izlemeye değer, Heyecanlı güzel bir filmdir. Neden hiç izlememişim hayret ettim cidden. Bazı sahneleri hüzünlü ve bazı sahnelerde ise insanın heyecandan/endişeden zıplayası geliyor o derece güzel. izlemediyseniz, benim gibi, izleyin derim.
filmi tekrardan izleyince 20 dakika dizisiyle ne kadar iç içe olduğunu farketmiş oldum. adamlar kimlik pasaport çıkaran kırmızı arabayı bile aynı kırmızı araba şeklinde koymuşlar. 8 kere hapisten çıkan kedi'nin 6 kere çıkmış versiyonu da karşımızda. bu filmden esinlendin diye kopyasını yapmana gerek yok ki abi. filmin bu kadar az entry alması dandik dundik filmlere sayfalarca entry almasını doğru bulmuyorum. bu film hakkında söylenecek çok şey var. benim arşivimde ilk 20 arasındadır. izlenmeye kesinlikle değer.
20 dknın filmden çalıntı olduğu zaten beli. Ama filmde Elizabeth banks kocasının elini şöyle bir öpüyor öpmüyor bile burnunu değdirip geçiyor tek bi sahnede... NEden dizide tuba büyüküstüm koala gibi ruşen çakırın eline yapışıyor anlamadım.
uzun zamandan sonra, son dakikalarını bu kadar heyecanla takip ettiğim bir film hatırlamıyorum. filmdeki öğretmen arkadaşın hayat tarzını genel itibariyle kendime benzetsem de bir delilik halinde onun yaptıklarını yapabilir miyim bilememekteyim.
öykü yazmaya benzetcem ben senaryosunu. edebiyatta da her konu işlenirmiş zaten anlatış tarzından farklılık olur ya, bu filmde de diğerlerinden farklı bi kaçış planı vardı. abartılmış sahneler yoktu ama çok da iddialı değildi. mesela en heyecan verici kaçış noktasında bile ''ouv anasını'' demedim.
ama işleniş tarzı iyiydi. sonu belliydi ne de olsa, hummalı bi kaçış hazırlığı tabii ki kaçabilecekti, bile bile sonucu yine de merak edildi.
en ''ohaa'' dedirten sahnesi arabanın 5 kez dönmesiyle tıra teğet geçmesi sonuçu, john'un eşinin kurtulmasıydı ve direkt tekrardan manevrayla koltuğa yerleşmesiydi. cidden iyi bi sahneydi.
ailenin dramı en etkiliyici noktaydı. basiretli adamın inancı vardı eşine. asla inanmayarak son damlasına kadar tekrardan ailesini bir araya getirme duygusuyla, ''ne yapacağını bilmek ve emin olmak''la beraber istenenin elde edilebileceğinin en güzel şekilde mesajı veriliyordu.
evet, burası epii iyiydi. ''neyi istediğimiz, ne şekilde planlara gebe olunacağımız ve sonuçlara teslim olmak zorunda olduğumuz.'' yapılması gerekendi.
olay şu ki; yekten bi kapış, hengameli apar topar izini yok edip kaçmaktan çok. özlem, aşk, tutku, aile sevgisi de çok iyi yedirilmiş filmin içine.
Adam öldürmekten hapse giren karısının suçsuz olduğunu düşünen bir adamın bütün yolları deneyip (Google'dan falan araştırarak) suçsuzluğunu ispatlayamayınca ailesinin dağılmaması için karısını hapisten kaçırma hikayesi ''The Next Three Days'' Kocaman bir ''like'' benden! Filmi, kahramanlar açısından mutlu sonla bitirmeyi seçen senarist, yönetmen ve yapımcılara şükranlarımı sunuyorum. The Next Three Days, yavaş başladı, hızlı devam etti. Filmin sonuna nokta değil virgül koyuldu. John Brennan sende de ne aşk varmış arkadaşım. Bu arada kızlar sakın inanmayın John Brennan gibi erkekler gerçek hayatta yok. Ayrıca maymuncuk yapmayı ve arabalara zorla girmeyi öğrendiğim içinde çok mutlu oldum.
son zamanlarda izlediğim en akıcı ve en başarılı filmlerden. karısını gerçekten seven bir adamın (bkz: russell crowe) onu haksız yere düştüğü hapisten enfes bir planla çıkarması anlatılmaktadır. ama filmin sonunda aklıma şu soru takılmıştır : peki ya sonra kaç kaç nereye kadar ?
