türkiye nin bölgesinde ne kadar vazgeçilmez ve olmassa olmaz bir ülke olmasının farkına varması olayıdır. ister kabul edin ister etmeyin ama türkiye son yıllarda eskiden yapmadığı veya bir şekilde yapamadığı çıkışları yapmaktadır. bir şekilde abd nin türkiye üzerinden ırak a geçiş teskeresi meclisden geçmemiş, türkiye israil i devlet terörü yapmakla suçlamış ve yetmezmiş gibi israille dalga geçermişcesine hamas iktidara gelince onu tanıyan ve ilişki kuran tek dünya devleti olmuşdur. iran ile doğalgaz anlaşması yapmış ve yoğun baskılar sonunda bile bu anlaşmadan vazgeçmemişdir. israil uçakları suriye yi bombalayıp yakıt tanklarını türkiye ye bırakınca ali babacan israilden bu konuyla ilgili mantıklı bir açıklama bekliyoruz demişdir. inanın dünya üzerinde hiç bir devlet israile sizden mantıklı bir açıklama bekliyoruz diyemez dese bile alacağı cevap türkiye ye verilenden çok farklı olur. son olarak erdoğan ın abd ye sarf ettiği sözler kimsenin beklemediği açıklamalardı ve çok sertti. evet bu sürecin içinde kafamıza çuval geçirdikleride olmuşdur ama sanki artık türkiye artık eskisi gibi pasif değildir ve yazılan senaryolara uyan ülke görünümünden kurtulup yavaş yavaş kendi senaryolarını oluşturan ülke görünümünü vermektedir. elbette bu birden olmayacakdır ama bi şeylerin olduğuda açıkdır.
aslında bu gelişmelerin temeli 1998 yılına dayanır. türkiye o zaman artık nato nun işlevini tamamladığını ve soğuk savaş sonrası dünya dengelerinin değişdiğini görmüş ve buna göre kendini konumlandırma çabasına girmişdir. elbette 1950 li yıllardan beri abd nin yörüngesinde olan türkiye için bu yörüngeden kurtulmak çok kolay olmayacaktır ve bugün hala bunun sancılarını çekmekteyiz. 1998 yılında türkiye dönemin genel kurmay başkanı hüseyin kıvrıkoğlu öncülüğünde aktif caydırıcılık konseptini geliştirdi ve bunu uygulamaya başladı. kıvrıkoğlu abd karşıtı politkalar izliyordu ve 4 yıllık örev süreci boyunca abd ye hç gitmedi. bugün ise hala türkiye nin bu konsepti uygulamak ile uygulamamak arasında kaldığını görüyoruz. eğer türkiye bu konsepti uygularsa ve bölgesinde bağımsız ve güçlü bir ülke olarak hareket ederse bazı şeylerin lafta kalmayacağını görücez. geçen sene mit müsteşarı emre taner in yaptığı açıklama şöyle idi 'türkiye kabuğunu kırmalı ve bölgesinde bekle gör ve tavır al taktiğini bırakıp aktif rol oynamalıdır' dı.
Türkiye'nin gücü ilk yazıda belirtildiği kronolojik sırada anlaşılmıştır.Bu doğrudur.Türkiye'nin bu gücünün bir de sebepleri vardır.Mesela Türkiye stratejik önemi olan bir bölge üzerindedir.Ayrıca Asya kıtasında Avrupa'ya yakın tek devlettir.Düzenli bir ordusunun yanı sıra gelişmeye yatkın bir altyapısı vardır.Türkiye'nin tek eksiği zamanın gerisinde kalmasıdır.ABD yanlısı bir politikadan kurtulmak biraz geç kalınmış bir eylemdir.Ayrıca Türkiye'nin ekonomik gücünün gerilemesinde birçok hata vardır.Örneğin Türkiye 1950'li yıllarda tarımda zirvedeyken ABD'den aldığı yardımla tarım makineleri işçilerin yerine geçmiştir.Bu da işsizliği arttırmıştır.Tarımda daha hızlı üretim yapılırken daha az iş verilmiştir.Bu 1980'li yılların başına dek böyle gelmiştir.Sonra köyden kente göçler olmuştur.istanbul'da vasıfsız işçi sayısı artınca işsizlik patlaması yaşanmıştır.Bunun haricinde yeni çıkarılan yasalarla döviz serbestleştirilmiş ve ithalatın köklenmesiyle ihracat çökertilmiştir.Bugün bütün bu olumsuzluklar devam etmektedir.Fakat Türkiye en azından Misak-ı Milli sınırlarını korumak için oldukça ciddi bir tavır almıştır ve bu tavrı da en çok TSK'ya borçludur.
dış politikada güçten bahsedecek olursak, ekonomik, coğrafi, siyasi, askeri ve beşeri güçlerin birbirine yakın değerlerde seyretmesi durumunda ortalama bir gücün varolup olmadığı konusunda fikir yürütebiliriz.
türkiye için mevcut durum, sözkonusu güçlerin orantısızlığıdır. örneğin, askeri gücümüz dünya ortalamasının oldukça üzerinde hatta ilk sıralarda olmasına karşın ekonomik ve beşeri güç ayaklar altındadır. siyasi gücümüz, hadi var diyelim o da mevcut durumu idare etmeye yöneliktir, şöyle ki:
türk dış politikası'na göre, bölgesel veya küresel hiç farketmez, bizi ilgilendirmeyen sorunlara türkiye zinhar bulaştırılmamalıdır. şayet sorunlar doğrudan bizi ilgilendiriyorsa bu durumda da yapılacak en doğru şey sorunların kendiliğinden çözümlenmesini beklemektir.
işte bu noktada türk dış politikası dediğimiz şey, elimizde bulunan askeri ve coğrafi avantajlarla, ekonomik ve beşeri yetersizlikleri dengelemeye yönelik alicengiz oyunlarının toplamıdır. yani türkiye her ne kadar ortadoğu, kafkasya ve balkanların göbeğinde, dort nala gelip uzak asya'dan akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan topraklarda yer alsa da, fert başına 4000 dolar düzeyinde milli gelir, ithalatta beşte bir oranında abd bağımlığı sebebiyle, alicengiz oyunlarıyla durumu idare etmek memleketin selameti için en doğru olandır.
biz yine de son günlerde yaşanan gelişmeleri, türkiye'nin gerçekten güçlenmesinden dolayı titreyip silkelenmesine yoralım ve kerkük yumurtalık, bakü - tiflis - ceyhan, mavi akım, iran - türkiye doğalgaz hattı'nın tamamlanmasını bekleyelim de, bu başlık yine de bana fena halde ecevit'i hatırlattı. acaba rahmetli de zamanında türkiye'nin gücünün farkına mı varmıştı yahu?
ayrı bir ülke kuracak miktardaki dış borcumuzla, borçu olduğumuz ülkelere savaş açarak göstereceğimiz çakma gücün ortaya çıkmasıymış...
(bkz: ilahi orhan)
mazide kaldığını düşünmeye başladım. çanakkalede destan yazarın torunlarıyız ama* 30 küsur yıldır pkkyı bitiremeyen devletin başka bir ülkeyle savaştığında düşeceği durum beni bayağa endişelendiriyor. gücünün bir an evvel farkına varıp bu illeti bitirmesi dileğiyle...