vaat edilmiş mağlubiyetimin intiharındayım,
mahiyeti iğfal edilmiş yetimin kalbiydi hasetin
ve hasreti mezar olmuş muayyen nefeslerinin nefsi;
kıblesi kaybolmuş aşkımın kutsal piçi,
sen aslında hiç yoktun
sen aslında bir hiçtin sevgili...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
ah pembeliğime aleyhtar renksiz adamlar; dejenere olmuş günümüze ehemmiyet katan beyaz loblar, empresyonist düşlerin erozyona uğramış estetik pipileri... ne de güzel bir gündü oysaki. fakirlere otomobiliyle çarpan bir fabrikatör kahkahası misali içten, birtakım cinsel münasebetler esnasında "beethoven" dinlemeyi yeğleyen gayri muayyen gençlerin sol meme uçları kadar dik, hal çaresi bilinmez hodbin ruhlarımızın pembe faniları kadar egzotik, poposuna hususi teşebbüslerde bulunulmuş birtakım kadınsal bayanların münafık nefeslerinden de kötü mistik ibareler misali karmaşık bir gündü.
tanrım ne de güzel bir gündü ama...
yine her salı sabahı olduğu gibi, ikamet ettiğim güzel şehrimin en elit parkına oturmuş, yem bulmak konusunda çeşitli sıkıntılara düşmüş kadınları ihtimamla yemliyor, ve netice olarak vicdani sirkülasyonlarımı gidermek suretiyle tebessümlerime iktifa ediyordum.
bu pembesel ve bir o kadar da insani olan davranışıma tanık olan halk ise beni ayakta alkışlayarak çeşitli sevgi gösterilerinde bulunuyordu. parkı istila eden bu duyarlı halkı elimdeki çivili tahtayla kovaladıktan sonra yemleme işlemine geri döndüm.
bu sırada banklarda bağlı vaziyette bekleyen evcil kadınım üzgün üzgün gözlerimin içine bakarak ağlamaya başladı. sanırım gözlerinin önünde beslediğim akranlarının sahip olduğu o özgür ve tehlikeli yaşama gıpta etmişti. "bakma öyle dişiselim, onlar birer sokak kadını. bak bir kap yem için bile birbiriyle kavga etmek istiyorlar. bu mu özendiğin hayat?" diye onu azarladım. sualime kulaklarını dikerek, akabinde de boynunu bükerek yanıtladı. pembe yüreğim sızlamıştı...
dayanamayıp tasmasını açtım. özgürlüğün vermiş olduğu heyecanla, yüzüğünü kaybetmiş bir frodo edasıyla sağa sola koşturup çığlıklar attı. tanrım ne kadar da mutluydu... bir süre yabani kadın arkadaşlarıyla oynadıktan sonra koşarak parkın karşısındaki inşaata girdi.
endişeyle ben de arkasından koştum.
onu kaybedemezdim. narin ve elit yaşama adapte olmuş bu evcil kadınımı sokakta türlü türlü tehlikeler bekliyor olabilirdi. kim bilir onunla neler yaparlardı?.. kimse pembe tolga'ya ait bir şeye zarar veremez. o her ne kadar biyolojik hata ürünü dişisel bir kadın da olsa, bana ait evcil bir kadındı. çiftleşmesine dahi izin vermezken onu şehrin karanlık sokaklarında bir başına bırakamazdım. derhal arka cebimden çıkardığım kırbacımı inşaata doğru tıslatarak içeriye girdim.
karanlık bir inşaattı. acaba ben yetişene kadar çoktan evcil dişimi becermiş miydiler? yoksa meme uçlarını kesip tuğlalarla mı ezmiştiler? tanrım düşünmesi bile ürkünçtü. ağızları taassup kokan hunhar ameleler tarafından emiliyor muydu yoksa?.. koşar adımlarla merdivenlerden çıkmaya başladım. yüreğim homoseksüel bir bıldırcın gibi titriyordu. sakin kalmakta güçlük çekiyordum. kendimi teskin etmek gayesiyle yüzüme 4.000 dolar çarptım. bu biraz olsun kendimi iyi hissetmemi sağlamıştı.
ve tam da bu sırada evcil kadınım koşarak arkama saklandı. saçı başı dağılmıştı ama iyi görünüyordu. hiçbir günahkar el ona el sürmemişti. derhal tasmasını takıp, kaçtığı için onu tüm pembeliğimle kınadım. ve ardından o sesler...
insanın ruhuna sirayet eden o korkunç naralar.
bahçeden birtakım öfkeli kalabalığın sesleri yükseliyordu. neler olduğunu anlamak için başımı balkondan uzattığımda hayalarımdan çarpılmışa döndüm. en fazla 11-12 yaşlarında olduğu anlaşılan bir çocuğun boynuna urgan geçirip idam etmek üzereydiler. minik yavrucak gözyaşları içerisinde titriyor, öfkeli kalabalık ise onu taşlayarak hakaretlerde bulunuyordu. tam balkondan kendimi gösterip bu davranışları için onlara teessüf edecektim ki, çocuğun altındaki sandalyeyi devirdiler. minik bebeyto can çekişiyordu. arka cebimden çıkardığım rambo bıçağıyla inşaat kumlarının üzerine atlayıp, bıçağı idam ipine fırlatarak yavrucağı kurtardım. ayaklarının üzerine düşer düşmez arkama saklandı. kalabalık ise birkaç adım geriye adım atarak olan biteni anlamaya çalıştı.
minik bebeye dönerek seslendim:
- merhaba, ben pembe tolga. söylesene bana minik dostum, bu amatör techizatlarla yaşamına kasteden, sıfatlarını dahi telaffuz etmekten çekindiğim, sakallarını kesip sırtımı keselememek için kendimi zor tuttuğum son derece günahkar oldukları gömleklerinin renginden belli olan bu adamlar seni neden öldürmek istediler?
