tokatlar üzerine

entry2 galeri0
    1.
  1. eski bir dostumun hayatından esinlenerek yazdığım bir hikayenin başlığıdır. blogumdan copy paste edeyim de tam olsun.

    ovaların ardındaki o güzel ülkenin yaşlı bir kralı vardı. her güzel ülkenin olduğu gibi o ülkenin de kralı, halkını mutlu, huzurlu ve zenginlik içinde yaşatırdı. ülkenin halkı krallarına bağlıydı. bir dediğini iki etmez, savaşmaksa savaşıp ölür, yaşamaksa yaşayıp üretirlerdi. kral, kral gibiydi, halk halk gibi.

    o güzel ülkenin kralının bir de kızı vardı. yüzü ay gibiydi. çok güzeldi. prensesi olduğu büyük şatonun her bir taşı bile, prenseslerine aşıktı. onun hatırına bir arada durup o koca şatoyu bir bütün halinde tutar gibiydiler. kral ve kraliçenin gözbebeği idi prenses. adı yoktu. kimse ona yakışacak harflerden oluşacak bir isim bulamamıştı. herkes ona prenses derdi. kral için ülkesinden bile önde gelirdi prenses. halkın da bundan şikayeti yoktu. prensesin güzelliği sayesinde, tanrıların ürünlerinden bol hasat elde etmelerine izin verdiklerine inanırlardı. o ülkenin halkı biraz aptaldı. ama mutlu, huzurlu ve zengindiler.

    bir gün kral ve kraliçe prensesin büyüdüğünü fark ettiler. prenses bunun bilincindeydi fakat önemli olan anne ve babasının bunu fark etmesi idi. kral ve kraliçe artık kızlarının evlenmesi gerektiğine karar verdiler bunu kızlarına bildirdiler. prenses itiraz etmeden dinledi ve “kaderimi kralım olan siz babam çizersiniz” dedi. kral ve kraliçe asil ailelerine ve kanlarına yakışan sözler eden prenseslerine gururla baktılar. o an şatoda kim varsa prenses ile gurur duydu. kral asasını üç kez yere vurdu,tahtına iyice yerleşti, kraliçesine baktı ve ardından konuştu.”prensesim evlilik çağına gelmiştir. asil kızımı, yine asil bir erkek ile evlendireceğim. tellallar çıkartın, tüm ülkeye haber verin, kızıma talip olan kim varsa gelsin, yarışsın, asil biri olduğunu ispatlasın ve prensesimin kocası olsun”.

    kralın kırk beyliğine, kırk haberci yollandı. haberler gönderildi. fakat prensesin talibinin çok olduğu söylenemezdi. çoğu erkek kendini prensese layık bile görmüyordu. kral zorlu bir adamdı. yarışmaların ne olacağı konusunda kimsenin bir bilgisi yoktu. zorlu bir kralın yapacağı yarışmalarda en az kralın sakalı kadar zor olacaktı. hele ki ödül prenses iken. kırk beylik kırk gün düşündü. kırk ülkeden ancak üç asil şövalye kendilerinde yarışmaya girecek cesareti buldular.

    onlardan birinin adı sir heart idi. uzun boylu, esmer tenli ve yapılı bir şövalye idi. kırımızı beyliğin en asil şövalyelerinden biriydi. zırhını giymediği zaman açık bıraktığı saçları beline dökülecek kadar uzundu. kalkanının üstündeki kalp, beyliğinin sevecenliğini, hoşgörüsünü ve krala olan sevgi bağını simgeliyordu. kırmızı beyliğin her bireyi, bir diğerine sevgi besler, kötülük düşünmezdi. hepsinin silahları vardı ve hepsinin üstünde statülerine göre çizilmiş kalp figürleri vardı. bu silahlardan hiç biri, bir kırmızı beylik insanına karşı kullanılmamıştı. onlar kralın savaşları içindi.



    bir diğer şövalye, yeşil beylikten gelen asil lord paund idi. yeşil beylik en zengin ailelerinden birine mensuptu. yeşil beylik diğer beyliklerden, halkının zenginli ile ayrılırdı. herkesin çok parası vardı. lord paund, halkı tarafından çok sevilir ve saygı görürdü. en ağır vergileri veren yeşil beylik halkı bundan asla gocunmazdı. zenginliklerine her an zenginlik katan bu beylik, kralın savaşlarını maddi yönden desteklerler ve çok asker göndermezlerdi. lord paund, orta boylu, sarı saçlı, renkli gözlü yağız bir şövalye idi. lord unvanını erken yaşta ölen babasından almıştı. parasının alamayacağı nadir şeylerden biri olan bu unvanın hakkını verirdi. sürekli diğer beyliklere seyahat eder ve ticaret yapardı. kralın ülkesinde bilinen ve sevilen bir genç efendi idi.

