“Yaptığımız şey şu; onları izliyoruz: Erkekleri. Onları inceliyoruz, besliyoruz. Memnun ediyoruz. Onlara kendilerini güçlü hissettiriyoruz. Ya da zayıf. Onları o kadar iyi tanıyoruz. En büyük kâbuslarını biliyoruz. Birazcık çalışmayla, olacağımız şey o. Kabusları olacağız. Bir gün, hazır olduğumuzda yakanızda olacağız. Bekleyin." https://galeri.uludagsozluk.com/r/1874708/+
“Şimdi dünyayı anlayabiliyorum. Bunun öncesinde uyuyormuşum. Bunun olmasına izin verdik. Kongreyi katlettiklerinde uyanmadık. Teröristleri suçlayıp anayasayı askıya aldıklarında, yine uyanmadık. Hiçbir şey bir anda değişmez. Sürekli ısısını arttıran küvette farkında olmadan kaynayarak ölürsün.”
The Handmaid’s Tale
Margaret Atwood’un The Handmaid’s Tale (1985) adlı eseri Emmy ve Altın Küre ödüllerini toplamıştı. Damızlık Kızın Öyküsü adı ile Türkçe’ye çevrilmiş eserde kadınlara sözümona seçenekler sunuluyor: Kolonilere gönderilmek, fahişelik, hizmetçilik ya da komutanlar için damızlık olmak ve onlara soylarının devamını sağlayacak bebekler doğurmak. Komutanın eşi olursanız bu saydıklarımdan kurtulabilirsiniz ve seremoniyi izlediğinizde bunun kurtulmak olmadığını anlarsınız.
Sistem bir anda değişmiyor. Damızlık sisteme geçişte kendini belli eden olaylar oluyor. Misal, kadın kahkaha atmasın, deniyor. En az üç çocuk doğursun, salık veriliyor. Hamile kadın sokakta gezmesin buyuruluyor. ‘Ahlak bekçisi benim, öpüşmeyin’ diyor biri. Pembe otobüs öneriliyor. Sanat eserlerine ucube deniyor. Doğum kontrolü zorlaştırılıyor. insanlar birbirinin muhbiri oluyor. Dini referanslarla yönetilmek artıyor. Şort giydi diye saldırıya uğrayıveriyor bir kadın. Kızınız hamile diye birileri evinizi arıyor. ’Kadın erkek eşit değildir’ yankılanıyor.
Ne demişti Erdoğan: "Çalışıyorum diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkar ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır.”
Serena Joy yeni toplumu inşa eden bir kadın ve vakti geldiğinde sistemin dışında bırakılıyor erk(ekler) tarafından. Dizide kadının kadına ettileri de ihmal edilmemiş.
Damızlık Kızın Öyküsü’nde deniyor ki “Tuvaletlerde güven verici bir şeyler var. Hiç değilse bedensel işlevler demokratik kalıyor. Herkes sıçıyor, Moria’nın diyeceği gibi.” Yaşarken eşit olduğumuz tek yer belki de orası.
iş öyle bir hale gelmiş ki “Tanrı Meyveyi Kutsasın”, “Tanrı yolunu açsın”, “Tanrı seni gözetsin”lerden ortalık geçilmiyor. Scrabble oynamak, dergi okumak suç. Elbette kadınlar mülk sahibi olamıyor ve çalışamıyor.
Atwood, insanların tarihte birbirine yapmadığı hiç bir şeyi koymamış distopyasına. Tüm izlediklerimiz, okuduklarımız zamanında yaşanmış. Atwood, hapishane ve kamp günlükleri okuyan biri. Eserinde yer alan iktidar sahiplerinin, kendilerini kötü insanlar olarak görmediğini vurguluyor.
Olan o ki totaliter rejimler sanatçıları, yazarları elimine ediyor. Yani, aslında özgür düşünceye darbe indiriyor. Tıpkı şu an akademisyenlere, gazetecilere yapıldığı gibi. Başka dinden ya da eşcinsel diye öldürmeler, idamlar da oluyor dizide ve kitapta.
Atwood, ikinci Dünya Savaşı yıllarında doğmuş. Hitler’den fazlasıyla haberdar. Damızlık Kızın Öyküsü’nde dünyayı daha iyi bir yer yaptıklarına inananlar var. Herkes için ‘iyi’ aynı anlama gelmez, diyorlar. Biz de kadın sünneti izliyoruz. Kadının kamusal alandan uzaklaştırılmasını izliyoruz.
Yani, yakın gelecekte, hastalık ve radyasyon doğurganlığı azaltmış. Askeri teokrasi egemen. Damızlıkların isimleri Offred, Ofglen yani Fred’inki, Glen’inki, yani isimleri yok kadınların artık. Sadece bir rahimden ibaretler.
