her sahnesinde "oha bu kadarı da fazla. yalan ulan tüm bunlar, bir insan bu kadar cefa çekip ayakta kalamaz" dedirten film. izleyin, izlettirin.
--spoiler--
Because when I was young and I'd get an A on a history test or whatever... I'd get this good feeling about all the things that I could be. And then I never became any of them.
--spoiler--
--spoiler--
esinin kendisini terketmesiyle birlikte 5 yasindaki ogluyla basbasa kalan bir babanin hikayesi. chris gardner (will smith) bes parasizdir ve bir sirkette stockbroker olmak icin stajer programina yazilir ve 6 ay boyunca ucret almadan calismak zorundadir. bu sure zarfinda kirasini odeyemedigi icin evinden atilir ve ogluyla birlikte sokaklara duser. 5 yasindaki ogluna temel babalik yukumluluklerini yerine getirememenin acisi bir yana, artik geceleri kalacak bir yer bulmak zorundadir chris. mecburen devletin evsizler icin tahsis ettigi duskunler evinde yemek ve yatak kuyruguna girer. ancak bu gayet zor bir durumdur ve sadece 1-2 gece orda kalmayi basarabilmistir. butun bunlari yaparken isinde de gayet basarili olmak zorundadir chris.
ozellikle ogluyla birlikte metro tuvaletinde sabahladigi sahne insanin bogazina bir yumruk gibi oturur ve aglamamak icin kendinizi gercekten cok zor tutarsiniz. tuvaletin kapisi disaridan zorlanirken, oglu uyanmasin diye onun kulaklarini kapatmasi ve sessiz sessiz aglamasina hicbir insan evladi kayitsiz kalamaz herhalde.
ve 6 aylik bu buyuk mucadelenin sonucunda, chris işe girmeye hak kazanir ve butun cileler son bulur. hayatta hicbir zaman pes etmemek gerektigi bundan daha iyi anlatilamazdi herhalde. her ne olursa olsun, ne kadar zor durumda kalirsak kalalim mutlaka bir cikis yolu var abi. yilmadan mucadele etmek lazim. ben bunu bir kez daha anladim bu filmde. bu arada gercek bir hikayeden alintidir bu film. film'de will smith'in oglunu oynayan ufaklik, will smith'in gercek hayatta da öz ogludur efendim.
--spoiler--
mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri. içinde geçen bir cümleyle bile 'evet!' diyebiliyorsunuz. 'evet, biri durumu benden önce idrak etmiş.'
--spoiler--
That maybe happiness is something that we can only pursue. And maybe we can actually never have it, no matter what.
--spoiler--
budur!
will smith in içinde yer aldığı her iş güzeldir önyargısıyla izlediğim, sinemada incilerimi bıraktıran filmdir. ama film kendi başına da fevkalede nin fevkinde.
ağlamadığım nadir filmlerdendir ama ağladıklarımdan çok daha fazla etkileyendir de. bu filmi izlemezsem ölüsünü çiğ çiğ yememi söyleyen şahsın**da dediği gibi mutluluğun ve mutsuzluğun ne demek olduğunu çok iyi anlatan bir film.
filmin sonuna doğru bütün umuda rağmen yaşanılan korku seyirciyi o kadar vuruyor ki, chris'in işi kapmasını belki de ondan daha fazla istemeye başlıyorsunuz. azimle ilgili pek çok eser verilmiş bir piyasada, yapacağınız film ancak böyle olmalı ki gerçekten tutturabilesiniz. will smith artık olmuş, dedirtmeye başlayan film olmuş bu; bir de seven pounds var idi.
ağlatır bu film. chris gardner'ı bu filmi izlerken merak ediyorum. kesin ağlamıştır adam kendi hayatının filmini izlerken. öyle de bir film. ne azim be!
80'li yıllar yeşilçamında çekilseydi başroldeki karakter kemal sunal'a cuk otururdu*. bilmiyorun belki de buna benzer bir filmi olduğu için çağrışım yapmıştır. ayrıca şunu da söyleyeyim, izlemediyseniz mutlaka izleyin.
içinde garip bir de tesadüfler öbeği barındırıyor will smith üzerinden, öyle bir film ya da sadece benim dikkatimi çekti o kadar.
doğru yazılışıyla (filmin adı happyness şeklinde, ona sözüm yok) "the pursuit of happiness" 4 temmuz 1776 tarihli ünlü amerikan bağımsızlık bildirgesinde* geçer.
"...We hold these truths to be self-evident, that all men are created equal, that they are endowed by their Creator with certain unalienable Rights, that among these are Life, Liberty and the pursuit of Happiness. That to secure these rights, Governments are instituted among Men, deriving their just Powers from the consent of the governed, That whenever any Form of Government becomes destructive of these ends, it is the Right of the People to alter or to abolish it, and to institute new Government, laying its foundation on such principles and organizing its powers in such form, as to them shall seem most likely to effect their Safety and Happiness..." (bursa nutku tadındadır o ayrı)
ilginç olan ise bu bildirgeye ilk imzayı atan isim kongrenin o dönemki başkanı john hancock'tır. bu kadar laftan sonra nereye geliyorum diyenelr için, the pursuit of happyness filminin başrol oyuncusu will smith, hancock adlı filminde de john hancock isimli süper kahramanı canlandırmıştır. garip yani. bana garip geliyor en azından. garip ya değil mi?
ben burada bir yandan sözlükte, gözlerim mahmur mahmur, uyku aka aka karanlık odamda bilgisayarın karşısında aman da ne var diyeyim, bir yandan kız mesaj atıp duruyor,
aha da şuracıkta bu filmi izleyerek başında uyumuş bir başka yazar arkadaş da varken, tabiri caizse...
-caiz midir hocam? icazet var mıdır?
-hayır yoktur efenim..
-peki.. ben gidim o zaman..
tabiri caizse beynimi sikmiş bir film, an itibari ile bitti.
ne diye ağlıyorsunuz adama lan adam milyoner oldu, size götü ile gülüyor..!
harika bir film. bir babanın oğlunu ve kendi hayatını ne güçlüklerle kurtardığını çok güzel gözler önüne sermiştir. evsiz barksız kalıp iki işi birden yürütmesi,dağ kadar vergi borçları içinden azmiyle çıkıp milyoner olması.. filmdeki çocuk ayrıca çok sevimli ve will smith'in karizmasıyla birleşince tadından yenmeyecek bir film ortaya çıkmış. bir de şu linda ne biçim bir kadındır. sen oğlunu kocanı bırak git. ne özgürlük ne vurdumduymazlık.ama merak ettiğim kocasının milyoner olduğunu öğrendikten sonra ne yapmıştır. kesin koşa koşa gelmiştir. ee paranın kokusu güzeldir tabi.
inception ve bu film bu gecenin filmleri benim icin. Ama sanirim incetion yerine bunu birkez daha izlemeyi tercih edecegim. Harika yapittir yahu ! Adi bile yeter.