Şair Theo Angelopoulostan yine şiir gibi bir film.Yunan iç savaşı,2.dünya savaşı,aşk,faşizm,trajedi...kısacası ne ararsanız var.Koyunların ağaca asılma sahnesi,teknelerle tabut taşıma sahnesi,deniz kenarında beyaz örtüler arasında müzisyenlerin şovu kesinlikle izlenmeli.Çok güzel kareler var filmde.
''bir kurşunun bedeli ne... bir kanın bedeli ne...bütün üniformalar aynı...''
bir başyapıt iki buçuk saat sürüyor ve bu bütün duyguları sanki siz de yaşıyormuşsunuz hissi veriyor. ama filmi önemli kılan bu değil.
bir kadının savaşla yıkımla daha küçücük bir kız cocuğu iken nasıl tanıştığını , iki oğlunu ve kocasını kaybedişini görüyorsunuz, hem de tüm çıplaklığıyla. kaybettiği oğlunun başında yakarışları en çok bu insana savaşın ne lanet ne acımasız bir şey olduğunu hissettiriyor. insani duyguları bir kez daha keşfetmek isteyenlerin mutlaka izlemesi gereken film.
kimse kusura bakmasın ama, yitip giden üç saatten başka da bi şey değil bu film.
tamam biliyoruz-anlıyoruz, bu film bi sinema akımının temsili. ve benim derdim de o akımla zaten.
sanki bu tarz sinema salaklara yapılıyor gibi geliyor bana. şöyle ki: bir fotoğraf karesi. evet gerçekten çok ama çok güzel. da neden 15 dakika biz ona bakıyoruz. ben onu kendim bulup çıkarırım filmden. odur seyirciyi sinemaya-filme sokan. işte bu film o taraz benim için "abuk" filmlerden. uyudum da zaten sinemada. iyi ettim.
tiyatro sahnesini sinemaya çevirmiş Angelopoulos,izlendiği zaman etkilenmemesi mümkün olmayan mükemmel bir film.izlendikten sonra bu zamana kadar izlediğimiz çoğu filmin ne kadar basit ve gereksiz bir zaman kaybı olduğunu anlamamıza çok iyi yardımcı oluyor.
Bu bir Yunan trajedisi diyen Angelopoulos, Eleni'yi (Troyalı Helen) bir simge olarak kullanmış. Bir kadının çocukluğundan başlayıp gençliğini, aşık oluşunu, anne oluşunu, sahip olduğu herşeyi kaybedip yeniden yalnız kalışını anlatmış ünlü yönetmen.
Eleni de tıpkı Troyalı Helen gibi, ne vatanı var ne de sonunda bir kalbi kalıyor diyor Angelopoulos.
şahane görüntüleri olan fazlasıyla kapalı ve yorucu bir filmdir. açıkça ortada olan neredeyse tek şey acıdır (gerçekte de öyledir ya, o da ayrı konu.).
konuyla ilgili olarak edip cansever'den bir alıntı yapmak yerinde olur sanırım...
"Soyut şiir yapıyorum diye bilinçaltı saçmalıklarını dökenleri de, salt dış gerçeklere bağlanıp sanattan yoksun mısralar düzenleri de anlamıyorum ben"
-Spoiler-
Ağlayan Çayır için söyleyecek söz bulamıyorum şu an. Çok fazla söz içermediği halde bu kadar önemli bir konuyu ve acıları bize de hissettirmeyi başaran şiir gibi bir melodram olmuş. Şimdiden bu üçlemenin diğer filmlerini merak etmeye başladım. Savaşların ve siyasi baskıların insan hayatlarında yarattığı acıları bir küçük kızın hayatı üzerinden görmemizi hatta daha da iyisi hissetmemizi sağlayan oldukça nitelikli bir film olduğu kanısındayım. En can alıcı sözler arkadaşın da belirttiği gibi;
"Sürgündeyim,
mülteciyim ve her yerden sürüldüm...
Rıhtımda ağlayan üç yaşında bir kızım..."
ve oğlunun başında her üçüne birden ağlaması da oldukça iç burkan bir sahneydi... imgeler ve alt metin yönünden oldukça zengin bir film...
Ayrıca ara ara müzisyenler tarafından çalınan parçalar da oldukça aşinaydı ve bir tanesi de kulağım beni yanıltmadıysa "Katibim" şarkısının melodileriydi... Filmde çok da yabancı olmadığımız ve aynı topraklarda birlikte yaşamış - ve yaşıyor- olduğumuz bir kültürün yansımalarını görmek farklı bir deneyim...
yönetmenliğinin 35. yılında Theodoros Angelopoulos'un 12. filmi, 20. yüzyılın başlarında zorla göç ettirilen yani sürgün edilen rumlara adanmış. Başrolünde ağulu bir müzik olan bu ağıt bolşevik devrimi sonrası odessa'dan sürülen rumların; ağaları önde, selanik yakınlarında olduğunu düşündüğümüz bir çayıra gelmeleriyle başlıyor. Filmin bu ilk sahnesi aynı zamanda angelopoulos'un göstergelerinden kurulu filmin hangi göstergelerle nasıl bir öykü anlatacağını özetlediği mikronizması.
Odessa'dan gelen grubun ağası ve onun ailesi filmin başkahramanları, Angelopoulos'un kendi babasının adını verdiği Spiro ağa, odessa'dan gelirken yanında bir de küçük Eleni'yi getiriyor. ilk sahneden son sahneye kadar erkeklerin yarattığı tüm acılar bu kadının etrafında geçerek anlatılıyor.
theo angelopoulos üçlemesinin ilk filmidir. 20. yüzyılın başlarında göç etmek zorunda kalan Yunanlara adanmış. Angelopoulos, bu filmde sürgün, ayrılık, ideolojilerin son bulması ve tarihin yargılanmasını işlemiş. 2004 Berlin Film Festivali'nin yarışma filmlerinden olan Ağlayan Çayır, 4 dalda aday gösterildiği Avrupa Film Festivali'nde yönetmenine FIPRESCI Ödülü'nü kazandırmış.
filmde 1919-1949 arasında yaşanan bir hayat hikayesi anlatılıyor.
Bu bir Yunan trajedisi diyen Angelopoulos, Eleni'yi(Troyalı Hellen) bir simge olarak kullanmış. Bir kadının çocukluğundan başlayıp gençliğini, aşık oluşunu, anne oluşunu, sahip olduğu herşeyi kaybedip yeniden yalnız kalışını anlatmış ünlü yönetmen. "Eleni de tıpkı Troyalı Hellen gibi, ne vatanı var ne de sonunda bir kalbi kalıyor" diyor Angelopoulos.
türkçeye ağlayan çayır olarak çevrilen bir theo angelopoulos filmi. aynı kareyi dakikalarca gösterdiği olur. bunun için yaptığı açıklama da: gerçek hayatta da duygulanımlar 3-5 sn sürmez ben onu vermeye çalışıyorumdur.
müzikler ise eleni karaindrou imzalıdır.