insanın kendini "acaba" demekten alamadığı gelişmelerdir.
"gerek türk, gerekse dünya kamuoyunda son haftalarda en çok konuşulan ve tartışılan mesele şüphesiz ki, ortadoğu ve kuzey afrika'yı saran halk isyanları oldu. tunus ile başlayan, mısır ile devam eden ve tunus devlet başkanı zeynel abidin bin ali'nin ülkeden kaçmasıyla, mısır devlet başkanı hüsnü mübarek'in de istifasıyla diğer komşu ülke halklarına da ilham veren kitle hareketi bir süre sonra pek çok coğrafyayı etkisi altına aldı. tunus ve mısır'ın ardından oluşan zincirleme reaksiyon, en sert sonuçlarını libya'da gösterdi. iç savaş vaziyeti alan libya'da binlerce insanın öldüğü tahmin edilmektedir. lübnan, ürdün, bahreyn, katar, suudi arabistan, ırak ve hatta iran içinde ki bazı kitleler kendi yönetimlerine karşı gösteri faaliyetlerine geçmiştir.
bu isyan dalgası ve kitlesel hareket, gerçekten de ortadoğu ve kuzey afrika'da ki sindirilmiş toplumların kendi başlarında ki yarı-diktatör yöneticilerine karşı giriştiği amansız bir başkaldırı mıdır? yoksa bazı emperyal güçlerin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürme faaliyeti midir? meselenin en can alıcı noktası ve akılları meşgul eden sorusu şüphesiz ki budur.
olaylar başladıktan sonra ki ilk gelişmeler dâhilinde benim kişisel görüşüm, bu olayların toplumların kendi irade ve cesaretleri ile gerçekleştirmeye çalıştıkları bir devrim hareketi olmadığı yönündeydi. olayların planlayıcısı olarak abd veya rusya faktörleri düşünülebilirdi. olayların arka planında, sscb sonrası yaşadığı çöküş döneminin ardından yeniden toparlanma eğilimine geçen ve son hamleleri ile orta asya'da ki gücünü arttıran, ayrıca kafkaslarda ciddi anlamda atağa geçen rusya'nın, ortadoğu ve kuzey afrika'ya doğru bir menfaat genişletme eylemi içinde olduğu iddia edilebilirdi. hatta olayların başlangıcında benimde üzerinde durduğum faktör, rus faktörüydü. ancak olayların zincirleme bir reaksiyon oluşturarak oldukça geniş bir coğrafyaya yayılması, olayların arka planında ki gücün rusya olduğu görüşünü çürütmektedir. zira bu çapta bir hareket rusya açısından günümüzde oldukça risklidir. geriye kalan seçenek ise amerika birleşik devletleri'dir.
yaşanan gelişmelerin sistematik bir hal alarak neredeyse tüm ortadoğu coğrafyasına yayılması, olayların önceden planlandığı ve uygulamaya konulduğu hissini vermektedir. bu çapta uluslar arası bir reaksiyon başlatabilecek tek güç ise günümüzde abd'dir. bu durumda akıllara şu soru gelmektedir, peki neden?
bu sorunun yanıtını bulabilmek için birkaç yıl geriye dönmek gerekir. bundan birkaç yıl önce, kamuoyumuzda sıkça yer alan ve tartışılan bir konu vardı. "genişletilmiş ortadoğu ve kuzey afrika bölgesi ile müşterek bir gelecek ve ilerleme için ortaklık inisiyatifi" yani meşhur adı ile büyük ortadoğu projesi.
aradan geçen yıllarda, bu proje ve beraberinde getirdiği kavramlar kısmen unutuldu ve kamuoyunda ki sıcaklığını kaybetti. bu projeye destek vermekle suçlanan hükümet ve hükümet yandaşları, projenin rafa kaldırıldığını iddia etti. peki, gerçekten de durum bu kadar basit miydi?
genişletilmiş ortadoğu projesi yaklaşık 22 ülkeyi kendine hedef almaktadır. yıllar öncesine dayanan bu plan, abd eski başkanı george w. bush ve abd eski dışişleri bakanı condoleezza rice tarafından resmi olarak ortaya atılmış, pek çok abd'li stratejist ve düşünce kuruluşu tarafından da savunulmuştur. 2004 yılında gerçekleştirilen g-8 zirvesi ve nato toplantılarında tartışılmıştır. ancak abd'nin gerçekleştirdiği afganistan ve ırak işgalleri sonrasında yaşanan dünya çapında ki abd karşıtlığı neticesinde konu biraz soğumaya alınmıştır. bunun sebebi, muhtemel olarak projeyi gerçekleştirmek için salt askeri yöntemlerin ve sert müdahalelerin kullanılamayacağı ve ortalığın biraz yatıştırılması gerektiği düşüncesiydi. zira obama'nın abd'de başkan olması da bir çeşit gerekli imaj çalışmasıydı.
