eğer er kişinin oturduğu yere güneş gelmekteyse ve bu durumdan rahatsız olunuyor ise, sanki öylesine kalkıyormuş gibi yapılarak yer verilmesinde bi mahsur yoktur.
o güne kadar ya bir kez, ya iki kez gelmiştim oraya; ama kaybolmadan buldum tramvay durağını. ben geldiğimde tramvay henüz geçmişti. tabii hem tramvaya, hem de kendime söyleniyordum.
neyse her işte bir hayır var derler, geldi öteki tramvay. öyle bir durdu ki, bomboş tramvayın tam kapısının önünde bitmiş oldum. toplu taşıma araçlarında yer verilmesi gereken (yaşlı, engelli, hamile vb.) kimselere elimden geldiğince yardımcı olmuşumdur bu konuda her zaman; ama bugün öyle yorgundum ki... kapılar açılınca atak bir hamleyle girdim içeri ve kuytu bir köşeye oturdum. yanıma da yaşlıca bir teyze oturdu. içten içe sevindim yanımı sabitlediğim için.
az zaman sonra iğne atsan yere düşmeyecek bir hâlde hareket ettik. hareket etmemizle beraber, yanımdaki yaşlı teyzenin başucunda duran bir hanımefendiye ilişti gözüm. aşağı yukarı benim yaşlarımda; ama evet, hanımefendiydi o. kız, bayan, hatun, kadın vb. değil; hanımefendi...
o andan itibaren içimde bir duygu ve düşünce fırtınası başladı: yer versem mi, vermesem mi?
vicdanımın sesine dayanamadım ve bir iki durak sonra kararımı verdim: ben bu bayana yer vermeliydim.
tramvayın durağa yanaştığı bir anda ayağa kalktım ve mavi gözlerine bakarak "lütfen buyurun biraz da siz oturun" dedim. o an yüzünde öyle bir gülümseme oluştu ki, o soğuk havada içim ısındı. "ben birazdan ineceğim; lütfen siz buyurun" dedi. şaşırdım; ama daha da ısındım. son durağa kadar gideceğimi unutarak "ben de birazdan ineceğim, lütfen siz oturun" gibilerinden bir şey söyledim. öyle heyecanlanmışım ki, ne dediğimi de hatırlamıyorum; ancak şunu hatırlıyorum, ikimizin de yanağı kıpkırmızı olmuştu.
aramızdaki bu kısa diyalogun ardından, tramvayın tekrar hareket edeceği anda hızlıca bir hamleyle yaşlı teyzeyi atlattım ve koridora geçtim. yer verdikten sonra da konuşmamız devam etti, onun müteşekkir ifadeleri ve diğer yolcuların bakışları arasında... kucağında duran poşete aldırmaksızın, "sizin de yükünüz var, isterseniz torbanızı alabilirim" dedi; ama ısrarına rağmen vermedim.
dolup boşalan kalabalık nedeniyle aramıza bir iki kişi girdi sonra. ara sıra arkaya dönüp bakıyordu; göz göze geliyor, gülümsüyorduk birbirimize... kalbimdeki kıpırtı her bakışmamızda daha da artıyordu. "Allah'ım bu deniz mavisi gözler, bu buğday sarısı saçlar, bu kıpkırmızı yanaklar rüya mı?" dedim kendime...
hayır gerçekti o. ama bir şey oldu; galiba ineceği yere yaklaşmıştık. toparlanmaya başladı. nazik ve narin edasıyla ayağa kalktı. o an gülen gözler gitmiş, yerini hüzünlü bir çift bakış almıştı; her ne kadar yüzünde bir gülümseme varsa da... tramvayın durmasının ne anlama geldiğini ikimiz de biliyorduk çünkü...
hiç geçmesini istemediğim o 10-15 saniye, bir çırpıda geçti. son kez dönüp bana baktı ve "tekrar çok teşekkür ederim size. iyi akşamlar" dedi; ancak cevabımı almadan gitmeye niyeti yok gibiydi. "rica ederim, iyi akşamlar" dedim ve veda ettim.
nutkum tutulmuştu adeta...
kalabalığın arasından sıyrılıp tramvaydan çıktı. bir daha bakmadım; bakamadım arkasından...