    öteki efendi ise sir mind idi. mavi beylikten geliyordu. yeşil iri gözlerine bakmak cesaret isterdi. ateş saçan gözler… zeka dolu gözlerine bakabilen çok azdı. kiminle göz göze gelse, hemen ne düşündüğünü anlar ve ona göre davranırdı. kimse ona yalan söyleyemez, kandıramazdı. bilinen insanlar arasında en zeki olan o idi. fakat asla ukala değildi ve kralına sonsuz bir sadakat ile bağlıydı. yaşlı sakallı kral, mavi beyliğe yaptığı bir gezide henüz çocuk yaşta bir efendi olan sir mind’ın hayatını kurtarmıştı. zeka tecrübe olmanda pek bir işe yaramıyordu. bunu o an anlayan sir mind kralına sonsuz bir bağlılık yemini etti. zekasını asla kralına karşı kullanmayacaktı. mavi beylik insanlarının tipik özelliği olan zeka bu genç efendide vücut buluyordu. sir mind, kralın kumandanlarının ülkesinde yetişiyordu ve ileride parlak bir kumandan olacağının ip uçlarını şimdiden veriyordu.

    üç efendi bir gün arayla, prensesin şatosuna doğru yola çıktılar. hepsi de görkemli törenler ile yolcu edildiler. her beyliğin halkı, kendi efendisini umutla gönderdi yarışmalara. üç efendi, uzun uzun yollar aştılar. ormanları,dereleri ve vadileri aşarak kralın şatosuna aynı anda vardılar. birbirlerini saygı ile selamlayıp, şatonun önüne geldiler. şatodaki garipliği ilk sezen sir heart oldu. sanki taşlar yas tutuyordu. sanki şatonun her bir taşı ağlamaklıydı. taşların iniltisini kalbinde hissetti genç efendi ve diğerlerine “bir gariplik var” dedi. birbirlerine onaylayan ifadelerle bakan üç efendi daha sonra kapıya doğru dönerek seslendiler. “biz üç soylu beyin, üç soylu oğlu, kralın hizmetine girmeye, yarışmalarına katılmaya geldik.” şatonun kapısı ağır ağır açıldı. kapı ağlıyordu. zincirler sanki efendilere yalvarıyordu “ne olur onu kurtarın”. sir mind bu çağrıyı aklının en derin odalarında duydu. şatoda hüzün vardı. kapıdan girdi üç efendi ve kralın huzuruna çıktılar. “biz üç soylu beyin, üç soylu oğlu, kralın hizmetindeyiz.” fakat kral ve kraliçe tahtlarında oturmuş ağlıyorlardı. hizmetçiler, soytarılar, vezirler herkes, herkes şatonun taşları ile beraber ağlıyordu. lord paund, diz çöktüğü yerden “nedir asil kralımızı böyle ağlatan” dedi. “yoksa, tanrıların gazaplarının geleceğine dair işaretler mi gördüler büyücüler?” kral doğruldu ve “asil mavi beyliğin asil lordu paund, bu söylediklerin değil bizi ağlatan. üç gün oluyor. üç gündür kraliçemle ağlamaktan başka bir şey yapamıyoruz. üç gündür prensesimin sesi çınlamıyor bu duvarlarda. onun yüzü aydınlatmıyor ruhlarımızı artık.” “ne oldu asil prensesimize” dedi sir heart. “o mel’un dev kaçırdı prensesimi” dedi kral. “üç gün oluyor. şatomuzu bastı ve asil şövalyelerimi öldürdü, prensesimi benden aldı.” sir heart ayağa kalktı ve kalp simgeli kalkanını göğsün e vurarak “ben kırmızı beyliğin asil şövalyesi sir heart, kralımın hizmetindeyim” dedi. “mavi gökyüzü güneşine kavuştukça kralımın hizmetindeyim” diyerek doğruldu sir mind. “yeşil ovlara and olsun, kralımın hizmetindeyim” diye ekledi lord paund. “prensesimi bana getirin öyle ise” diye emretti kral yüksek sesle.

