turkiye de sanat ve siyaset iliskisi

entry7 galeri0
    1.
  1. dünya ölçeğinde incelendiğinde ve mukayese edildiğinde, sanatın siyasal erkle/statükoyla daha içli dışlı, daha al gülüm ver gülüm yavşaklığında ve ortak çıkarları kollayıcı bir aslansınkaplansıncı tavra eğilimli olduğu maalesef ki aşikar olan ilişkidir. elbette bunu bir sebebe dayandıracağız ama daha anlaşılır olması içün birkaç yere uğramamız gerekiyor.

    düşünsel tarihi yaratan ve birikim kazanmasını sağlayan filozoflar sorgulamalarını ve fikirlerini, -her ne kadar siyaset felsefesi ve devlet felsefesi sözkonusu olunca ağırlıklı olarak akademik üslup tercih etmeye mecbur kalmış olsalar da- dönemlerine ve bugüne damgasını vurmuş olan ayn rand gibi, jean paul sartre gibi romanlaştırıp, platon gibi hikayeleştirip, nietzsche gibi yine hikayeleştirip ya da şiirleştirip, hepsini kapsayacak şekilde ifade etmek gerekirse metaforik, bol telmihli aforizmaları ile yollarını bir şekilde sanattan geçirerek ifade etmişlerdir. dolayısıyla ideal devlet tipi arayışı içindeyken siyasetin "temel" olgularını var eden filozofları da birer sanatçı olarak değerlendirmek mümkün.

    türkiye'de ise şartlar sebebiyle durum daha farklı. türkiye'nin bir kanaat önderi oluşturma sıkıntısı, bununla birlikte ve bundan ziyade toplumun bir kanaat önderi olarak muhatabını gerçek entelektüellerden seçmemesi son tahlilde yoz bir sanat-siyaset ilişkisi doğurdu.

    ve pek tabii burada tek nedenin halkın seçimleri olarak görülmesi yüzeyselliğe tekabül eder, derinine inmek gerekir. efendim şöyle ki, sanayi devrimini gerçekleştirememiş bir osmanlı'nın ardılı olarak, devrimi geç kalmış bir türkiye toplumunun; sanayi toplumu olmayı sindirmeden tüketim toplumuna evrilmiş olması, kapitalizmin yoz ve çirkin bir modeli haline gelmesine sebebiyet verdi. ve bürokrasinin her yerde ağırlığını hissettirdiği ülkemizde, siyasi odaklar yine çıkar ilişkisi içerisinde olduğu medya organları aracılığıyla sırf eğlence merkezli ve halkı uyuşturmaya yönelik bir sanatçı profili oluşturdu. [aha yeminle geçenlerde şöyle bi şarkı duydum, eve gelip sözlerini arattım, küçük ibo'nunmuş, bu mu lan sanat?

    gözüme mi inanayım sana mı?
    aşkıma mı yanayım bana mı?
    bu yaptıgın insanlıga sıgar mı?
    ben seni dün başkasıyla gördüm.(aha bu mısra beni benden aldı, hani lan kafiye?)

    işin ilginç tarafı, halk tüketime motive olması sebebiyle beklentilerinin tam karşılığı olan bu sanatçılara o kadar saygı duyar oldu ki statükonun bekçiliğine soyunan partileri sırf bürokratik ve medyatik engellerle karşılaşmamak adına yıkayıp yağlamalarını da ciddiye alıp tartışır oldu. yani abi,

    elmayııı alan biilir (oo yoy)
    şeftaaliyi satan biilir (ooy oy)
    güzel kızın kıymeetinii (oy oy)
    kimsesiiiz kalaan biilir (ooy oy)

    baaahçeeevan geldii..
    baahçeevan.. elleerr(bunu dedikten sonra sağ kolu kaldır, götü kıvırmaya başla)

    gibi bir sekansın başrol oyuncusu karı ya da adam, halkın önemli bir kısmının fikirlerinin değişmesine ya da halihazırdakinin stabilize olmasına neden olabiliyor.

    ha kendi siyasi görüşüyle örtüşen halk kitlelerine ulaşan sanatçılar yok değil(sanatın her alanında). fakat türk toplumunun kronik rahatsızlığı; türk'ün türk'e, müslümanın müslümana, devrimcinin devrimciye propagandası, işin yer altından yürümesine yani bunun doğal bir sonucu olarakta(hah bilerek böyle yazdım baba, konudan bağımsız ilgimi çeken bi noktaya değinmek istedim çünkü. lan bu bağlaç de'leri ayıramayanlar çok enteresan bir şekilde "ünsüz benzeşmesi" kuralını hiç atlamıyor, bunu nasıl bu kadar iyi öğrendiler bilmiyorum, altında ister istemez sebep arıyorum. ne bileyim abi, acaba sapık bi ilkokul öğretmeni falan mı diyorum

