ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım,
Şu kaçamak ışıklardan, şu şeker kamışlarından,
Bebe dişlerinden, güneşlerden, yaban otlarından,
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar.
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut.
Bu evleri atla, bu evleri de, bunları da
Göğe bakalım.
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım.
inecek var deriz otobüs durur ineriz.
Bu karanlık böyle iyi, afferin Tanrıya,
Herkes uyusun, iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar, polisler, açlar, toklar uyusun.
Herkes uyusun, bir seni uyutmam, bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz, biz uyumayalım.
Nasıl olsa sarhoşuz, nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım.
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım,
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum,
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi,
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor,
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim,
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım,
Bana dönesin diye bir bir kapattım,
Şimdi otobüs gelir biner gideriz,
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç,
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin,
Seni aldım, bana ayırdım, durma kendini hatırlat,
Durma kendini hatırlat ,
Durma göğe bakalım .
Senin adın bir deftere yazıldı
Eskimez bir mavi deftere
Adın
Yazıldı
Erenköyünde bir bahar eskir
Savrulur ve eskir sürekavları
Kuzey yarımkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Aşkı Türkçe kavramanın sağlamlığı başlayınca
Bir öğrenci yatakhanesinde
Uzak asyalı bir başka öğrenciyle çatışınca
Bir sürü ıvır zıvır ve ekimler
Bir kahramanlık sandığımız kendimizi
Eskir ucuz ormanlarda yürek avları
Ve eski anaların belbağladığı hekimler
Eskimez senin gurbetçiliğin
Yanar, tüter, dağılır
Ve ince bir duman eskir bir kalın duman adına
Gurbet bir yazgıdır ulusuna
Güneşe çıkmak gibi, alınteri bilinir
Gurbet bilinir, bir duyarlıktır, bir meslektir
Sen herhalde en iyi bilirdin bayramları
Paşalarla, yalılarla uzlaştırılan
Kısa kış akşamlarını, uzun yaz akşamlarını
Kayalar, kayalar ve sahipsiz dağlar adına
Bir türkü gibi öfkede söylenen
Issız hanlar, bilgece susmalar, bakımsız bağlar adına
Puslu ve telaşlı garlardan kaçırdığın
Bir pençeden, bir katılıktan kayırdığın
Her ülkede söylenen bir türkü gibi
Aklığın, eskimez bir kış güzelliğinde
Sıcak evler, karlı yollar, bağlılıklar adına
Bir zorbalığa direnmek adına
Anlaşılmazsa
Söğütler yeşermez, balıklar bırakmaz döllerini
Ellerin bir gezinmedir uykularda
Kimine korkudur, ısınmak kimine
Eskimez bir kış güzelliğinde
Kuzey yarımkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Büyük bir alanda, küçük bir cezaevinde
Ve çok yabancı dilden iki istasyon-arası biletinle
Biliyorum nasıl yaşadığını senin Türkçe yokken
Mahzun ve yaşamaklı - eskimez elbet -
Ülkeni dirençle yaşamak, ülken olmayınca sözlüğünde
Sen bir ağlayış gibisin neden
Bir çocukluğu sürüklüyorsun kanında
Bir güvercin gibi parlar şaşkınlığın
Ölüme yakınlığında bir köylünün, uyumasında
Gök durur ve boncuklar durur pazarlarda
Iğdır'da, Orta Anadolu tarlalarında
Akşam oldu muydu gaz lambası yakılır
Nerde olursa olsun artık. Coğrafyada
Sürekli bir gurbet vardır.
Eskimezsin bir mayıs serpintisi gibi
Bir mayıs serpintisi ki sağlıklı
Ağustos günlerini hazırlayan. Güllerini
Sürer gurbetçiliğin.
