ne varsa şurada var diyorum
dönüyorum oraya bir daha bakıyorum
sanıyorum ben yanında değilken dalgınken yahut
yahut sevişmezken yahut ölüyorken
dünya kalleşce değişiyor uzaklaşıyor
namuzsuzca kaçıyor
ya onu tutuyorum ya ardından koşuyorum telaşla
işte ya öyle sanıyorum şaşarsınız
dünyaya bakışını, mesafesini şiir yazarken kullanmıyordu turgut uyar.
ileri gidip şiirini duruşu, her şeye karşı sahip olduğu mesafe, dünyaya bakışı haline getirdi. "her şey naylondandı..." dediğinde bir mısra kurmuş olmuyordu, yahut da aforizma söylemiyordu, durduğu yerde durmasını sağlayan donanımla gördüğü ne ise onu söylüyordu. mısralarının cemal süreya kadar orjinal bulunmadığı, şiirlerinin bazılarının gereksiz uzun olduğunu düşünenler hep oldu. halbuki şiirin uzunluğu bakışın kesintisizliğinden geliyordu, mısralarında fazlalık gibi görünen ama şiirden çıkarılamayan unsurlarsa yaşanan, algılanan gerçeğin kendi fazlalığıydı.
dünyadan şiir yontmaya çalışan şairlerin karşısına, yontulamayan bir şiir koymuştur.
sen!
evet evet sen!
"her iki adımda bir uygunsuzluğunu, yalnızlığını algılayan sen!"
bi saniye dur!
sakin!
bak turgut uyar sana gazel okuyor!
...
ilkin tarlaların ve otlakların ve suvatların
Ah benim güzel cahilliğim
Bitmeyeceğini sanırdım karanlık olmadıkça
Yaralı kalbim gürbüzdü sevişkendi
Bir şehir akşamında karanlık olmadıkça
Irmak boylarında gider gelirdim gider gelirdim
Elimde ceset çekmeye yarayan bir uzun kanca
Ne tarihsel badanaya ne pantolonlu aşka
Ah benim güzel şaşkınlığım
Irmak boylarında gider gelirdim gider gelirdim
Rahatlamazdım bir türlü ceset bulmadıkça
Ben size hep söyledim bu benim aşkım
Saate karşı alkol suya karşı tabanca
Benim suyum bir ateş çalışkanlığıdır
Kurutulmuş etlerim ve torbalarım hazır
Ama. Ben gene bir kürdanın diş etlerine batmasıyım
Bir çürük azı dişinin kenarında
Yaralı kalbim gürbüzdü sevişkendi
Bir şehir hırgüründe karanlık olmadıkça
Ben neyim varsa taşırım neyim varsa taşırım
Bir marangoz gibi kulağımın arkasında
Ah benim güzel cahilliğim
Ağaçlar enikonu bir silah olmadıkça
"Her iki Adımda Bir Uygunsuzluğunu (yalnızlığını) Algılayan Birisine Gazel" adlı bu şiir turgut uyar'ın her Pazartesi adındaki eşsiz kitabında yer alan sırlardan yalnızca biridir.
son mısrası ne diyor, nasıl diyor, ah! niye diyor; ne sen sor, ne de ben söyleyim. hem çıkıyorum zaten. akşam öldü.
Kimsede görmediğim bir şiir
yüzü al ve akşamı aşıyor
Eski bir tanrı gibi kendi dininde
Uzun süren bir dönemi düşlüyor olmalı
içindeki bir içkinin sıcaklığında
Suskunluğu bir başkaldırı olmalı
Elleri ayakları sinemalara bulaşmış
Romanlara bulaşmış
Genel helalara bulaşmış
Dağları iyi bilmediğinden
Denizleri anımsamış olmalı
Gözleri o yüzden çırpıntılı
Kara başlıklı geçmiş,
Sonsuz gelecek
Şimdi burda vakit gece ya
Bir yerlerde ey gözleri maden
Gündüz olmalı
Taşın içinde bir gündüz
Demirin, ağacın.