    - la kimsiiiiin..
    - ebeb.. ııı.. ee.. ama.. ama siz aradınız?
    - la kimsiiiiiin.. macit'i veeer..
    - be.. be.. benim?
    - macit merhaba çocuğum, ben öğretmenin mehmet celal tanzimsatış. verdiğim ödevi yaptın mı, iyi çalıştın mı çocuğum?
    - evet öğretmenim.
    - hadi bakalım o zaman.
    - eee.. fıstıkçı şahap..
    - hohhh... bi daha bi daha çabuk..
    - eee.. fıstıkçı şahap?
    - hhhh.. taşaklarıma doğru taşaklarıma doğru..
    - ha? ııı.. anlamadım öğretmenim..
    - bi dahaa!
    - ühü.. fıfı.. fıfıstıkçı şahap..
    - hhhh.. hhevett.. yarın okula velinle gel eşşoğlueşşek!
    *çat*] kısıtlı ve -varsa- ekstra meraklı kitlelere ulaşmasına neden oluyor(lan parantezin içini çok uzun tutmuşum, asıl cümle siki tuttu).

    fakat mizahi sanat öğeleri, hepsinden farklı bir yerde duruyor. çünkü mizah; bozuk, çarpık olanla, dikkat çekici derecede normal olanla ve statükoyla kavgalıdır ve hitap ettiği taban tüm türlerden daha geniştir. bugün iktidarla kavga eden ve ağırlıklı olarak solun çeşitli fraksiyonlarına dahil olan mizahçılar, bu noktada diyalektik gelişimin başlıca unsurunun (yozlaşmamış yeni bir modeli öngörenin iktidardakilerce ezilmesi) baş kahramanı oluyor. yani bugün yerden yere vurulan mizahçının statükoya başkaldırısı o denli samimidir ki, stalinesk pratik gibi yozlaşmış bir sosyalist toplumda bir sonraki aşamayı, yani komünizmi savunacak, diyalektik materyalist tarih yine mizah sanatçısını ezilen hanesine yazacaktır.

    yani baba bu kadar laf ettik de sözün özü şu, türkiye'de göz önündeki sanatçılarla(ya da sanatçı diye bize kakalananlarla) devletin yozlaşmış unsurlarının pis bir bağı var, biz de halk olarak mel mel izliyoruz, ne sanatta samimiyet var, ne politikada diyorum, sen ne dersin diyorum.

    tabii dilersen özal'dan sonra gücünü hissettiğim tek başbakan'ı ya da seda sayan'ın dudaklarının silikon olup olmadığını da tartışabiliriz.
    29 ...
  2. 2.
  3. 3.
  4. al takke ver külahçılıkta dünyadaki emsallerinin eline verecek kadar sıkı fıkı bir ilişkidir.
    sanat dediğimiz olgu "canım sıkılıyo anuna goyim" diyen insanın ruhunu doyurma amacıyla yaptığı ilk işle başlar, zaman içerisinde farklı formlarda gelişir. yani yaşadığı ana öznel bir zevk katmak isteyen insandan yaşadığı dünyayı değiştirmek, yolunda gitmeyeni eleştirmek isteyen insana doğru ilerler. siyasetle teması da bu noktada başlar. yüzyıllararası shuffle artist modunda örnekler vermek gerekirse; sophokles devlete başkaldırır, Dostoyevski artık boka sarmış rus çarlığını ve yozlaşan toplumu tefe koyup çalar, bertolt brecht oyunlarında hitler'i tavşanoğlanına çevirir, picasso Guernica tablosuyla savaş karşıtı sanat üretimininin sembolü olur falan feşmekan...

    evrensel boyutuyla siyaseti gıdıklayan sanat; toplumdaki yanlışa yönelişin hicvedildiği, irdelendiği, çuvaldızın kanırta kanırta saplanarak gerçeklerin neşredildiği bir mecradır. v for vendetta filminde bi cümle vardı; siyasiler gerçeği örtmek, sanatçılar ise gerçeği göstermek için yalan söyler diye. o misal işte.

