her ruh halinde dinlenebilecek nadir müzisyenlerdendir. yetmişlerde caz-blues arası gidip gelen, evlenip kafayı iyice sıyıran abimiz, 80'li yıllarda yaptığı swordfistrombones - rain dogs - frank's wild years gibi 3 bomba albümle bi insanın ne kadar yaratıcı ve psikopat olabileceğini göstermiştir. doksanlarda hatta iki binli yıllarda da orijinalliğini korumuş, heykeli dikilecek bir insan olmuştur.
kendisini tanıdığım ve vazgeçilmezim olmasını sağlayan şarkı ise:
şimdiye kadar sesini en güzel anlatan şüphesiz Daniel Durchholzdur."bir fıçı viskiye daldırıp,3-5 ay tütsülenmeye bırakıldıktan sonra sokağa atılıp üzerinden arabayla geçilmiş gibi" der.
poor edward diye psikolojik rahatsızlıklarından dolayı intihar etmiş bir zavallı edward´ı şarkısına konuk etmiş sevgili bir dost. şapka çıkarılacak insan. o poor edward da ne güzel bir şarkıdır.
Sarkılarını dinlerken geçen kamyonların havalı kornaları en az saksafon kadar uyumludur ruha. Yaşadım, kornayı saksafon sanıp kendimden geçtim. Herif dehadır. Kamyoncu yani. Şakası şu kenara... Russian dance ağza sıçırttırır. Goin out west uçurur.
herkes gırtlağa takmış. kimisi balgam diyor, kimisi sigara diyor, kimisi viski diyor. arkadaşım, bi de şiirleri deyin, müziği deyin..
geçenlerde nette gezinirken tom'u bob dylan'la kıyaslayan amerikalı şişman bi çocuğun yazısını okumuştum. "homer simpson'dan ne farkı var tom waits'in" diye noktalamış yazısını.. insan olan sinirlenir tabi.
burma shave parçasının slow versiyonuyla sizi sizden alacak olan/alan,rüyalarıma girip benimle aynı masada içki içen ve sohbet eden o delim adam.
(bkz: türkiye'ye gelmesi dört gözle beklenen sanatçı)
insanda 'bu nasıl bir gırtlak,sözleri sigara dumanıyla ciğerlerine çekiyor,müziği viskiyle damarlarında akıtıyor.' düşüncesi uyandıran özel ve eşsiz sanatçı.
sadece dinlemek için değil dans etmek için de muhteşemdir.
eğer elinizde orijinal cdleri, posterleri, belki de maskotları varsa dinlemekten fazlasını yapıyorsunuzdur tom waits i. rüyanızda görmek mi? ayrı bir konu.
şimdi bir plak koleksiyonu yapıyorsun.. plak koeksiyonu. böyle, ımm, tozlu raflar, şairlerin portrelerinin asılı olduğu duvarlar veee... bolca şiir kitabının bulunduğu kitap rafları.. masanın üzerinde tüm odayı esiri altına alan zayıf bir ışık.. evet o şair fotoğrafları arasında nazım hikmetin gökyüzüne baktığı fotoğraf da var.. gece saat ii ve pencereden manzaranın karlı görüntüsü de çok keyif verici..
plak demiştim. plak.. ve bir de pikap tabi. rafımda bolca plak var, eskilerin adamıyım ben. eskilerin müzikleri yaşatıyor beni, ben milenyum dediğimiz yerdeyim ve burda nefes alamıyorum. eskiler benim oksijen tüpüm. ihtiyacım. kim var orada? bir tıngırtı geliyor, bu o ses mi? bir kapı gıcırtısı ekleniyor sonra.. evet. tom waits'i yerleştirmişim pikaba ben.. ne o? orphans albümlerinin ikincisinden geliyor sesler.. evet. o.
o. tom waits.
bir de tavanı seyretmek vardı değil mi.. bu tavanı seyretmek olayı da şudur. bohem yaşamıdır bu. ve bir bakıma da meditasyondur. evet. uzakdoğulular bunu dini ritüellerine katarlar, biz ise mutluluğumuz artsın diye yaparız. ama; huzurdur. yani tavanı seyretmek huzurdur.
nasıl mı bağlayacağım?
tavanı seyreden bir insanın tom waits dinliyor olması çok doğaldır çünkü her iki öğe de huzuru arayışın simgesidir...
sizi 1900 lü yılların irlanda'sında bir kadeh şarapla bitmeyen sigaralara terk eden sanatçı.
ve bir röportajından;
jim jarmusch: sen geminin yönünü belirleyen denizcinin ta kendisisin, tamam mı ? gemide başka denizciler de var ve onlar da senin yönetim kurulun.
tom waits: ..müziğe yaklaşımım hala çok kaba. ben müziği okumam ya da geleneksel nota sistemleriyle yazmam. trende uçakta ya da arabada yolculuk ederken aklıma bir şeyler gelirse diye kendi kaba steno sistemimi geliştirdim; buna hiyeroglofi de denilebilir.
bir enstrümana endeksli de değilim. tek başına yazıldığında heyecan verici olan her şeyi kaydederim, sadece kayıt cihazınız ve kendiniz, enstrüman yok, sadece sesi kullanacaksınız. doğru ya da yanlış olabilecek herhangi bir şey yoktur.
parmaklar zeka sahibidir ve gideceği yeri bilir. tıpkı daktilo başında oturup, parmaklarınızı harflerin üstüne koyduğunuzda olduğu gibi. bazen sadece siz ve makina kalırsınız.
ve kendisinin jim jarmusch ile yaptığı söyleşiden;
''yaklaşık 7 yaşındayken okyanusta yüzüyordum. hava kararıyordu ve babamın çağırdığını duydum. babamın nadir görülen, neredeyse eşsiz bir ıslığı vardı ve ben nerede olursam olayım, oraya ulaşırdı. duymaktan ve bu ıslığın beni çağırdığını bilmekten hoşlanırdım. eve dönmek zorundaydım.''
sesi için,bir fıçı burbonda ıslatıldıktan sonra beş ay tütsülenmiş ve ardından da bir arabanın altında çiğnenmiş gibidir tanımı yapılmıştır.düşünün artık adamın sesindeki dehşeti.telephone call from istanbul kafa dumanlıyken çok iyi gider.