bu proje fas'tan asya içlerine kadar olan geniş bir coğrafyada yer alan ülkelerin ve rejimlerin batı dünyasına entegrasyonunu savunur. onlara göre ortadoğu coğrafyası "demokratikleştirilmelidir". bölge coğrafyası olması gerektiği biçimde şekillendirilmeli, hatta sınırlar değiştirilebilmelidir. projeye göre bölge coğrafyasında bulunan kaynaklar ve enerji geçiş yolları paylaşıma açılmalıdır. bölge coğrafyasında yer alan ülkeler ve rejimler, abd'nin ve batı dünyasının menfaatlerine tezatlık oluşturabilecek nitelikte olmamalıdır. türkiye'nin de hedefte olduğu bu proje, amaçlara ulaşabilmek için çeşitli stratejileri ve taktikleri kullanıma soktu. bazı ülkeler sosyal, siyasi ve ekonomik hamleler ile etki altına alınabilecekken, bazı ülkeler içinse askeri müdahaleler veya örtülü operasyonlar gerekli görülüyordu. burada ki esas amaç, amerika ve batı dünyasına tehdit oluşturmayacak ve amerikan menfaatlerine balta vurmayacak yönetim anlayışlarının bölgeye yerleştirilmesidir.
ortadoğu coğrafyasında ki pek çok diktatör ve yönetim her ne kadar, abd ve batı dünyası tarafından desteklenen ve kullanılan oyuncular olsa da, asıl amaca ulaşabilmek için tüm bölge coğrafyasının istenilen şekilde dönüştürülmesi kaçınılmazdır. çünkü bölge ülkelerini yöneten yöneticiler çeşitli şartlar ve olasılıklar dâhilinde, taraf ve yön değiştirme potansiyelini her zaman taşırlar.
tunus'ta zeynel abidin bin ali, mısır'da hüsnü mübarek, libya'da kaddafi diktatörlüklerini meşrulaştırmış ve çoğu zamanda batı dünyası tarafından sömürülmüş kişilikler olmuştur. ancak ülkelerinde tek adam olmanın verdiği aşırı özgüven onları abd menfaatlerine karşı çeşitli zamanlarda tavır almaya itebilmiştir. bu durum batı dünyasının bölgede ki çıkarları için risklidir. bu konuda en çarpıcı örnek ise saddam hüseyin'dir. saddam hüseyin, amerikan destekli bir operasyon ile ırak yönetiminin başına geçirilmiş, ancak abd çıkarları açısından tehdit oluşturmaya başladıktan sonra ise ortadan kaldırılmıştır.
bölge dinamiklerinin değiştirilmesi projesi sadece diktatörler ve yöneticiler ile ilgili değildir. bölge coğrafyası içinde, çeşitli ülkelerde yaşayan halkın algıları ve ideolojileri ile de ilgilidir. bölge halkları, batı dünyası ve kapitalizm ile bütünleştirilmelidir. ancak bu şekilde batı dünyasının menfaatlerine tam uygun bir ortadoğu ve çevre coğrafyası şekillenecektir. bunu sağlayabilmek içinse bölge halkının en duyarlı olduğu konular işlenmelidir. yani, "demokrasi" ve "özgürlük". amerikan ve batı menfaatlerine tehdit oluşturmayan bir yönetim ve halk profili tüm bölge coğrafyasına empoze edilmelidir. ancak bu şekilde bölge coğrafyasının tüm kaynakları batı dünyası için "paylaşıma" açılabilir.
tüm ortadoğu ve çevre coğrafyasının, etki ajanları ve istihbarat ağları ile kuşatılmış olduğunu biliyoruz. bölge coğrafyasında yaşayan, gerçek demokrasiye ve adil yönetime muhtaç geri bırakılmış halkların, profesyonel etkiler ile ayaklandırılabileceğini ve yönlendirilebileceğini de biliyoruz. bu coğrafyanın geçmişten günümüze bazı güçlerin hedefinde olduğunu da biliyoruz. hatta geçmişten günümüze, sömürgeci niyetlerle bu halkların çıkar politikalarına kurban edildiğini de biliyoruz. bu sebepledir ki, yaşanan olayları tüm olasılıkları ile düşünmek gerekmektedir. amaçlanan nedir? ve türkiye bu sürecin neresindedir?
içinde bulunduğumuz günlerde ortalık toz duman. kesin konuşmak için belki de erken. ancak bazı göstergeler, ortadoğu ve kuzey afrika coğrafyasında bazı dengelerin değiştirilmek istendiğini gösteriyor. birilerinin, menfaatleri doğrultusunda bölgeyi yeni dinamikler ile yeniden inşa etmek istediğini gösteriyor. kaybeden ve gelecekleri esir alınan ise yine masum insanlar oluyor.
bu politikaları tasarlayanların, türkiye içinde bazı planları olmadığını iddia edebilir miyiz? cevabı hayır. çünkü biz hedefin merkezindeyiz!"