takribi 10 yılda tamamlanan, 6 cild'e tekabül eden tilki günlüğü eser incelemesi:
eserdeki başlıklar:
levhalar, rüyaları;
düşvârîler -düş gibiler- günlük başından geçen hadiseleri;
tefeül ve tablolar, rüyalarda geçen bir takım kelime, motif ve sembollerin iştikak ve ebced geçişlerini -mana ortaklıklarını,
ufuk'lar, o günün bölümünde geçen rüyalarla tevafuk eden kafa kağıdı'ndan pasajları; yevmiyeler, üstad'la olan birlikteliğinde geçen diyalogları yahut kendisinin fiziken orda olmadan üstad'dan verimlendiği diyalogları; vâridatlar da hatırladıkları ve hatırlattıklarını içerir.
-alıntı-
evimin geniş ve uzun bir balkonu var…
mevcut tahta ve çıtaları kesip biçerek birbirine yakıştırdım ve pekâlâ bir parmaklık yaptım…
geçen sene (1992) “sunta” ve tahtadan çattığım çiçekliklerin yanına, çöpe niyetine yol kenarına atılmış büyük peynir tenekelerinden edinerek ve onları da kesip biçerek yeni çiçeklikler ekledim…
sonra, toprak ıslah çalışmalarım…
geçen seneki çiçeklerden kalma tohumları ve meyve çekirdeklerini ekmem…
ellerim, hapçıların elleri gibi kesik içinde ama, emeğinden ve eserimden mesudum…
uğraştığım işin, ruhumu teskin eden bir tarafı var…
tııpkı hamile kadının, geçmiş doğum sancılarının hatırasıyla yeni bir doğum sancısından kaçınma tecrübesini andıran nafile bir sığınak gibi olsa da, söylediğim üzere bana nefes payı gelen bu çabadan mesudum!..
muhabbet kuşu…
kim bilir kimin evindeki kafesinden firar etmiş ve benim bahçeyle bir seviyedeki evin balkonuna konmuş… lâtifeli bir dille söylersem; demek zevk sahibiymiş…
uyku mahmuru gözlerle çay ve sigaramı içmek üzere balkona çıktığımda, 13-14 yaşlarındaki komşu çocuğu Yalçın, “amca şu kuşu yakalar mısın?” dedi… baktım, ayakları ve kanatları bir kafes imkânındaki sıçramalara uyarlı muhabbet kuşu…
bilmem yakalayabilir miyim?.. neticede yakaladım… kuşun zaten sahibi olmayan yalçın, kendi malik olma arzusunu askıya aldı ve onu sahipleneceğim kesin kanaatiyle bana, hakkı olmayışın rıza tavrıyla baktı…
ama çocuk; bilmez miyim onun yüreğinin bir kuş gibi sektiğini… balkondaki delikli bir çamaşır sepetinin altına koyarken, “kuş senin!” dedim.
kimin olduğundan habersiz kuş, çamaşır sepetinin içinde, kafesteki alışkanlıkları ile hareket etmeye çalışıyor ama, tuhaf… yanlamasına tel kafese yapışmaya uyarlı ayaklar, bizim çamaşır sepetinin yapısı karşısında başarısız…
kuşa kuşluğunu öğretecek değilim; lâkin bunun düşe kalka hareketleri bana çırpınan bir fareyi andırıyor…
böyle olmayacak… acıyorum… yalçın’ı, tel kafes almaya yolluyorum… Ve içine bir gölge düşmesin diye tekrarlıyorum:
– “kuş senin!”
yani kafes de!..
kuş gitti… hâli ise gözümün önünde…
avuçlarımın içinde körük gibi inip kalkan göğsü, çarpan yüreği…
minicik gagasıyla, ümitsiz de olsa elimi gagalayıp kurtulmak istemesi…
kafese ilk girdiğinde, ürpertiden kabaran tüyleri…
aradan birkaç dakika geçmeden, birden canlanıp çevik hareketlerle şuraya buraya sekmesi ve yemlere yumuluşu…
emniyet ve güven hissi… onu çok iyi anladım!..
kafes, insana hürriyetin aksi bir intiba verir; oysa muhabbet kuşu, benim hâlime nazaran bunun tam tersini ilhâm etti bana… diyesim o ki:
– “alemde bâr olur hâlime bigâneler!”
bâr: yük… yâr?.."