"Dün müydü, yüzyıllar mı geçti, bilmiyorum ki
Bir yaz sonuydu yalnız denizi sıyırıp geçtik tek votka içtik varmadan Aşiyan'a
Konuşmadık hiç, nedense hiç konuşmadık
Az sonra kalkıp gitti o
Kalakaldım ben oracıkta
Kapadım gözlerimi ardından gene birlikte olduk
- Garson! bize iki tek votka daha."
"şöyle deyince daha çok yaklaşıyorum o'nun şiirine: turgut uyar özellikle son yıllarda büyük bir şiirin ortasını yazıyor. büyük bir gövdedir bu şiiri. kımıldadıkça kendine benzer gövdeler hazırlar, çoğaltır... o'nu şiirimizin on sırasına getiren bir başka özellik de görüntü kavramına kattığı yeni olanaklardır. çok boyutlu ve gerçeğin asalağı olmayan görüntülerle çalışır... düzyazıdan korkmaz, ondan şiir devşirir boyuna. bu arada konuşma diline yeni kullanma değerleri getirir, uçları eski şairlerin kıyılarına vuran 'parodi'ler kurar."
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım..
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o ? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
...
"aslında buydu beni geliştiren, aşksızlık!..
aşksızlık büyütür beni
yeni bir aşka doğru ve
öyle sanıyorum ancak birkaç yıl sürer
insanın sebepli umutsuzluğu"
...
an itibarı ile bugünün de çarşamba olması berbat bir tesadüften başka bir şey değildir. ya da perşembenin suçudur, geç kalmıştır. belki de salının, erkenden bitmiştir. bunları düşünecek kadar çok vaktim yok. yapacak onlarca gereksiz işim var. sabrım da yok. devam edelim. sakin. şşşş! tüm işe yaramaz gürültüleri kumanda edelim. biraz "mute", ne dersin dude?
sadece turgut uyar konuşsun.
şu sikindirik evrende,
herkes sussun ve sadece o konuşsun. bunu gerçekten çok isterdim...
"siz edebiyatı -yazı yazmayı- hala soylu bir uğraş
sanıyorsunuz. oysa...
sevginiz hüzün veriyor
umutsuz bile olsa. ve ağaçların
haziran çabasını ansıtıyor. durun!
yani durmayın
yapın ne yapmak gerekiyorsa."
insanın yüzüne her daim şapşal bir ifade yerleştiren şair..
uzanıp kendi yanaklarından öpüyor bazen, bazen ne güzel işiyor güneşe karşı.. aşkı da değişebiliyor, gerçekleri de.. umursamıyor yılgınlığını falan, çünkü sessizce yaşanmalı herşey! sevgisi acıyor sonra..
sonra cemal süreya arkassından diyor ki; öldüğü gün hepimzi işten attılar!
hiçbir özelliği olmayan bir perşembeyi
herhangi bir hin-cin-kin fikir ile başkalaştırmaya çalışmıyorum.
hem zaten altı-üstü,
"bitse de sinemaya gitsek" dediğimiz, aşırı yorgun bir akşamüstü..
ve yetmezmiş gibi tembelliğim diz boyu ve dizimde eski zaman mahalle futbolu yaraları.
ve artmazmış gibi duyduğum "dirseklerin fena çürümüş" cümleleri,
ki "harbi mi lan" şaşırmasından da emekli oldum.
"nasıl olsa geçer, nasıl olsa geçmiicek mi ki" sıkıntılarından biri, belli!
öyle ya adam akıllı sıkıntılarda boğulmayı bile beceremeyen hırslarım var...
neyse...
dünyayı kendimden mahrum bırakarak, evet aynen bunu yaparak,
sadece seni anmak istiyorum.
istemekle de kalmıyorum.
her zamanki'lerden çekiyorum birkaç tane.
ve resmini görmek... çok iyi geliyor.
hiçbir özelliği olmayan bu rezil perşembeyi,
seni anarak güzelleştirmeye çalışmıyorum.
o hala -16.21 itibari ile şu anda bile- aynı perşembe...
ama yine de... iyi geliyor işte. gelmez mi?
(gözler kısık, suratta "yemişim" bakışı artı n'apsak gitmeyen yaşamak telaşı, nokta. )