sayısız savaşa bizzat katılmış, savaştan bıkmış, vebaya karşı gelmiş ve hatta azrail ile sonucunun ölüm ya da yaşam olan bir satranç oyununa çekinmeden dahil olmuş, haçlı ordusuna bağlı bir şovalyenin "inanç taşıması zor bir yüktür. Ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır karanlıktan sıyrılıp hiç gelmeyen birini sevmek gibi." sözleriyle farkındalığın dibine vurduğunu anlatan (izleyenleri de düşündüren) bir hikayesi.
hayatı karşılığında ölümle satranç oynayan şövalye antonious block'un monologları filmin boyunu nerdeyse aşar.
''insanın duyularıyla tanrıyı kavrayabilmesi o kadar imkansız mı? o neden yarım vaadlerin ve görülmeyen mucizelerin ardına saklansın ki? kendimize inancımız yoksa başkasına nasıl inanç duyabiliriz ki ? benim gibi inanmak isteyen ama yapamayanlara ne olacak? ya inanmayan, inanamayanlar?''
''içimdeki tanrı'yı neden öldüremiyorum? onu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor. neden her şeye rağmen bu şaşırtıcı gerçeklikten kurtulamıyorum?''
''ben bilgi istiyorum. inanç ya da varsayım değil bilgi. tanrı'nın elini uzatıp kendini göstermesini benimle konuşmasını istiyorum.
karanlıkta ona sesleniyorum. ama sanki hiç kimse yok.''
Bergman, ölüm ve yaşam üzerine sorgulamalar yaparken, bir yandan da hayatta neyin önemli olduğunu sorgulatıyor. Filmdeki şövalye ve Ölüm arasındaki satranç oyunu, aslında her birimizin kendi içsel mücadelelerini ve varoluşsal sorularını simgeliyor. Siyah beyaz görüntüleriyle, karanlık atmosferi insanı sarıyor. Çok ağır bir film olabilir, ama izlerken gerçekten insanı düşündürüyor. Hem entelektüel hem de duygusal olarak etkileyici.
--spoiler--
Ben Tanrı'nın kuluyum, ama kimsenin aptalı değilim.
--spoiler--