ilk çıktığı yıllarda izlemiştim seyirciyi etkileyen bir film olduğu gerçek. schindlerin listesinden sonra ikinci dünya savaşındaki yahudi soykırımını anlatan en iyi film. ayrıca the pianist filminin yönetmeni olan roman polanski'nin de yolunun esir kampından geçmesi, o zor zamanları çocuk yaşta yaşaması filmi bu kadar etkileyici kılan nedenlerden biri bana kalırsa.
piyasaya çıkış zamanlamasından tiksindiğim için izlemek yıllarca izlemeyi reddettiğim filmdir. abd ırak a giriyor, ne müthiş zamanlama ise, siktiğiminin emperyal yahudileri duygu sömürüsü diye bu filmi piyasaya sürüyor diye düşünmüştüm. Sonra izledim, zaten abd den sürgün edilmiş ve o rezil zamanlara çocukluğunda şahit tolmuş ve yönemen olarak hayran olduğum roman polanski nin bu işe ortak olamayacağını düşünüyordum. sonra bir de şunu gördüm:
adrien brody nin hale berry yi dudaktan öptüğünü cayır cayır izledik, manşetten okuduk. ama 20 yıl olmuş ve bu adam hollywood un göbeğinde savaşın her türlüsüne lanet okurken bundan bugün haberim oluyor.
yandaş alan diyoruz ya. sanırım türk medya ve basını hep aynı bokun laciverdiymiş. bugün ortalığın islamileşmesinin mağdur ettiği de eski iktidar e sermaye beslemelerinin kendi mamasından olmasının yarattığı gürültü demek. topunuzun mesleki anlayışına..
En etkileyici sahnesi nazi subayının silahı tutukluk yapıp ateş almadıktan sonra yerde yatan adamın yüzündeki korku dolu ifade sonrası hissizce yeniden ateş ettiği sahne olan düşündürücü şaheser. Ne kötülüklerle karşılaşmış insanoğlu yüzyıllardır.