    gelelim türkiye'ye

    bi kere açık konuşalım üstadım.. türkiye'de siyasi erki eleştirmek göt ister, göt ile yetinmez pipi de ister ki işkence esnasında ucundan elektrik verilebilsin. sen siyasetçiyi ve onun angut uygulamalarını eleştirirsen, hele bir de bunu sanat yoluyla yaparsan mapus damında çay içe içe sararan dişlerinle beraber düşüncelerin de çürür gider.. sahnede oyun esnasında tutuklanan tiyatrocu, çizdiği karikatür yüzünden dava edilen karikatürist sana ibret olsun.
    özetle canımıniçi ben sana şunu söyleyim, ben bir michael moore olucam, sean penn, bono gibi muhalif sanatçılığın dibine vurucam falan sökmez bu topraklarda.. en fazla yılan hikayesi bittikten sonra jöle kullanmayı bırakıp a takımında muhabirlik yaptığı yıllardan aklında kalanlarla aktivist takılan mehmet ali alabora gibi küreselleşme karşıtı eylemlere katılır hayranlarına iki imza dağıtırsın.

    fuzuli'nin "selam verdim rüşvet degil deyu almadılar" sözünden bu yana siyasette değişen pek bişey yok. sanat yönünden bakar isek baskı, şiddet ve sansürle sindirilen sanatçılar haricindekilere göz atmak için çerçeveden içeriye kafamızı sokup nöluyor lan burda dediğimizde kendi siyasal görüşüne göre öğrencilerine necip fazıl ya da nazım hikmet'ten başkasını okutmayan üniversite hocalarından, parti mitinglerinde halk bedava dağıtılan döneri yerken türkü söyleyen milletvekili adayı türkücülere, plan yapmayın plan diyenlerden, yeni bir benzin istasyonu açabilmek için başbakanın önünde köçeklik yapana kadar baya kalabalık bir sanat-siyaset ahbab çavuşluğu işleyişi görürüz.
    sanat sanat içindir diyen bi abi var köprü altında 5ytl'ye 10 dakikada portreni çiziyor. sanat toplum içindir diyeni de içeri tıktık.
    koy götüne rahvan gitsin.
    4 ...
  5. 4.
  6. tıpkı dünyada ölçeğinde ve tarih boyunca varolagelen bir ilişkinin Türkiye'deki özgün biçimidir. Sanat tarihçileri, sanat felsefecileri, siyaset bilimciler, siyaset felsefecileri kadar belki de onlardan daha çok eğilmesi gerekenler estetikçilerdir. Ancak estetik bilimi Türkiye için henüz çok yeni bir alandır. Afşar Timuçin'den aktaracak olursak, ideolijisizlik de bir ideoloji olduğuna göre ideolojisiz bir sanat yoktur. daha anlaşılır anlatmaya çalışalım, bakkaldan ekmek alış biçimimiz bile siyasi bir eğilimi taşır. daha da temele inersek insanın karnını doyurma azmidir daha çok siyaset. bu yönüyle sanatın da siyasetten apayrı bir yerde durmasını temenni edenler olabilir ama bu güneşin batıdan doğmasını istemek gibidir. sanat ve hayat içiçe olduğu müddetçe siyasetle de ilişki halindedir.
    1 ...
  7. 5.
  8. türkiye cumhuriyeti gibi kullar ve sultanlar zagonunun kabuk değiştirerek de olsa her daim yürüdüğü bir diyarda ne yazık ki sanat siyasetten kopuk olamamaktadir.

    deha kırıntısı tasimayan aslında zenaatci olan seri üretimcilerin sanatci diye ortaya salınmalari ve eserlerinin tek basına bir halta yaramamasindan dolayi ister istemez gerek muhalefet gerekse iktidar tarafindan desteklenmeye ihtiyaç duyarlar.

    bu son derece normal durumdur. çünkü ofursaizda pofursaniz da nayir nolamaz deseniz de biz roma-bizans-osmanlı kültürüyle yasiyor ve onlardan miras kalan reflekslerle idame ediyoruz.

    mesela roma devr-i devraninda sair, müzisyen ve bil cümle sanatci kişiler iktidar sahiplerinin yanlarinda dururlardi. onlarin yurttaslik görevlerini iktifa ederken, hamam sefalarinda, ziyafet sofralarinda egzantirik bir kuş gibi süslerler ve efendilerine yağlar cekerlerdi. bunun karsiliğinda aylik alirlar hatta sölen sonunda diş kirasi denilen karsiliklar alirlardi.

    elbette sanatci önce yasamak zorundadir ve bu fevkalade normal bir durumdur. ama bir eser ortaya koymadan koyamadan koyani ise celmelemek gayet götçe bir tutumdur.