Yeni sezon 26 Nisan’da başlıyor. Umarım bu iş sadece kurmaca olarak kalır. Yoksa kimilerinin distopya dedikleri bizim gerçeğimiz mi? Günlük yaşantının devlet eli ile düzenlenmesine bir uyarı niteliğindeki The Handmaid’s Tale’i izlemenizi, okumanızı ve üzerine düşünmenizi dilerim. Hande Çayır t24.
Kızımın önerisiyle izlemeye başladığım ve yedi bölümünü soluksuz izlerken tüm sinir sistemimi alt üst eden dizi. Distopya olduğunu bile bile izlerken kemirdiğim tırnak dibi etlerim bakalım kaç hafta da kendine gelecek. Türkçe altyazısı olsaydı şimdiye kadar tüm bölümleri bitirmiştim. Sayesinde akıcı olmayan ingilizcem gelişti.
margaret atwood'un aynı adlı feminist romanından beyazperdeye uyarlanmış 1990 yapımı filmdir. bir aralar gece yarısından sonra show tv yayınlardı. kaliteli bir film olmasa da, kendini izleten filmlerdendir.
kadının tüm haklarının elinden alınıp, yürüyen bir rahim gibi görüldüğü bir dünyanın portresini çizer. yine cinsel ilişkinin tamamen üreme amaçlı olup, zevk için olmadığı bir dünyadır bu.
yakın gelecekte, amerika'da yaşanan bir darbenin ardından köktendinciler** yönetimi ele geçirmiş ve tamamen incil'e dayalı teokratik bir yönetim kurmuşlardır. yeni rejimin adı republic of gilead'dır.
hava kirliliği kadın nüfusun doğurganlığını %1 gibi bir orana indirmiştir.** hala çocuk doğurabilen kadınlardan suç işleyenler handmaid denilen damızlık kız sistemiyle cezalandırılıp, belli kişilerin yanına verilmektedir. kate isimli baş karakter de ülkeden kaçmaya çalışırken yakalanmış ve ceza olarak commander* isimli bir amcanın yanına damızlık olarak verilmiştir. burada komutanın şoförüne aşık olur. bu sırada iktidar karşıtı bir direniş hareketi yavaş yavaş örgütlenmektedir. havada isyan kokusu vardır. *
filmin kadrosunda en göze çarpan isim robert duvall'dır. *
Güzel dizi, yapılan yorumlar gibi din üzerine bir şey değil, kaldı ki daha ikinci bölümde dozerlerle kiliseler yıkılıyor.
Dizi de daha ziyade eline güç verdiğiniz halk kahramanlarının yada siyasetçilerin bu güç ile neler yapabileceklerinin tasviri söz konusu , ayrıca ideolojik bağnazlık da... Yani herkese özgürlük, herkes için demokrasi yalanını insanın yüzüne vuran bir yapım. Bununla birlikte kitap ilk sezonda anlatılıp bitiyor, ilk sezonu tamamlamanız yeterli.
yavaşlığından dem vurulsa da aslında gayet iyi ilerleyen dizidir.
anlatmak istediğini gayet net, anlaşılır bir şekilde dile getirmekte, gerektiğinde heyecanı, gerektiğinde dramın ağababasını dozunda yedirmektedir.
biz türk izleyenler olarak üstelik günümüz şartları ile izlediğimiz için konu, konsept zaten truman show etkisi yaratsa da oyunculukları ile de göz doldurmaktadır.
izleyin, izlettirin.
--spoiler--
"they should never have given us uniforms, if they didn't want us to be an army."
--spoiler--
izlerken gerim gerim geren dizi.
kitaba dair herhangi bir bilgim yoktu. biraz bakınınca hakkında "feministlerin 1984'ü" (george orwell - 1984) şeklinde genel bir tanımlama olduğunu öğrendim. nitekim distopya olması hasebiyle ilgimi epey çekti. malum bizde pek olmuyor o işler. dünyada da hakkıyla yapılan örneği çok yok.
kitaptan bağımsız olarak konuşursam dizi, izlediğim 3 bölümüyle fazla vurucu sahnelere ve diyaloglara sahip.
bir nebze şu an yaşadığımız dünya, bir nebze gelecek, bir nebze geçmiş derken katıyor sizi içine.
o hissiyatı, o dünyada var olanın siz olduğunu yaşattırıyor ziyadesiyle. bu bağlamda güzel iş çıkartılmış.
--spoiler--
no, there has to be an "us".
because, now there is a "them".
--spoiler--
bilgi olsun diye söyleyeyim, türkçe altyazılı versiyon yok malum ortamlarda. ingilizce yardırmak zorundasınız.