evimin geniş ve uzun bir balkonu var…
mevcut tahta ve çıtaları kesip biçerek birbirine yakıştırdım ve pekâlâ bir parmaklık yaptım…
geçen sene (1992) “sunta” ve tahtadan çattığım çiçekliklerin yanına, çöpe niyetine yol kenarına atılmış büyük peynir tenekelerinden edinerek ve onları da kesip biçerek yeni çiçeklikler ekledim…
sonra, toprak ıslah çalışmalarım…
geçen seneki çiçeklerden kalma tohumları ve meyve çekirdeklerini ekmem…
ellerim, hapçıların elleri gibi kesik içinde ama, emeğinden ve eserimden mesudum…
uğraştığım işin, ruhumu teskin eden bir tarafı var…
tııpkı hamile kadının, geçmiş doğum sancılarının hatırasıyla yeni bir doğum sancısından kaçınma tecrübesini andıran nafile bir sığınak gibi olsa da, söylediğim üzere bana nefes payı gelen bu çabadan mesudum!..
muhabbet kuşu…
kim bilir kimin evindeki kafesinden firar etmiş ve benim bahçeyle bir seviyedeki evin balkonuna konmuş… lâtifeli bir dille söylersem; demek zevk sahibiymiş…
uyku mahmuru gözlerle çay ve sigaramı içmek üzere balkona çıktığımda, 13-14 yaşlarındaki komşu çocuğu Yalçın, “amca şu kuşu yakalar mısın?” dedi… baktım, ayakları ve kanatları bir kafes imkânındaki sıçramalara uyarlı muhabbet kuşu…
bilmem yakalayabilir miyim?.. neticede yakaladım… kuşun zaten sahibi olmayan yalçın, kendi malik olma arzusunu askıya aldı ve onu sahipleneceğim kesin kanaatiyle bana, hakkı olmayışın rıza tavrıyla baktı…
ama çocuk; bilmez miyim onun yüreğinin bir kuş gibi sektiğini… balkondaki delikli bir çamaşır sepetinin altına koyarken, “kuş senin!” dedim.
kimin olduğundan habersiz kuş, çamaşır sepetinin içinde, kafesteki alışkanlıkları ile hareket etmeye çalışıyor ama, tuhaf… yanlamasına tel kafese yapışmaya uyarlı ayaklar, bizim çamaşır sepetinin yapısı karşısında başarısız…
kuşa kuşluğunu öğretecek değilim; lâkin bunun düşe kalka hareketleri bana çırpınan bir fareyi andırıyor…
böyle olmayacak… acıyorum… yalçın’ı, tel kafes almaya yolluyorum… Ve içine bir gölge düşmesin diye tekrarlıyorum:
– “kuş senin!”
yani kafes de!..
kuş gitti… hâli ise gözümün önünde…
avuçlarımın içinde körük gibi inip kalkan göğsü, çarpan yüreği…
minicik gagasıyla, ümitsiz de olsa elimi gagalayıp kurtulmak istemesi…
kafese ilk girdiğinde, ürpertiden kabaran tüyleri…
aradan birkaç dakika geçmeden, birden canlanıp çevik hareketlerle şuraya buraya sekmesi ve yemlere yumuluşu…
emniyet ve güven hissi… onu çok iyi anladım!..
kafes, insana hürriyetin aksi bir intiba verir; oysa muhabbet kuşu, benim hâlime nazaran bunun tam tersini ilhâm etti bana… diyesim o ki:
– “alemde bâr olur hâlime bigâneler!”
bâr: yük… yâr?.."
takribi 10 yılda tamamlanan, 6 cild'e tekabül eden tilki günlüğü eser incelemesi:
eserdeki başlıklar:
levhalar, rüyaları;
düşvârîler -düş gibiler- günlük başından geçen hadiseleri;
tefeül ve tablolar, rüyalarda geçen bir takım kelime, motif ve sembollerin iştikak ve ebced geçişlerini -mana ortaklıklarını,
ufuk'lar, o günün bölümünde geçen rüyalarla tevafuk eden kafa kağıdı'ndan pasajları; yevmiyeler, üstad'la olan birlikteliğinde geçen diyalogları yahut kendisinin fiziken orda olmadan üstad'dan verimlendiği diyalogları; vâridatlar da hatırladıkları ve hatırlattıklarını içerir.