    ülkemizde 1970'ler de görsel sanatsal açisindan tam anlamiyla göte geldiğini sağir sultan bile bilmektedir. mesela o dönemlerde sex filmi furyasinin patlak verdiğini bu yuzden sinemanin çöktügü bilenler bilir.

    ama neden, niçin derken efendim televizyon cikti söyle oldu böyle oldu falan filan derler.

    bendeniz kendi arastirmalarima göre söyle bir sonuca ulaştim.

    o dönemler evet kesinlikle sinema kezbanin kerhanesine dönmüştür. fakat oyuncu kişilerin ekmek paralarini kazanmalari gerekmektedir.

    ama ne yazık ki ya bizdensin ya değilsincilik yapan pek muhterem sol cenah kişiler muhtesem işler bile yapsalar gaddarca eleştirmekteler hatta maşak gecip bir avuc seyircinin aklını celip o tiyatroyu seyircisizliğe mahkum etmektedirler.

    mesela vefatina ahlar vahlar edilen asuman arslan kendi basina bir kaç ahbabi ile üsküdarda tiyatro kurmus ama siyasi görüsü uymadiği için bazi odaklara acimasizca eleştirilmiş hatta oyunu için 'bu oyunu seyredeceğinize camdan disariyi seyredin daha iyi' diye temelsiz kelamlar yazilmiştir.

    sonuc olarak zaten can cekisen iki üflemeyle ayakta kalan tiyAtro ne yazık ki gümlemiştir.

    zaten devlet tiayrosu gökcer hanedaninin zagonunda oldugundan pek birşey beklemeyiniz.

    destekledikleri tiyatrolar ise dostlar tiyatrosu, ankara sanat tiyatrosu ve ayni frekansta olmadiklari için ve o zamanlar büyük basari kazanan nejat uygur tiyatrosuydu ki ona artik el mecbur göt gardiyandi. ama ankara sanat tiyatrosu aziz nesin'in bir takım azizlikler adli oyununu sergilediği için kara listeye girmişti. garip olan bu kişiler ve zihniyet maliki kişiler aziz nesin vefat ettikten sonra onun söylemlerini en cok kullanan kişiler olmalaridir.

    iktidarlarin rengi yoktur cünkü bir cazibeleri yoktur. ama muhalefetin bir cazibesi vardir. cünkü iktidar sahipleri agizlariyla kuş tutsalar, demokrasi rejimlerinde her daim eleştirirler.

    ama muhalefetin böyle bir sıkıntısı yoktur. onlar varolan atraksiyonlari merceklendirip sadece tenkit etseler de olur. bu son derece basit bir eylemdir. fazla zekaya gerek yoktur.

    biraz sloganist biraz şakşakcilik yaptin mi olur biter gecer gider.

    30 kişi buldun mu yaptiğin zenaata sanat dedirtecek o zenaatin sanat olur.

    cünkü günümüz ilüzyon, yutturma kaydirma cağidir.

    eserlerdense sahsiyetler ön plana cikar. sahsiyetlerin kendilerinin kanitladiktan sonra pek birşey yapmalarina gerek yoktur. kendilerini aşmalarina ise hiç gerek yoktur. cünkü sadece isimleri bile yeter de artar bile.

    mesela 1993 yapı kredi bankasi reklamina cikan kaan girgin senelerce bunun ekmeğini fazlasiyla yemiştir ve daha fazla birşey yapmasina gerek yoktur.

    üzlürek diyebilirim ki sanatla siyasetin bu kadar içiçe gectiği diyarlarda ne yazik ki sanat yapilmaz. yapilsa yaplsa anca progabanda yapilir ve geleceğe bir avuç tuvalet kağidindan baska birşey kalmaz.

    bu suretle birşeylere karşı olmanin fikir oldugunu zanneden andavallara burdan selam ederim, karsi cikmanin bir işe yaramayacağini karsi cikan seyin alternatifi olmadan havanda su dövmek oldugunu belirtirim.

    bize ögretilen her söze kandik
    'yasaktır' 'memnudur' dendi, inandik
    hep 'girilmez' levhasina aldandık
    bu tutulan, yanlış yol gelir bize *
    2 ...
  9. 6.
  10. gelişmiş ülkelerde sanat siyaseti yönetir, türkiye'de ise siyaset, sanatı.
    0 ...
  11. 7.
  12. yakın geçmişte hipopotamlar cennetini boylayan osman yağmurdereli bu ilişkiye en güzel örnektir. "vay be nereden nereye" derdirtir insana.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük