trafikten memleket manzaraları

entry5 galeri0 video1
    1.
  1. "datt, datt, datt" diye kornaya basmaya başladı arkamda duran taksi, sarı yanar yanmaz, halbuki önümde daha çok araba vardı, ne yapmamı bekliyordu ki, galiba korna bana değil önümdekilereydi. rahatladım. aceleci biriydi herhalde, içtiğinde "ben başbakan olsam..." diye nutuk çekenlerden, hemen her sorunu iki dakikada plansız programsız halletmeye çalışanlardan. o bir karakterdi sıkışık trafikte, hepimiz bir karakterdik, minik bir ülkeydik o anda.

    sol şeritteydim ben, iki şeritte sıkışıktı, bazen sol, bazen sağ ilerliyordu, sağdaki bir arabayı geçiyordunuz, 2 dakika sonra o sizi, gittiğimiz yol aynı, hedef ortak, şeritler farklıydı sadece, şeridine sadık kalanlar, sürekli şerit değiştirenlere göre daha yavaş ilerliyordu. onlar o kadar akıllılardı ki, hangi şerit aksa ona geçiyorlardı, bu esnada da sürekli korna yiyorlardı, şerit sahipleri bu davranışlarını tasvip etmese de onlar bunu önemsemiyordu. yüzsüz ve kaypaklardı galiba.

    nihayet ışıkları geçtiğimde, aceleci taksici sağımdan hızla geçti, kayboldu. yaklaşık 500 metre sonra önünde durduğu ikinci ışık kuyruğunda beklerken gördüm onu. taksiciydi, yolları da burada ışık olduğunu da biliyordu, o zaman neden hızlanmıştı boş yere. neydi bu acele, neydi bu sabırsızlık. o taksiciye sorsak; "kendi arabamızı mı üretelim, yoksa dışarıdan mı alalım?", derhal "dışarıdan alalım abi" derdi, "zaman alır kendi arabanı üretmek". "peki ya uçak?" diye sormazdım zaten, "traktör lazım bize abi, ne uçağı" diyeceğini biliyordum.

    ışık yandı, yine ilerledik, yollar yılan gibi uzanmış kasislerle, kör çukurlarla doluydu, herkesin sinirleri, bu mecburen fren yaptıran engellerden dolayı gergindi, bazen sağ, bazen sol şeritte karşımıza çıkıyordu engeller, sağda çıkarsa sol şerittekiler, solda çıkarsa sağdakiler seviniyordu. ortak bir problemi sırtlanmıyordu iki tarafta, bana dokunmayan yılan kırk yıl yaşasın ahlaksızlığı iki şeritte de vardı.

    kesik çizgiler yeterliydi insanları bölmeye, önlerine engeller çıkarıp onları yavaşlatmaya, sinirlerini bozarak bölünmeyi arttırmaya. kaç kişi farkındaydı acaba aynı yöne gittiğimizin, aynı hedeflere sahip olduğumuzun ve aynı problemleri paylaştığımızın?

    "hocu düşünme bunları" dedim kendi kendime, radyo'yu açtım, serdar ortaç çalıyordu.

    "binlerce dansöz var" diye eşlik ettim şarkıya.

    düşünmüyordum.

    huzurluydum.

    alexandredumasedit: duma duma dum, kırmızı mum. geçenlerde üç beş tane dumanla savaş avcısı vurdum*.
    12 ...
  2. 2.
  3. trafiğin bize söylemek istemediği bir sırrı var.

    bir tiyatro sahnesi gibi. her karakter trafiğin bir parçası. dışarıdan bakınca günlük bir olay gibi. ama iç yüzünde, her gün yaşanan rutinlere karşıt farklı dünyaları barındıran, insanları kendine mecbur eden bir zorunluluk gibi trafik. trafik çözülemeyen bir düğüm.

    otobüsler var bir de trafikte. hayatımın büyük çoğunluğunu geçirdiğim ikinci gizemli varlıklar. her gün onlarcası doluşup doluşup boşalıyor duraklarda. her gün onlarca insan amaçlarına ulaşmaya çalışıyor otobüse binip. gidecekleri yere gitmek istiyorlar. otobüs bu görevi icra etmek için her gün keşmekeşin içinde yol alıyor. insanlar; durakta bekliyor, kimi zaman ellerine yarım eldivenlerini geçirip soğuktan titrerken, kimi zaman caddenin karşısından otobüsü görüp, son bir depar atıp trafiğin ortasına atlayarak şoföre kendini gösterme çabaları içerisindeler. tek bir amaçları var. amaçlarına ulaşmak. güzel bir kadın geçtiğinde saçlarını savurarak, o zaman trafik bile bambaşka bir boyuta bürünüyor. kadın karşıya geçtiğinde ve yeşil yandığında arabalara, işte bu güzel bir müziğin bitip gürültünün başlaması hissiyatı veriyor insana. arabalar sonsuzluğa akıyor gibi bazen. ambulans adeta bir araç olarak görevini ifşa ediyor gibi. sanki ambulans etten kemiktendir de biz farketmeyiz bunu. o sırada herhangi biriyizdir biz. yaya, yolcu ya da sürücü... ambulanstaki hasta değilizdir en basitinden. ziplenmez trafik. zaten yeterince sıkışıktır. çarpışan arabalar gibi gelir bazen araçlar. ama her şey gördüğümüzden daha gerçektir. ya da bilmediğimiz kadar büyük bir sır taşır içinde. hangisi olursa olsun arabalar çarpışınca kaza olur. insanlardan bir demet; kol, bacak, kaş, göz savrulur. nedenini anlamdıramadığım bir aldatma da mevcuttur trafikte. umduğumuz gibi olmayabilir bazı şeyler. uzaktan gelen araba cancanlı renkleriyle, etkileyici tasarımıyla sizi baştan çıkarır ama içinden quasimado fırlayıverir aniden. bu sefer hayatı sorgulayıp gençliğinizin ve güzelliğinizin neleri hak ettiğini ve neleri hak etmediğini düşünürsünüz. o kadar çok düşünürsünüz ki hiç bir sonuca varamadan hayatınıza devam edersiniz otobüs ahalisiyle. ama zaten çoktan alıştığınız suratlar, alıştığınız kalabalık size hiç koymamaya başlar. hatta o trafiğe bir başıma gireceğime otobüste olayım daha iyi dersiniz. herkesi benimsersiniz. devam edersiniz optimistik kızı oynamaya. "ya birden caddeden yakışıklı bir erkek geçerse. ya bakayım derken önümdeki araca çarparsam. evet evet tercihim otobüs benim." trafikte olmak size göre değilse ve yeterince çapkınsanız sosyal ortamlar sizin için daha hayırlıdır. hem kim bilir? belki yan koltuktaki kız yada erkek sizinle aynı müziği dinlemek için kulaklığını uzatacaktır.

    "ulan oğlum ben milletin kulaklığını takmam!" derseniz. çifte kulaklık girişli ek zımbırtı mevcuttur.
    6 ...
  4. 3.
  5. bazı minibüsçülerin yolda 45 derecelik bir açıyla durarak yolcu indirmeleri bu manzaraya kötü bir örnektir.
    1 ...
  6. 4.
  7. 100 bin liranin uzerinde bir arac ile seyahat halindeyseniz, ceza yememeniz ufak bir olasiliktir.
    1 ...
  8. 5.
  9. hoşgörü ve sükunetten bir haber sözde sürücülerin sayılarının gün geçtikçe artması nedeniyle hiç de iç açıcı olmayan manzaralardır. https://www.youtube.com/watch?v=EmEcslVXGWU
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük