"şöyle deyince daha çok yaklaşıyorum o'nun şiirine: turgut uyar özellikle son yıllarda büyük bir şiirin ortasını yazıyor. büyük bir gövdedir bu şiiri. kımıldadıkça kendine benzer gövdeler hazırlar, çoğaltır... o'nu şiirimizin on sırasına getiren bir başka özellik de görüntü kavramına kattığı yeni olanaklardır. çok boyutlu ve gerçeğin asalağı olmayan görüntülerle çalışır... düzyazıdan korkmaz, ondan şiir devşirir boyuna. bu arada konuşma diline yeni kullanma değerleri getirir, uçları eski şairlerin kıyılarına vuran 'parodi'ler kurar."
"Dün müydü, yüzyıllar mı geçti, bilmiyorum ki
Bir yaz sonuydu yalnız denizi sıyırıp geçtik tek votka içtik varmadan Aşiyan'a
Konuşmadık hiç, nedense hiç konuşmadık
Az sonra kalkıp gitti o
Kalakaldım ben oracıkta
Kapadım gözlerimi ardından gene birlikte olduk
- Garson! bize iki tek votka daha."
Kimsede görmediğim bir şiir
yüzü al ve akşamı aşıyor
Eski bir tanrı gibi kendi dininde
Uzun süren bir dönemi düşlüyor olmalı
içindeki bir içkinin sıcaklığında
Suskunluğu bir başkaldırı olmalı
Elleri ayakları sinemalara bulaşmış
Romanlara bulaşmış
Genel helalara bulaşmış
Dağları iyi bilmediğinden
Denizleri anımsamış olmalı
Gözleri o yüzden çırpıntılı
Kara başlıklı geçmiş,
Sonsuz gelecek
Şimdi burda vakit gece ya
Bir yerlerde ey gözleri maden
Gündüz olmalı
Taşın içinde bir gündüz
Demirin, ağacın.
sen!
evet evet sen!
"her iki adımda bir uygunsuzluğunu, yalnızlığını algılayan sen!"
bi saniye dur!
sakin!
bak turgut uyar sana gazel okuyor!
...
ilkin tarlaların ve otlakların ve suvatların
Ah benim güzel cahilliğim
Bitmeyeceğini sanırdım karanlık olmadıkça
Yaralı kalbim gürbüzdü sevişkendi
Bir şehir akşamında karanlık olmadıkça
Irmak boylarında gider gelirdim gider gelirdim
Elimde ceset çekmeye yarayan bir uzun kanca
Ne tarihsel badanaya ne pantolonlu aşka
Ah benim güzel şaşkınlığım
Irmak boylarında gider gelirdim gider gelirdim
Rahatlamazdım bir türlü ceset bulmadıkça
Ben size hep söyledim bu benim aşkım
Saate karşı alkol suya karşı tabanca
Benim suyum bir ateş çalışkanlığıdır
Kurutulmuş etlerim ve torbalarım hazır
Ama. Ben gene bir kürdanın diş etlerine batmasıyım
Bir çürük azı dişinin kenarında
Yaralı kalbim gürbüzdü sevişkendi
Bir şehir hırgüründe karanlık olmadıkça
Ben neyim varsa taşırım neyim varsa taşırım
Bir marangoz gibi kulağımın arkasında
Ah benim güzel cahilliğim
Ağaçlar enikonu bir silah olmadıkça
"Her iki Adımda Bir Uygunsuzluğunu (yalnızlığını) Algılayan Birisine Gazel" adlı bu şiir turgut uyar'ın her Pazartesi adındaki eşsiz kitabında yer alan sırlardan yalnızca biridir.
son mısrası ne diyor, nasıl diyor, ah! niye diyor; ne sen sor, ne de ben söyleyim. hem çıkıyorum zaten. akşam öldü.
dünyaya bakışını, mesafesini şiir yazarken kullanmıyordu turgut uyar.
ileri gidip şiirini duruşu, her şeye karşı sahip olduğu mesafe, dünyaya bakışı haline getirdi. "her şey naylondandı..." dediğinde bir mısra kurmuş olmuyordu, yahut da aforizma söylemiyordu, durduğu yerde durmasını sağlayan donanımla gördüğü ne ise onu söylüyordu. mısralarının cemal süreya kadar orjinal bulunmadığı, şiirlerinin bazılarının gereksiz uzun olduğunu düşünenler hep oldu. halbuki şiirin uzunluğu bakışın kesintisizliğinden geliyordu, mısralarında fazlalık gibi görünen ama şiirden çıkarılamayan unsurlarsa yaşanan, algılanan gerçeğin kendi fazlalığıydı.
dünyadan şiir yontmaya çalışan şairlerin karşısına, yontulamayan bir şiir koymuştur.
ne varsa şurada var diyorum
dönüyorum oraya bir daha bakıyorum
sanıyorum ben yanında değilken dalgınken yahut
yahut sevişmezken yahut ölüyorken
dünya kalleşce değişiyor uzaklaşıyor
namuzsuzca kaçıyor
ya onu tutuyorum ya ardından koşuyorum telaşla
işte ya öyle sanıyorum şaşarsınız
Ağlamam Turgut, ağlamıyorum.
Alnım kırışır.
Alnım neyse ne de
gönlüm buruşur.
Seni indirdim mi yataktan?
Çıkarsam aklım karışır.
iyidir Turgut
-lâf aramızda-
bize ağlamak yaraşır.
Bir gün olur her şey değişir.
Bakarım buralarda değilsin.
Hep böyle süreceğini sanırım
sürer gerçi, ama sonu değişir.
Denkleştiririm senden kalanları.
Buruşuk bir gül bize bakar kamaşır.
Sonra bir sana bir bana bakar.
Neden biliyor musun?
Medresenin yanındaki kışlanın
önü deniz
Bahçesinde çamaşır.
"Aslında bir ben vardım sokakta bir de polis. Ben yeni olmuştum. Önce yoktum elbet. Bir de sokak lambası ile o bulut. Bir de vurduğum o adam vardı. Tamam bir de ağustos gecesi. Elbette geceydi ne sandınız. Gündüz adam vurmak için sebep yok zaten. Polis benim savunmamı yeter buldu belki. Ama ille tanık gerekiyordu. Öyle dedi polis. Tanık olmadan olmaz dedi. Doğruydu ya. Tanık olmadan olmaz, tanık olmadan kimse ne yaşar ne ölebilir, ne aşık olabilir, ne yankesici olabilir. Bakındım. Sokak lambasını gördüm, gösterdim, bulutu gördüm gösterdim. Hem başka kimseciklere inanamazdım. Zaten kimse de yoktu. O sokak lambasının dedikleri bir bir hatırımda. ışığı da. Gidip birgün hatrını soracağım."