sebebi trabzonlu olduklarını heryerde belli etmeleridir ki bu gayet doğal.
keşke her memleketin insanı kendi şehrine sahip çıksa.
biz acaba trabzonlular kadar olabiliyor muyuz?
30 küsür yaşındayım. trabzonluyum. 20'li yaşlara kadar trabzon'da soludum, büyüdüm. 15 yaşıma kadar evimizde su yoktu, köyümüzde yol yoktu. annem her "oğlum" diye çağırdığında oyunu bırakıp çeşmeye koştum. 90'lı yıllarda kent merkezine 10 kilometre mesafesindeki köyde su taşıyordum anlayacağınız. sebebiyse bir türlü devletin yaptığı yatırımların tutmamasıydı. aklıma dağa çıkmak geldiğinde hep yeşil yaylalarımızdaki mutlu teyzeler, nineler geldi. dağa her çıktığımızda da kendileriyle barışık mutlu insanlar gördüm. yaylalarda kırlarda koştuk, eğlendik. kafamızda hep güzel bir ülke, kendimiz için de güzel bir gelecek hayal ettik. sonra hayat mücadelesi dedik okumak gerekiyordu. babamızın arttırdığı üç beş kuruşla dersaneye gittik. üniversite kazandık okuduk. belki de adam olduk. ve bir şey dikkatimi çeker hep. ben bu güne kadar kime trabzonluyum desem hep gözünün içi parlar ve bu parıltıdan gurur duyarım.
trabzonlu olmak mert olmaktır. genel etiketimiz budur. aramızda kötü niyetliler mutlaka var. ancak genel olarak memleketimde dürüst insanlar, doğrucu, şakacı insanlar görürüm. her yıl iki kez memleketimde olmazsam kendimi yaşıyor sanmam. bu ülke için ikinci kez gazi olarak cepheye koşan sakarya savaşından dönmeyen ali çavuş'un torunuyum. ruslar köylerimizi bastığında tecavüz ettiği ve gururundan intihar eden küçük ayşe'nin damarından bir parçayım. büyüklerini kaybettikleri için yoksul yaşayanların büyüttüğü bir trabzonluyum.
birileri deniz görmüş kürt yakıştırması yapıyor. bu cümleyi iki kez duyduğum için bu satırları yazdım. "deniz görmüş kürt" lafı ile yapılan küçümseme beni yaraladığı gibi bunu okuyan kürt'leri de yaralayacaktır.
birileri sizden öndeyse ya saygı duyarsınız ya da bok atarsınız. işte bazıları bok atmayı karakterine daha çok yakıştırabiliyor.