--spoiler-- russell crowe un özellikle filmin ilk yarısındaki amatör havayı çok iyi verdiği film. internetten "bir kilit tenis topuyla nasıl aşılır ?" "maymuncuk nedir, nasıl yapılır ?" videolarını izlemesi falan çok eğlenceliydi. hatta maymuncuk faciasında kendisi gibi çok daraldım, orada efsane oynamış. ancak sonra ne olduysa adama bir aydınlanma geliyor her durumdan saatine bakarak kurtuluyor, oralarda film biraz yavşıyor. yine de güzel bir aksiyon filmi.
--spoiler--
--spoiler--
Filmin başlarında pasif bir karakter olarak görünüyor Russel Crowe. Konusu bilindiği için "bu adam mı kaçıracak şimdi kadını" dedim ben. Sonra işler değişti tabi. Ailesini korumak, kurtarmak adına bir anda her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen ve Akıl Oyunları' ndan bu yana kurtulamadığı duvarları kağıtlarla, resimlerle kaplayan bir adam halini aldı.
Film çok uzatılmış. Özellikle uyuşturucu imalathanesi olan evi basması adamı öldürüp diğer yaralıyı da yol kenarına bırakması. Olmasalar da olurdu sahnelerden. Parayı alıp kaçabilirdi de. Çıkardım ben mesela o 15 dakikayı kafamdan ve hiçbir şey eksilmedi filme dair.
Hep öyle saçım olmasını istemişimdir. Hatun hapishaneden kaçıyor, saçlar dağınık tabi. Sonrası metroda, orada burada koşuşturma. Bir bakıyorsun hatunun saçlar süper bir görünüm alıp kıvırcık olmuş özenle yapılmışçasına.
Dikkat çekici bir müzik yoktu filmde o benim dikkatimi çekti mesela. Araya şöyle serpiştirilseydi, kavuşma, hapishanede ağlama sahnelerinde falan daha başarılı olabilirdi.
--spoiler--
yalnız ben olsam, filmdeki gibi kadını baştan suçlu, sonra masum yapmazdım. kadının hep masumu oynayan ancak son sahnede suçlu olduğunun anlaşılacağı ve kadının çocuğuna sarılarak uyuması ile sahneyi kapatırdım. sanki böyle daha bir vurucu ve gerçekci olurdu. kadın da kaçırılacağını anladığı andan itibaren bırakın kendini arabadan atmaya kalkışmayı tüm gücü ve hevesi ile kocasına yardım ederdi.
ayrıca kaçış planları çok daha zekice olabilirdi, sıradan bir kaçış olmuş. hele üçünün beraber kaçması hiç olmamış bence.
yinede güzel film, izleyin!
--spoiler--
--spoiler--
Şimdi gelelim filme. eger kahramanimız John(Russel Crowe)sirf karısının kendisini arabadan atmaya kalkışmasıyla yakalansaydı dunyanın en kötü filmi olurdu. Karısı zaten sırf kendini düşünüyor. Kocan senin için hapisi ölümü göze alsın sende ise tak intihar et oglunu yetim bırak nasıl olsa ben göremiycem beni de sevmiyor zaten gebersin pezevenk düşüncesi. ikinci can sıkıcı mesele ise dügme olayı. tamam buldu diyelim kadın suçsuz mu olurdu bu mu yanı kanıt. 3 yıl onceki olaydan sonra bi tane dügme mi bulup bütün suçlamalarımı kaldıracaktı.
film sıkıcı klişe diyenler olmuş. dogrudur bende uyaya kalmıştım izlerken. ama ben zaten son zamanlar District 9 ve inception i izlerken uyumamiştım. ne yapayım yorgun oluyorum film izlemek için en fazla 1 saat ayırabiliyorum. ayrıca film biraz ırkçılık koktugunu düşünüyorum. artık Hollywoodun bir zencinin başarız olma filmin yapmasına ihtimal vermiyorum.