Halksız bir yazarın acısını taşıyan
Kalebent bir şehzade gibi mahzun
Börklüce gibi sabırsız haklılığında
"Ankara'da doğdum. ilk hatırladığım mekan, iki katlı, iki katı biraz karanlıkça küçük bir ev ve bu evde ilk zehirlenme...
babam harita binbaşısıydı. Çalışkan bir adamdı, çok iyi bir hattattı. Ankara'nın latin alfabesi ile ilk sokak levhalarını, geceler boyu çalışarak ilk o yazmıştı. Ölümünden on-onbeş gün öncesine kadar çalıştı ve her akşam içti rakısını... seksen yaşını aşmıştı öldüğünde... istanbul'a göçtük...
ilkokula orada başladım. 'Hırka-i Şerif ilkokulu' ya da '19. ilkmektep'...
müziğe ilk yakınlığım alaturkayla olmadı. Oysa babam ut, ölen büyük ablam keman, küçük ablam her türlü telli sazı çalardı. müzikle ilk yakınlaşmam Necip Celal Antel'in tangolarıyla başlar. Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır... dördüncü sınıftaydım. Henüz kare'ye murabba, paralelkenar'a mütevaziyüladla, yamuk'a sibinmünharif, çarpma'ya darp, bölme'ye taksim diyorduk. bir yıl sonra, beşinci sınıfta değişti terimler. artık nakıs, eksi; mustatil, dikdörtgen olmuştu.
ilk aşkım, sarsıcı, hüzünlü, umarsız ilk aşkım o yıla rastlar. Bir mahalle arkadaşımın dayısının kızı. Onun da benden hoşlandığını sanmak istiyordum. Ne var ki, tek yabanlık pantolonumun tam cebinin üstünde kolay kolay saklanamayan bir yırtık vardı...
Asker okullarında hiç mutlu olmadım. Genellikle yatılı okullarda mutlu olan çocuk yoktur sanıyorum. Başkalarının, hatta somut başkalarının da değil de, hiç kavrayamadığım bir otoritenin belirlediği ve çoğu zaman saçma bulduğumuz bir şeyler yaşamak...
ilk şiirim 1947 yılında Yedigün dergisinde yayımlandı. Çok önemsemedim. Heyecanlanmadım. O derginin şiir beğenisinin üst düzeyde olmadığı duygusu vardı içimde. Bir inat sorunuydu benimki. Sonraları, küçücük Kaynak dergisi ile inatlaşmaya başladım. Bir yıl sürdü. Başardım...
1948 yılında kur'a usulü tayinle Pasof'a gittim. Yirmi bir yaşında, evli ve bir çocuklu olarak. Pasof'a varışımızın ertesi günü, ilk maaşımı, işe geç başladığım için alamadım ve ilk kez borçlandım. Bakkala gidip kurufasulye almak istedim... yoktu kurufasulye veya benzeri yiyecekler. Böylesi kıyı köşe yörelerde, herkesin kışlık yiyeceğini yaz ortalarında edindiğini öğrendim...
Galiba ilk'ler değil önemli olan. Koşullar. Bir yaşta herkes dünyayı kendine göre görür, kendine göre yorumlar. Bu gördüğü, kurduğu, yorumladığı, genellikle doğrudur, yaratılışı doğrultusundadır...
'Her şeyden biraz kalır' diyor bir italyan atasözü. En inandığım doğrulardan biri. Söylemeden edemeyeceğim bir doğru da şu: aşk söz konusu olduğunda, ikinci de, üçüncü de, sonuncu da ilk'tir."
okurken, kutsal bir şeyler okuyormuşçasına kendimden geçtiğim şair:
''...
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar''
ilk şiirlerinde garipçilerin ve ulusal şiir akımının etkisinde olan, ancak daha sonra ikinci yeni şiir akımına katılan şair.
askeri okulllarda eğitim görmüş ve bir süre doğuda görev yapmıştır.(kars-digor)daha sonra ankara'ya atanmıştır. özellikle büyük şehire taşınmasıyla birlikte şiir anlayışında da değişmeler meydana gelmiştir. demokrat parti iktidarında artan köyden kente göç sonucu, bireyde oluşan bunalımı ve kapitalist yaşamın bireydeki etkilerini sıkça işlemiştir şiirlerinde.
suni yaşama karşı doğal yaşamı ve tabiatı arzulamıştır. aşağıdaki alıntıda da bu görülmektdir.
geyikli gece
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan, toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Gladyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
.......
turgut uyar- (bkz: geyikli gece)
bir gün bu şairi tanıdığımızda, kendimizi dünyanın girilmemiş bir yerini aniden keşfetmiş gibi sanabiliriz; şimdiye dek niye geç kaldığımıza küfrederiz... ama tadına vardığımız her dizeden sonra onu keşfeden az sayıda kutsal kişiden biriymiş zevkiyle bakarız hayata ve deriz ki: "bizim gizli bir bildiğimiz var, bizim dengemizi bozmayınız!"