+ amca amca nolur kurtar beni bunlardan. ben sadece inşaata kaçan topumu almak için peşinden gitmiştim. sonra beni yakalayıp asmak istediler.
"yalan beyim!" diye seslendi kalabalıktan bir amca. ardından devam etti: "bu minik sıçan masum değil. kasap abidin efendi görmüş onu, topu bilerek kaşla göz arasında inşaata kendisi yuvarlamış. büyüyünce ibne olacak bu it dölü. biz mahallemizde böyle şeyler istemeyiz. asın ibneyi! yallah bismillah! "
artık kalabalık iyiden iyiye galyana gelmişti. bir hışımla üzerimize saldırdılar. minik eşcinseli tuttuğum gibi yukarıdaki balkona fırlattım. o artık güvendeydi. üzerime ateş açmaya başladılar. altımdaki kumu kendime siper edip teyakkuza geçtim. gömlek cebimden çıkardığım portatif pompalı tüfeğimi saniyeler içinde kurup ben de ateş açmaya başladım. bu silahı tasarladıkları için mühendislerimi becersem yeridir. artık mahşeri bir çatışmanın içerisindeydim. her taraftan kıstırılmıştım. pembe bir komando gibi onurumla ölmenin hayalini kuruyordum. en azından minik eşcinseli kurtarmıştım. yani bir hiç uğruna ölmeyecektim. gaydaşlarım beni bir kahraman gibi anımsayacaktı. kim bilir belki bir gün pembe bir heykelim bile dikilirdi...
ve gülümseyerek çıkardım başımı siperden. hemen çaprazımdaki homofobik dedenin alt dudağına nişan alarak bastım tetiğe. taklalar atarak beyni duvarlara saçıldı. üzerime döner bıçağıyla atlayan gencin sol böbreğinden vurdum. yaralıydı... merhamet etmeden kalbine silahımın süngüsünü batırıverdim. bitmek bilmiyorlardı. artık cephanem de bitmek üzereydi. balkondaki minik yavrucakla göz göze geldik. kahramanına gülümsüyordu. benim ise huzur tesirli göz yaşlarım süzülüyordu... bir an evvel cennetteki gaydaşlarımın yanına gitmeyi umuyordum. ben de gay dedelerim gibi davamız uğruna şehit düşmek üzereydim. artık zamanı gelmişti... tüfeğimi ardımda bırakarak siperden fırladım. günahkar kalabalığın üzerine koşup haykırdım: " ne duruyorsun renksiz adamlar! ateş edin, durmayın! belki öldürebilirsiniz, belki rengini değiştirirsiniz bir adamın; ama yıkamazsınız! yıkılmam ben!"
tam ateş etmeye başlayacaklardı ki, hepimiz gökyüzünden gelen helikopter sesiyle irkildik. helikopter iyice yaklaştığında kahkaha atmaya başladım. bu robotum gri tlg idi. krom elleriyle "ok" işareti yaparak, kalabalığın üzerine art arda roket atışları yaptı. kimisinin kolu, kimisinin kafası, kimisinin de lobları havaya saçılmıştı. havada uçuşan parçalanmış loblara beyzbol sopamla da vurmadan edemedim. aralarından birisi ağır yaralanmıştı ama yaşıyordu. derhal yanına gidip, poposun sağ ve sol lobunu özenle ayırıp içine pembe rüyayı empoze ettim. onu hınçla, nefretle ve intikamla becerdim. balkondaki minik yavrucağa gözlerini kapamasını işaret ettim. yaralı adamı yaklaşık yirmi dakika becerip loblarının arasına 2.000 dolar iliştirdim.
ve robotum gri tlg, helikopterden aşağıya halat sarkıtıp bizi yukarıya çekti. ben, minik eşcinsel yavrucak, ve de evcil kadınım artık güvendeydik. helikopter gökyüzünün uhrevi maviliğinde süzülürken ardımızda bıraktıklarımızı izliyordum. parçalara ayrılmış onlarca günahkar beden, gözlerinden vahamet süzülen günahsız bir ruh, zihniyetleri karanlığa bürünmüş milyonlarca kayıp ruh...
tanrım ne de güzel bir gündü oysaki. değer miydi tüm bunlara?.. değer miydi?
gökyüzünden cesetlerin üzerine 6.000 tl bozuk para döktüm.
ve ağlıyordum meşru kılınmış karanlık keşke'me. bir iblis tebessümünde, yahut vicdanı satılmış bir meleğin kalbinde ağlıyordum.
ağlıyordum işte. ağlıyordum tecrit edilmiş hayallerimin gerçekliğine...
vaat edilmiş mağlubiyetimin intiharındayım,
mahiyeti iğfal edilmiş yetimin kalbiydi hasetin
ve hasreti mezar olmuş muayyen nefeslerinin nefsi;
kıblesi kaybolmuş aşkımın kutsal piçi,
sen aslında hiç yoktun
sen aslında bir hiçtin sevgili...
inşaattaki gizemi merak eden çocuktur.
Kendi hayal dünyasında orayı adeta hayalet eve dönüştürmüştür. Ve korkularını yenerek başına geleceklerden habersiz topunu oraya yuvarlayarak hayatında yeni bir başlangıç yapmış olur.