filmin oyuncularından jodelle ferland'ın performansıyla kendi çocuğunu iki müsamerede oynadı diye yetenekli zanneden anne babalara gereken cevabın verildiği harikulade film.
Filmin ilk yarım saatinde o küçük tatlı kız sizi filme kitliyor ama kalan dakikalar boyunca adeta babasına verdiği eroini sizin damarlarınıza basıyor. Kızın hayal dünyasından hiçbir zaman çıkamayacağınız hissine kapılabilirsiniz hatta etkisini 2 gün üstünüzden atamayabilirsiniz ama yine de Terry Gilliam gibi bir yönetmen işin içinde olunca akan sular duruyor. Bu arada film bittikten yarım saat sonra hala o aptal bebek kafası gözlerimin önüne geliyordu !
the falls esintisi veren ama çocuk kahramanların pembe dünyası dışında pekte benzerlikleri olmayan filmdir.bir kere izledikten sonra o kadar farklı bir etki bırakırki sizde canınız sıkıldıkca değil belkide ama farklı bir ruh hali içine girebilmek için zaman zaman açar izlersiniz o kadar hoştur.
terry gilliam'ın mastürbasyonu. cidden adam zevk aldığı ne varsa bu filme koymuş, ve stüdyoyu umursamadığı gibi seyirciyi de umursamamış. filmin bir kategorisi ve hitap kitlesi yok, terry gilliam'ı bilen adam izlesin diye boşuna uyarmıyolar. alice in wonderland lafını duyup atlamasın izleyecek olanlar, bu pan'ın labirenti gibi bir film değil. hazırlıksız yakalananları yirmi dakikada avlayıp geri kalan 100 dakikalarını mahvedebilecek sapık bir yapım. filmin çok fazla övülecek bir yanı yok ama 'çok sıkıcı'dan başka sıfat kullanmadan üç cümlede filmi bitiren yorumlara da itibar etmeyiniz, yok öyle bi şey. eğer bu filmi severek izlemek istiyorsanız size kadın dergisi tavsiyesi tadında altın öğütler:
1- terry gilliam'ı yalayıp yutun, jabberwocky'den the brothers grimm'e, atlamadan ilerleyin. brazil'de, twelve monkeys'de coşun. ama eğer bi filmde sıkılırsanız bırakın. çünkü önceki filmler sizi sıkıyorsa tideland'in bi şansı yok demektir.
2- alice in wonderland'i sevin. ama tim burton filmini çekiyo diye değil, blog yazan kızlar okuyo diye de değil. alice'in yalnızlığını kavrayarak, kafasında yarattığı dünyaya mecbur oluşunu özümseyerek bilin ve sevin.
3- film boyunca küçük bir kızın hayal dünyasında dolaşacaksınız, ve kızla birlikte yavaş yavaş bu dünya da sıyırmaya başlayacak. bu sizin ilginizi çekmiyorsa boşverin, saçma olur zaten.
3- gerçekten boş bir anınızda izleyin. iki saat boyunca yapacak hiçbir şeyiniz olmasın.
bu fedakarlıklara değmez büyük ihtimalle. ama ne yapayım yazdım o kadar, silecek değilim. film bence güzel, zayıf metaforları ve bağlanamamış bir senaryosu var gibi dursa da terry gilliam'ın bu filmi çekerken çok zevk aldığını hissetmek bana yetiyo. ve bi de bitirmeden, jeff bridges bu filmde çok şahane duruyor, ilgilenirseniz ilk yarım saati izlemeniz lazım.
fear and loathing in las vegas da tribal,sapkın beyinler ve başlarından geçenler mükemmel detaylarla açık açık anlatılmışken, gilliam bu kez,aynı konuyu almış garip bi kız çocuğu üzerinden onun alice in wonderland göndermeli, bize göre gerçek olamayacak kadar extream dünyasıyla anlatmayı başarmıştır.
film de anlatılan şeylerin bir uyuşturucu deneyiminden farksız geliştiği farkedilebilirse,patlama noktaları bulunmayan senaryosu ,''gerçek mi kurgu mu'' ,''sapıklık mı olağan mı'' sorularının anlamsızlığı ortaya çıkabilir.
gilliam Jeliza-Rose'a karakterlerini böldürmüş,zekayı ve aptallığı aynı oranda dağıtmış.çocuğu filmden çıkarın ve yerine johny depp'in fear and loathing in las vegas daki halini* koyun, ve filmi yeniden izleyin.çocukluk ve gereksinimler,yetişkinlik ve alışkanlıklar mükemmel bağlanmış.
bu filmi fear and loathing in las vegas dan ayırıp izlemek yada gilliam'ın takıntılarını bilmemek filmi çözebilmeyi zorlaştırıcaktır.acınası bir velet olarak jeliza-rose'u izletmek gerçekten vakit kaybı olur;jodelle ferland veledinin tüm o mükemmel oyunculuğuna rağmen film batar.''alice in wonderland mi yoksa reel dünya mı?'' bu diye kafa patlatmak asıl olanı görmeyi engeller.babası nasıl çıkıyorsa o tatile kızı da aynı tatildedir film boyunca.jutland da dolaştırmıştır farkedebilenleri; denizin suyunun zaman zaman erişebildiğini bilerek karada yüzdürmüştür.
terry hayvan herifine,sonunda sadece gerçekten olayın farkında olanlar için bi film yaptığı için eyvallah diyorum.
terry gilliam hatrına izleyip büyük bir hayal kırıklığı yaratmış bir filmdir. yeryüzünde bu filmi izleyip sıkılmayacak insan tanımıyorum. uyuşturucu bağımlısı bir ailenin küçük kızı, düşler, yalıtılmışlık hissini sonuna kadar veren mısır taRLALARI, YALNıZLIK bir araya gelince güzel bir kompozisyon oluşmuş fakat film reel ile surreal arasında kalıyor. seyirciyi canlı tutacak süprizlere kapalı ve kesinlikle akıcı değil. türün daha iyi bir filmi için (bkz: pan s labyrinth)
12 monkeys, fear and loathing in las vegas gibi harika filmlerden tanıdığımız terry gilliam'ın en güzel filmi olarak nitelendirilen film. filmin başında sevimli gelen küçük kız, bir süre sonra insanı öldürme isteğiyle doldurmaktadır. özellikle adını telaffuzu ve küçük bebek kafalarıyla oynayıp durması insanı çıldırtmaktadır.
biraz derinine bakarsak, film kişiyi kendi yalnızlığında boğmakta, bir yandan da kıza acındırtmaktadır. filmin sapsarı bir bozkırda çekilmesi, etraftaki herşeyin yıkık dökük, paslı ve kirli olması da yalnızlığın acımasızlığını daha bir yansıtmakta, izleyicinin iliklerine işlemektedir.
filmin konusuna gelince;
Jeliza-Rose, annesinin aşırı dozdan ölmesiyle, babası ile birlikte son derece ıssız bir çiftlik evine yerleşir. Çocukluğunun hiç de hoş olmayan gerçekliklerinden kaçmak isteyen Jeliza, çok geçmeden kendini, kafasında yarattığı fantastik bir dünyanın derinliklerinde bulur.