2011 yılında başıma gelen olaydır. Ayrıntıya gelince...
2011'de Gazi Üniversitesi'ni kazanıp Ankara'ya gittim. Hemşehrilerimin Libya Caddesi'ndeki yurduna yerleştim. Bilen bilir Ankara'da Libya Caddesi denince akla travestiler gelir. Neyse... ikinci öğretim olduğum için okuldan geç vakitte çıkıyordum yani travestilerin sokağa çıktığı saatte... Metro'dan inip onların doldurduğu kaldırımlardan yürüyerek yurduma gidiyordum.
Aradan birkaç ay geçti. Bir gece sanıyorum bir sıraları, gece müdürümüzden karnım acıktığı için izin alıp Kolej Metro'sunda köfte ekmek satan seyyar köfteciye gitmek üzere yola koyuldum. Kural bir onların olduğu tarafa bakmamaktı ve bu kurala uydum. Sıkıntı yaşamadan köfteciye ulaştım. Siparişimi verip bir süre bekledikten sonra Veremle Mücadele Dispanseri'nin alçak duvarına oturup köftemi yemeye hazırlandım. Aldığım ayranı yan tarafıma bırakmıştım. Ayran, çok önemli bir ayrıntı.
Henüz köftemi yemeye başlamamıştım ki iki yanıma iki travesti oturdu. Yaşadığım gerilimi sizlere anlatamam. Onlar hakkında anlatılan efsaneler zihnimden ışık hızıyla geçiyordu. Vay efendi amında jilet varmış da çantalarında palayla geziyorlarmış... Çantaya baktım pala sığmaz, diğerine zaten olasılık vermiyorum ama kafa gitti bir kere...
Sonra bir ses cızırtılı ergen sesi anımsatan bir ses... "Naber yakışıklı?" dedi. Ulan hayatımda annemden başka biri bana yakışıklı diyordu o da bir travestiydi. Neyse... Kural iki, olabildiğince nazik ol! "iyiyim, siz nasılsınız?" diye sordum. Bir yandan da ekmeği ağzıma tepiyordum. Planım bir önce yemeğimi yeyip uçarak yurduma dönmekti ve ayranımı açmaya yeltenmiyordum bile... Ekmeğin sert kısımları yemek boruma çizikler atarak mideme iniyordu.
Hızla ekmeğimi yedikten sonra yavaşça ayağa kalktım. Aynı ses "Ay, biraz daha bekle beraber gidelim!" dedi. Bende gayet saygılı ve sakin olmaya çalışarak "Ben yurtta kalıyorum. Arkadaşlar size kötü bakarlar. Kusura bakmayın!" deyip hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Ardımdan gelmedikleri için mutluydum.
Birkaç gün sonra okuldan dönüyordum. Kolej Metro'da indim. Yunuslar, köfte ekmek yiyorlardı. Yürümeye devam ettim. Ahmetler Postahanesi'nin önünden yurduma yürüyordum ki o gece yanıma gelen travestilerle karşılaştım. Onlara Yunuslar'ın yakında olduğunu söyledim. ince bilgi; Yunuslar, travestileri öldüresiye döven polislerdir, hani motosikletli olan... Neyse, bunlar bana bön bön baktıktan sonra biri diğerine "Bu geçen günkü çocuk!" dedi sonra teşekkür ettiler ve topukluları çıkarıp yalın ayak koşarak oradan uzaklaştılar. Migross'un otoparkına saklandılar. Hakikaten birkaç dakika sonra Yunuslar geçip gittiler. Bu olaydan sonra her karşılaşmamızda selamlaştık...
Kanka olma işi bundan sonra başlıyor.
Mayısın ortaları yine akşam okuldan dönüyorum. Kulağımda kulaklıkla AHmetler Postahanesi'nin yanındaki küçük parktan geçiyorum. Yolumu on saniye falan kısaltıyor... Kulağımda kulaklık olduğu için benden sigara isteyen evsizi duymamışım. Omzumda bir el hissedince duraksadım. Dönüp kulaklığı kulağımdan çıkarınca oğlanın sigara istediğini anladım. Cebimden çıkardığı paketten bir dal uzatıp bir şey demeden ardıma dönüp yürümeye devam ettim. Bu kez başka biri seslenince adımlarımı hızlandırdım. Parktan çıkmak üzereyken ardımdan gelen ayak seslerinin koşu modunda olduğunu anlamıştım ancak çok geçti.
Parkın çıkışındaki rampada bir anda hızlanmam o an için hiç kolay değildi. Tam bu sırada o en çaresiz anda kurtarıcılarım yetişti. O iki travesti koşarak geldiler ve evsizleri başımdan defettiler.
Bu olaya kadar travestileri kendilerini bile satamayacak kadar erkek olamayan zavallılar olarak görüyordum. Onlardan çok şey öğrendim ve onlar hakkında öğrendiklerime üzüldüm.
Kimseyi önyargılarınızla itham etmeyin. Kimin ne yaşadığını asla bilemezsiniz...