"turgut uyar değişen toplumda hep bedel ödeyen insanların tarihini yazdı gibi geliyor bana. akçaburgazlı yekta'nın, malatyalı abdo'nun tarihinden daha önemli, daha öncelikli ne olabilirdi ki? uyar'ın insan coğrafyası yeterince görülmüş ve açıklanmış değildir henüz. şiirinden süzülen hüzün, toplumumuzun üstüne sinmiş olan hüzündür. bu, o büyük harflerle yazılan tarihin mirasıdır bize.
kuşku yok: turgut, çağdaş türk şiirinin büyük bir "ses"iydi. özgün, benzersiz bir ses. yazı'nın inanılmaz biçimde ticarileştiği bir dönemde turgut, has sanatçının tutumunu benimseyip, köşesinde yaşadı. şiirin aylasıydı gözlerinin içinde parıldıyan.
turgut uyar'ın büyük saat'i "çalışıyor" hepimiz için. "
alıntının sahibi: ahmet oktay (şiir atı/4 turgut uyar özel sayısı - aralık 1987)
yaşadığı dönem ve çevresi dolayısıyla meşhur olan şair. bir çok şeyi gereği gibi ifade edememiştir kanımca. tabi yazdı bir kaç güzel şiirin hakkını yememek lazım. şiir diyince özdemir asaf der susarım.
'bozuk bir saattir yüreğim hep sende durur' demiş zamanında tomris uyar için yazdığı bir şiirde, işte bu bir kadını kıskanma sebebidir gerisi yalan. tomris uyar ile evliliği süresince tomris uyarın tek rakibi yine kendisi olmuştur hayatına soktuğu insan merkezdedir onun için başka kimseyi görmeyecek kadar içli ve kırılgan bir çocuktur o. ilk evliliğini ailesinin isteğiyle yapmış ve 18 yaşında baba olmuş. şiirin öyle akla bir anda gelinip kelimelere dökülecek bir yazı olduğunu düşünmez, bir matematiğinin geometrisinin olduğuna inanır. tomris uyar ile birliktelikleri süresince cemal süreyya ona dair hiç bir şey yazmamış ki sanıyorum tomris uyar sebebiyle, sadece ölümünün ardından kelimeler dökülmüştür satırlara; (turgut uyar isimli şiir) son dizeleriyle; 'öldüğü gün/ hepimizi işten attılar'. *
son olarakta o muhteşem serüveninin kahrolası dizesini yazmalı; 'her insan bir uyumsuzluktur ölü olmayınca'
arthur rimbaud nun türk şiirine düşen gölgesi..kitapları -hiç değilse dunyanın en guzel arabistan ı adlı yapıtı- dunyanın belli başlı dillerine cevrilse bizim gururumuz da kapıkule'den ötelere taşsa..
''bu benim gerceğim.durmayıp şarkı soylemek
durmayıp yalnız kalıyorum.ufacık yesilli adalarda
yalnız kalmaya savasıyorum.kadınlarla.erkeklerle.çocuklarla.
tarihlerle bilimlerle kalabalıkla savasıyorum
büyük tapınaklar kuruyorum.kara taştan.kalın arabalar koşuyorum
kendim girip tek başıma tapınıyorum.yaralarımı sarıyorum
birden biryerden o ışık.bir yerden o ses
artık sana attıgım temeller tutmuyor
çünkü sen hiç yoksun.hiç olmadın..''
bizim çıplak topuklarımızmozayıkların üstünde ya
durmuyoruz günaşırı duvarlarımızı yeşille maviyle
badana ediyoruz
durmuyoruz dünyayı yeniliyoruz
bir koltuğu oradan alıp öteye yerleştiriyoruz
pencerenin yerini değiştiriyoruz
halıları temizliyoruz, yemekler pişiriyoruz
soğuk sularla yıkıyoruz ayaklarımızı kollarımızı
boynumuzu
işimiz bitiyor, oturup sevilmeyi bekliyoruz
onlar o zaman geliyor...
kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize
kim sevmezdi çiçekleri filan
ben sevmezdim dedim, yalan dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım
herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz
biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde
ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz
ii.
umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun
bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!
hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu
gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte
rakı doldurun! eksilmesin
iii.
