetler içinde, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ, esas olarak, yaklaşık 600 yıl Osmanlı hakimiyetinde yaşamışlardır. Bunların nüfusu, ağırlıklı olarak Ortodoks mezhebindendir ve kirilik alfabesi kullanmaktadırlar.
Geriye kalan cumhuriyetlerden, Hırvatistan ve Slovenya ise esas olarak Avusturya-Macaristan imparatorluğu'nun egemenliği altında yaşamış olmalarına karşın, özellikle Hırvatistan, Osmanlı ile uzun yıllar süren komşuluk ilişkileri içinde bulunmuştur. Hırvatistan ve Slovenya'nın nüfusu, çoğunlukla katolik mezhebine mensuptur ve latin alfabesi kullanmaktadırlar. Bunların dışında kalan, Kosova ve Voyvodine özerk bölge statüsüne sahipti ve Sırbistan sınırları içinde yer almaktaydı.
Böylesine karmaşık bir yapıya sahip yugoslavya, örneğinin görülemeyeceği bir uyum içindeydi. halkların kardeşçe yaşaması sloganının bir ıspatıydı yugoslavya. içinde barındırdığı her topluluğa geniş kültürel ve sosyal haklar tanınmıştı, her topluluğun kendi eğitim ve kültür kurumları, tiyatroları, basın yayın organları vardı. fakat bütün bunlar yugoslavyanın insanlık facialarından uzak kalmasına yeterli olamadı.
yugoslavya, 1945 yılında nazilere karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesiyle kuruldu. doğu avrupadaki diğer sosyalist devletlerin aksine, yugoslavya sovyetlere sığınmadan, tito'nun öncülüğünde gerçekleştirilen bir bağımsızlık mücadelesini kazandı. bu bakımdan mustafa kemal'in bağımsızlık mücadelesine benzerdir.
Yugoslavya'nın uluslararası sermayeye açılması, demokratikleşme sürecine gölge düşüren ve giderek sözde kalmasına neden olan, en önemli faktörü oluşturmuştur. Bu durum, Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde bir yandan, çok partili yaşama girerken, diğer yandan da Batı sermayesine kapılarını açmasına veya Rusların glasnost(şeffaflık) ile Perestroykayı bir arada gerçekleştirme iddialarına benzeyen sonuçlar doğurmuştur.
Yugoslavya'yı uluslararası sermayenin etki alanına sokan koşullar, bu yüzden doğan sorunların çözümünde de başlıca etki kaynağını oluşturmuşlardır. Esasen, henüz Tito ölmeden üst kademe yönetiminde başlayan yeni kadro oluşumu, Tito'nun ölümünden sonra güç dengesinin, belirgin bir biçimde uluslararası sermaye odaklarının - bu arada IMF'nin - tercihlerine uygun politikalar doğrultusuna kaymasıyla sonuçlanmış gibi görünmektedir.
Özellikle, 1970'te başlayan, 1973'ten bu yana ağırlaşarak devam eden genel dünya bunalımının Yugoslavya'yı da etki alanı içine alan sonuçları, Tito sonrası dönemde belirgin bir biçimde ağırlaşmış bulunmaktadır. Bu gelişmeler, OECD raporlarında yer alan verilere dayanılarak şöyle özetlenebilir: Batı'da başlayan "tüketici devrimi" patlamasının Yugoslavya'yı da etki alanı içine almasıyla 1970' te başlayan iç enflasyonist baskılar, 1979'da petrol fiyatlarındaki hızlı artışın ve dünya ekonomik bunalımının kamçılamasıyla artmış bulunuyordu. Dış ticaret açığı büyümekteydi.
Bu gelişmelerin sonucunda, IMF patentli istikrar önlemleri 1980'de sokulmuş ve 1981'de ağırlaştırılmıştır.
Yugoslavya'nın parçalanmasıyla sonuçlanan kaosun ve vahşetin, geçmişten miras kalan düşmanlıklarla ve halkların barbarlık eğilimleriyle açıklanması inandırıcı bir temelden yoksundur. yugoslavyanın bölünmesi hükümete kredi veren kuruluşlar tarafından dayatılan yapılandırma programının bir sonucudur.
evet tahmin de ettiğiniz gibi imf nin girdiği hiç bir ülkenin sonu hayırlı olmamıştır ve yugoslavya da imf ile imzalanan anlaşma gereği alt federe devletlere merkezi hükümetin verdiği ödeneklere önce kısıtlamalar getirmiş, daha sonra da tamamen kaldırmıştır. tabi ki bunlar ayrılma süreci hızının maksimum düzeye çıkmasında birinci dereceden rol oynamıştır. artı olarak almanların belgrad yönetimini kendi boyunduruğu altina sokmaya çalışmaları tuzu biberi olmuştur ayrılma döneminin.
ayrılma süreci 1989 da çıkarılan işletme yasası ile birleşik temel emek örgütlerinin dağıtılmasını öngörmesinin ardından işçilerin iş ve sosyal güvenliklerinin tümüyle ortadan kaldırılmasıyla başlamışır diyebiliriz.
tabi sonrası malum, katliamlar peşi sıra geldi, akabinde olaya kan emici nato'nun dahil olmasıyla emperyalist dünya, sosyalizmin kalelerinden birini daha yıkmayı başarmış oldu.
bir de atilla ilhanı'ın verdiği örnekle bitirelim:
yugoslavyanın parçalanma sürecinde halkın kültür emperyalizmine bağlı olarak yozlaştırılmasının önemine değinmiştir atilla ilhan. bunun gerçekleştirilmesi için cia ajanları, raporlarında en etkili yöntemin tv nin renkli dünyası olduğunu bildirmişlerdir. ve düğmeye basılmasıyla birlikte, denilebilir ki parçalanma sürecinin ilk adımı evlere tv nin sokulmasıyla gerçekleşmiştir. eski bir ispanya kralının söylevine de benzer bu yöntem: biz halkı arenalarda uyuttuk. kral yaptığı katliamları gizlemek için halkı boğa güreşleri festivallerine yönlendirip gereksiz işlerle uğraşmalarını sağlamıştır. günümüzde de nedir efenim bu arene ? evet tv dir.
yugoslavya tarihiyle türkiye tarihinin birbirinden ayrı, hic benzemeyen tarihler olduğunu sanırım söyleyemeyiz.
içindeki etnik yapıdan, tito'nun mustafa kemal vari, halkını örgütlemesiyle 1945'te nazilere karşı yürüttüğü baımsızlık savaşıyla kurulmasından, ülkenin adım adım pazar ekonomisine ve yabancı sermayeye açılmasından, imf'nin köpeği haline getirilmesinden ve kültür emperyalizminin yaygınlaştırılmasından bahsetmek gerekirse, evet çok benziyoruz.
güncel konudur. olabilir tabi neden olmasın. burası türkiye yok öyle diyebilmemize bağlıdır. ne yazık ki diyen de yoktur. oy uğruna aile planlaması politikası yapılamayan bir ülkeden bahsediyoruz. yıllarca o ırkçı soruları sorduk birbirimize, alevi misin, çerkez misin, laz mısın diye. sora sora ölüyü dirilttiniz, olmayacağı oldurttunuz, aferin size.