    üç efendi kralı ve kraliçeyi selamlayıp şatodan ayrıldılar. dev’in mağarası şatodan insan mesafesi ile on gün uzaklıktaydı fakat dev, büyü ile çoktan mağarasına varmıştı bile. üç asil efendi vakit kaybetmeden yola çıktılar. on günlük zorlu yolu sekiz günde aştılar. ormanları,dereleri ve vadileri geçtiler. hiç durmadan sekiz gün gittiler ve sekizinci günün sonunda mağaraya ulaştılar. ,

    mağaranın ağzında üç efendi bir ağızdan seslendiler “şeytan yaratık, prensesimizi bize teslim et, biz de senin canını bir anda alalım. yoksa çetin bir savaş ve acı bir ölüm olur hakkın.” dev, içeriden “cesur üç efendi mağarama davetlidir. "içeri gelsinler” dedi. hep birlikte içeri girdiler.

    dev’in mağarası aydınlıktı. içeride yüzlerde meşale vardı. duvarlarda bu meşaleler yüzünden kalın bir is tabakası oluşmuştu. üç efendi titrek alevlerin arasından dev’i seçtiler. derisi griydi. boyu beş adam kadardı. gözleri yoktu. kulakları yüzünü bile aşacak boyutlarda büyüktü. burnu yüzüne basık, elleri vücudu ile aşırı derecede orantısız olarak büyüktü. vücudunda bir çok yaranın, bir çok savaşçının izi vardı. tecrübeli bir yaratık olduğu belliydi. hemen arkasındaki tavandan sarkan kafeste prenses uyuyordu. “ne istiyorsunuz benden? size ne verebilirim” dedi dev. “çirkin yaratık” diye haykırdı lord paund. “prensesi bize teslim et yoksa…” “yoksa ne?” diye böldü dev. “yoksa şeytani canın bedeninden çok zor bir biçimde çıkar” diye araya girdi sir mind. “sir mind… genç ve zeki kumandan. sesinizi duymak ne güzel.” dedi dev. “i̇smimi nereden biliyorsun?” “sizi bu diyarlarda tanımayan yoktur efendim, mavi ülkenin genç şövalyesi.” “ sizlerde sir heart ve lord paund olmalısızın. evet evet, onlarsınız. siz üçünüzle aynı anda tanışmak büyük şeref. saygı duyduğum üç efendi karşımda” dedi dev ve bir an sustu. “bu yüzden sizi öldürmek daha zevkli olacak” diye gürledi ve efendiler doğru eliyle bir hamle yaptı. bu hamleyi sezemeyen sadece sir heart oldu ve dev onu yakaladı. kalkanını elinden düşüren genç efendi dev’in avuçlarında kıvranırken dev dişleri ile sir heart’ın kafasını kopardı ve bedenini sert ve hızlı bir hamle ile duvara vurup ezdi. bu sırada dev’in arksaına geçen lord paund kılıcını dev’in sırtına fırlatarak saplamak istedi fakat isabetli bir atış yapamadı. kılıç mağaranın tavanına çarpıp yere düştü. dev savunmasız kalan lord paund’u yakaladı ve yere yatırarak üzerine zıpladı. lord paund’un kafası bedeninden ayrılıp sir mind’ın önüne yuvarlandı. “evet sir mind… sanırım baş başa kaldık.” “intikam” dedi sir mind. “intikamım gece kadar ağır olacak” sir mind dev’in hamlelerini anlayamıyordu çünkü dev’in gözleri yoktu. bir müddet hamle yapmadn karşılıklı beklediler. birbirlerinin çevresinde dönüyorlardı. bir anda dev, mağarada bir taş çıkıntısına vurdu ve tavandan bir kafes sir mind’ın üzerine düşerek onu hapsetti. “yaşayan en zeki insan olabilirsiniz sir mind ama ben de fena sayılmam değil mi” dedi dev. elini kafesin içine uzattı fakat onu ilk karşılayan genç efendinin hançeri oldu. bir anlığına duraksayan dev elini tekrar kafese soktu ve bu sefer genç efendiyi yakaladı. onu iki eliyle tutup belinden çekti ve ikiye ayırdı. böylece üç efendinin hikayeleri dev’in mağarasında noktalandı. sıradaki hikaye ise bir devi on günlük mesafeden büyüleyip etkisi altına alan ve babasının krallığını ele geçiren bir prenses hakkında olacaktı.
    1 ...
  2. 2.
© 2025 uludağ sözlük