-alıntı-
kumandan salih mirzabeyoğlu’nun “anlaşılması en güç kitabı” olarak adlandırılan, hakkında en çok konuşulan fakat hakkında çok az yazılan eseridir.
bu eseri yaklaşık on yılda kaleme almıştır.
eser, üstad’ın salih mirzabeyoğlu’na verdiği “takdim yazısı” ile başlar: “dünya çapında bir hadise: kaptan kusto müslüman”… ufuk: necip fazıl’dır. hafiye: salih mirzabeyoğlu’dur.
eser 17 ağustos’ta başlayıp 16 Ağustos’ta son bulur.
bir yıllık bir döngüde her günün bir başlığı var. o başlık altında levha, düşvari, tablo, yevmiye, varidat, tevafuk ve tefeül gibi, her birinin eserin bütünlüğü içinde bir manâsı olan bölümler yer alıyor.
tilki günlüğü “kusto Lugatı”, “rüya tabirnamesi”, “kâinatın topoğrafyası” şeklinde de tarif ediliyor.
“kitap bir aynadır” sözünün mücessem hali gibi bir eser.
kitap aynı zamanda, ruhî roman kategorisinde değerlendirilmesi gereken bir eserdir.
6 ciltten oluşan eserin bütün ciltleri için yukarıdaki inceleme geçerlidir...
allah, kuluna ihsanı murad etti mi, sebepli veya sebepsiz verir…bu ayrı mesele…
ben, muradımı mücerretlerin tecelli zemini olan vesileler planının kâinat çapındaki zengin teferruatı içinde bulmak gibi misilsiz bir işe memur edildim!..
gençliğe mesajım şu;
"insanın en büyük sermayesi zaman, onu kullanırken açık gözlü ol!..”
yani üstadımın şu mısrasındaki murad üzereyim:
"mezarda geçer akçe neyse, onu biriktir!"
benim için her insan, insanlık lûgatında bulunan bir kelâmdır…
ve benim gözüme ve hayatıma giren her insan, gerek ismi çerçevesindeki manâ ve gerekse karakteri yönünden, insanlık lûgatında bahtıma çıkan kelâmdır!..
dedi ki:
-''büyük hadiselerin büyük amillerle hazırlanıp meydana geldiği zannedilmesin; en küçük bir hadise büyük bir ihtilâle sebep olur ve hatta bu ihtilâller öyle vuku bulur ki, bunu yapanlar da şaşkınlığa düşerler!''
kendi çalışmalarım aksamasın diye en yakınlarımla bile ilgilenememenin derin vicdan azabı içindeyim…
benimki davaya adanmış bir hayat ve vaktim çok kıymetli…
böyle zamanlarda ne büyük işkence çekiyorum!..
başkasının nefsi davranış içinde olduğunu söylerken, eda ve tavrının, nefsi davranış olduğunu görmez.
üzgünüm. insan böylelerini görünce dizlerinin dermanı kesiliyor.
elinden de bir şey gelmiyor.
elindeyse öküze öküz olduğunu anlat.
hayran ve alkışçılarımızın hiçbirinde büyük davanın dilediği ruh adalesi ihtizazından, aşkından, vecdinden, ilminden, irfanından, ahlâkından, fedakârlığından eser mevcut değildir.
bir ses; ölüme adanmış hayat, hayata doğmak için!..
aşinaysan senim; ''gölge'sin, ibda ruhunda mühür!..
şevk kanadı yanıklar gibi oturamam: çağlarüstü mutlak fikirdenim!...
bu yüzden dememiş miydi ki:
—''inceler incesi bir yol üzerindesin!''
yumruğa gelince, ona hayranım; ve bütün müslümanlara hangi iş üstündeyseler yumruk olmasa bile aynı iman elini vazifelendirmelerinden başka öğüt tanımamaktayım...
"alışılmamış iddialara alışılmamış ispatlar gerekir!
alışılmamış vakalar da, kuru mantık kalıplarıyla değil, kendi bedahet çizgisi üzerindeki idraklere ancak tasvirle aktarılabilir..."
aksiyon, bir fikir hareketi ve hareket hâlinde fikir demekse, fikirden daha mümtaz bir yeri var demektir!.. fikir, hareketi ve hareket fikri varsa kıymetlidir!..
zevzek adamda, ne aksiyon, ne ahlâk, ne de amel!..