--spoiler--
Son derece güzel bir film. Kesinlikle izlerken sıkmıyor. Sürekli bir aksiyon var filmde. tedirginlik ve heyecanda cabası. Dramatik sahneleri çok etkiliyor. Özellikle çaresizlik teması çok iyi işlenmiş. Tabi Russell Crowe' un performansına hayran kalmamak elde değil. Özetle film kesinlikle izlenmeye değer.
siktiğimin düğmesinin ne önemi var ki. sürekli gözümüze sokulan (özellikle amerikan demeyeceğim) adalet sistemlerindeki çürümüşlük, yozlaşmışlık ve işlevsizlik karşısında; düşünsel olarak son derece yanlış fakat pratikte romantize edilen ve çözüm olarak sunulan bireysel adalet gerçekleştirildikten sonra geride kalan devlet kurum ve kuruluşlarının koy götüne gitsin. madem sen kurum olarak masum bir insanı suçlu yerine koyuyor, onun ve ailesinin hayatını karartabiliyorsun, filmin sonunda da al sana düğme. asla bilemeyeceksin.. hatta masumiyetlerini bilmediğin için, elinle hapse koymuş olduğun bir suçluyu, senden/devletten/iktidardan/kanun koyucunun elinden tereyağından kıl çeker gibi alırlar da sen de böyle göt gibi kalırsın işte. düğme de sana kapak olur. izleyicinin vicdan yapmasına hiç gerek yok,
çünkü adalet yerini buldu.
not: ha, neden inatla bireysel adalet gözümüze sokuluyor. bunun ne büyük bir tehlike barındırdığının farkında değil mi bu dünya?! al işte herkes bireysel silahlanma peşinde. filmlerde gösterilenler haklı davalar olsa da, sokakta hayatın böyle işlemediğini hepimiz biliyoruz. mesela namus cinayetleri, töre cinayetleri işleyenler sizce kendilerini haklı görmüyorlar mı sanıyorsunuz. ya da başka sebeplerle cinayet işleyecek olanlar, kendi adaletlerini sağlayacak olanlar kendilerini haklı görmeyecekler mi?! bunun önüne geçmenin tek yolu, adalet sisteminin iyi işlemesinden geçer. bu noktada adalet kurumunu savunmak gericilik/statukoculuk değildir. henüz foucault'nun "hapishanenin doğuşu" adlı kitabını okumadan da bu konuda ahkam kesmek istemem. ama tüm bunlar masum insanların yaşamlarını çalma hakkını kimseye vermez. her sistem arada fire verir. vermicek kardeşim. onu beceremiyorsan, daha eğitim vereceksin. onu beceremiyorsan sosyal adaletsizliğin önüne geçeceksin. ekonomik adaletsizliğin önüne geçeceksin. yaaa, devlet olmak kolay mı öyle.
tek kelime ile bu seneki mükemmele en yakın film diyebiliriz. ** russel crowe un oyunculuğu, *
filmin konusu, *
aksiyonun ve gerilimin dozu,*
sonuç: şahsımdan 10 üzerinden 8,5 almıştır.
--spoiler--
klasik bir konu gayet tempolu ve amatör hareketlerin izleyicide yarattığı gerilimlerle kendini fazlasıyla beğendiriyor. russel amcamızın internet, kitap, tecrübe sahibi insanlar vasıtasıyla, kafasında kaba taslak kurguladığı planını hareket geçirmek için suç teşkil eden eylemlere dair bilgi toplaması, denemesi, bir defa başarısız olması(!) ne deyim bizim gibi amatör ruhlu yazarları da heyecanlandırmıyor değil. hele ki liam neeson amcamızın filmin henüz başlarında izleyiciye profesyonel bir kaçak olarak selam çakması da süperdi ve vayyyy helal olsun be kim geldi hanım koş bak alkış alkış gibi içsel tepkiler de yaşadığımı söylemek isterim. Filmin aksiyon dozu bence gayet tadında. ne basite indirgenmiş ne de the departed filmi kadar kafa mikmiyor.
ayrıca hukuk sisteminin yozlaşmış işleyişine (temyiz davası) ve ülkeler arası politikaya (venezuela) hafiftten dokundurması fena değildi.
--spoiler--
sizi olayın heyecanına dahil edebilen filmlerden.. uzun zaman sonra bu tür bi film izledim ve bu sürükleyiciliği özlemişim.. tavsiye etmekten çekinmeyeceğim bi film.. aklıma kazınansa russell crowe un karısına bakışları.. gerçekten iyiydi..
ilk yarısı gereğinden fazla uzatılıp detaylandırılmış, ikinci yarısında daha bir keyif veren russel crowe filmi.
notum 10 üzerinden 7, hayrını görsünler.