'Vay anasını satiim be' dedim. 180 sene. 180 çarpı 365 gün? Romanın üzerinde yazıldığı masa, kağıt, mürekkep, inceden esen kasım rüzgarı, balzac'ın cigarasının dumanı, tek tük öksürüğü, Maffiers belediye encümeni, yan dairedeki vızıldayan velet, karşı apartımandaki huylu ihtiyar ve balzac...hiç ama hiçbiri yok şimdi. 180 sonra! 'işte ebediyat bu olsa gerek' dedim. 'evet evet işte bu ve bu süper bir şey' diye pekiştirdim. sonra, böyle nasıl desem tatlı bişeyler çekti canım. tatlı bi öpücük ve veya tatlı bir sevdicek kelamı?? yo yo, romantizmalara tutulmaya hiç hacet yoktu. ihtiyacımı karşılayacak evdeki tek ürün hafiften kararmaya başlamış kolpa bir armuttu. bildiğin armut! mutfaktaydı. oraya yöneldim. 'vay anasını be, 180 sene lan, oha' dedim.
eh fena değildi, armut yani. tatlıca ama çok tatlı değil. biraz da kuruydu.
eh, iyi sayılır, roman yani. iyice ama çok iyi değil.
şöyle de bir cümle vardı kitapta geçen. gitmeyen:
"ticareti sanki ne diye küçük görürler bilmem ki! Adem baba cenneti bir elmaya sattığına göre, dünya ticaretle başladı demektir."