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz
hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
duyamadım derdim, tekrar et!
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz
hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum
kahrol, kahrol!
diyorum
iv.
geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
olur öyle dedi palyaço,
herkes alçaktır biraz
otur ulan! dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz
rakı doldur! dedim, eksilmesin!
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim
ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim
örneğin;
geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim
ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz
v.
kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
ben sevmezdim dedim, yalan dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz
bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi
biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz
vi.
haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
Kısacık yoğun bir akşam
herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
yoğun bir akşam
bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
ve bir intihar üstüne söylenti
bütün kıyıları dolaştı durdu
kısacık bir akşam
Kısacık serin bir akşam
kelebeklerin atlarla yarıştığı
yoğun bir akşam
bazı mektuplar damgalandı postanelerde
oturuldu bir takım şarkılar söylendi
bir adam bir kadının kapısını vurdu
kısacık bir akşam
Neyi söylesem bir kahramanlıktı
içinde azıcık buluştuğumuz
bir bulutla bir kağıt peçete arasında
kısacık yoğun bir akşam
şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
kısacık yoğun bir akşam
Her şey bir unutkanlıktı
arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
kısacık yoğun bir akşam
biliyordum bir soğuktu nereye varsam
bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
kısacık yoğun bir akşam.
Kim karıştırdı gerçekliğine
yaşadığım sonsuzluğun
ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
kısacık bir akşam
duraladım ne yapsam
Kim karıştırdı gerçekliğine
su terazilerindeki ensizliğin
ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
kısacık bir akşam
o kadar kısa ki bir akşam
yüzümü suyun ardında buldum
kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
kısacık yoğun bir akşam
serin bir akşam öyle söylediler..
uyar baba'nın şiirini daha yakından tanımak ve anlamak ve ruhuna bir kadeh votka kaldırmak isteyenler için; fırat caner tarafından turgut uyar'ın huzursuzluğu başlıklı bir doktora tezi yazılmış, ara ara kaçamak göz attığım. kesintisiz okuma keyfini en müsait zamanıma ayırıyorum zira kısa sayılmayacak bir uzunlukta. aşağıdaki linkten indirilebilmekte:
binlerce pazartesi geçti ömrümde
hangisiydi o çıkaramıyorum
bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu
demek oldukça eski
bir de saçma sapan şeyler
bir kızın diz altını örneğin
bir adamın çirkin sigara içişini
nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada
hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna
kimsenin soyunu sopunu bulmak görevim değil
kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana
güzel bir öğle vakti
eski güzel bir aksamı hatırlayarak
sonra dopdolu şeyler
damacanalar gibi
içim kabarıyor
sonu olsun diyorum
neyin sonu ama
hiç değilse bu taş basamakların
Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum
ama ekimin onbeşiydi biliyorum
ekimin onbeşiydi ama
ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum
herkesin sular gibi dağıldığı ama herkesin
bir sur önünde miydik bir yolda mı
semtini bilmediğim bir karakolda mı
sonra topluca bir bahçede durduk
bıktım böyle sayrılıklardan
ateşim çıksa neyse ne
neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor
bir büyük savaşda Kıbrıs kıyılarında
vurulan ve ölen bir askerin
çelik miğferi gibi
dipde ışıltısını görüyorum yalnız
elimi eteğimi çekiyorum bahçeden
sazlıklara vuruyorum belleğimi
zalim bir ilk yazdı ama yaşadığımız
işte bunu unutmamalı unutmamalı
bir ölüm nefes alırken bir dudakta
öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı
miğferin paslandığını usul usul
bir yangının söndüğünü
ve suların pırıl pırıl kaldığını
bir otobüs Mersin'den Mardin'e giderken
o zaman aşkınla dol kalbim
nerden ne kadar derlediysen o kadar
senin kendine seçtiğin alamet-i farika
uzun bir gece görünümünde geçerli hala