Dün aksam TRT1'de izlediğim film. Sabahleyin galktım dayanamadım gittim kitabını aldım. 25TL bayıldım. Haftalardır en iyi kararım lan. Çok da iyi oldu mükemmel oldu gardaşlar. 50 sayfa okumuşem gözlerimi alamıyom kitaptan. Stephen King mi nedir o amcayı hiç okumamıştım. Bundan sonra bi kitabını bile es geçmicem. Ne anlatımdır o öyle hapishanenin içinde ben yaşıyomuşum gibi amk. filmini ayrı kitabını ayrı Tavsiye ediyor gözlerinizden öpüorum.
Son sahnesiyle kendinize yanınızda selpak bulundurmanız gerektiğini anlatan film. Yoksa göz yaşlarınızı silmek için başka şeyler bulma ihtiyacı hissedeceksiniz .
Beni aglatan filmlerden bir tanesi. gözyaslari dökmeden aglamanin oldugunu iyi gösterdi bana.
Filmin önemli basröl karaklerinden olan John Coffey (Michael Clarke Duncan) canlandirdigi saf karakter öyle ictendiki filmin sonunda onu akibeti beni cok üzmüstü.. Filmin yönetmeni, öyle siyah, kara, büyük, iri bir insandan sevecen bir nitelik yapmasi büyük basaridir, yüregimin tüm oscarlarina laik görmüsümdür.
Filmin iyisi olsun kötüsü olsun magduru olsun, tüm karakterleri benim icin büyük bir oyunculuk sergilemislerdir.
Filmin konusu gayet güzel ve akici bir sekilde gösterilmistir, izlemekten sıkılmadan öne almadan izlenen bir sekli vardi.
Izlemeyen arkadaslar varsa eger kesinlikle izlemelerini önerdigim bir Filmdir.
Konunun sonunu ve tam icerigini anlatmaktan ali koyuyorum kendimi.
zira yeterince sözlük ahalisi buna yorumlarini yapmislar malesef.
mutlaka izlenmesi gereken filmlerden biri.
'suçluların hepsi kötü kalpli midir?' sorusunu akıllara getirir.
filmde merhamet, insanlık, iyilik, kötülük, görevini kötüye kullanma, vicdansızlık kavramlarını bulursunuz.
'sözkonusu insansa her görülen gerçek değildir'der ve bitirirsiniz.
John Coffey' nin iki kolunun arasında kanlı küçük kızlara sarılmış ağlarken gördüğüm sahnede bir şey beni ancak bu kadar derinden etkileyebilir demiştim.
--spoiler--
Edgecomb, hikayesini anlatırken bir huzur evinde yaşamaktadır ve hapishanedeki görevinin üzerinden yıllar geçmiştir. Edgecomb' un hapishanedeki görevi, hücrelerinden alınan idam mahkümlarını, elektrikli sandalyenin bulunduğu ölüm odasına kadar olan bir millik yeşil yoldan götürmektir. Edgecomb yıllar boyunca bu yoldan sayısız idam mahkümu nakleder. Ama hiçbirisi onu John Coffey kadar etkilemez. Oldukça iri yarı biri olan Coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahküm olmuştur. Ürkütücü görünümünün aksine oldukça duygulu ve karmaşık bir iç dünyası olan Coffey, bazı doğa üstü güçlere sahiptir. Edgecomb' un ona gerçekten suçlu olup olmadığını sormasıyla aralarında diyolog başlar. Edgecomb, artık hiç beklenmedik yerlerde mucizelerin olabileceğine inanmaktadır.
--spoiler--
repliklerinin çok güzel olduğu, ara ara duygulandıran film. fakat ben yalnızca biraz duygulandım, ağlamadım. hiç huyum değildir zati. ayrıca stephen king in zamanında yazmış olduğu kitaptır da.
john coffey in hüzünlü hikayesi(kahve gibi ama değil). samanyoluna şakirt tv ye skeç olur o derece. ilk izlediğimde ağladım diyemem ama gözlerim dolmuştu izlerken. hatta acayip şaşırdıydım ilk defa olmuştu sanırım bi film izlerken.
bir filmin hemen her sahnesi ilgi çekici olabilir mi sorusunun cevabı niteliğindeki filmlerden. her sahne adeta bir final havasında, kendi içerisinde ve genel konu içerisinde ilginçlikler mevcut. her sahne yeni merak uyandıracak gelişmeler için ip ucu taşıyor, sürekli sürpriz sayılabilecek gelişmeler birbirine ekleniyor. dram ağırlıklı olmasına rağmen araya sıkıştırılan komik diyalog ve durumlarla güldürmeyi de başarıyor. çekim açıları, oyunculuklar zaten harika.
Dev zencinin( coffey)"Karanlıktan korkuyorum patron lütfen ışığı kapatma" demesiyle beni alıp götüren, Tom Hanks' in oyunculuğunun atmosferden çıktığı harika yapımdır.
frank darabont'u ıslak sopayla dövme isteği uyandıran film. sette stephen king'le uyum içinde çalışmış ve yine ustanın bir eserini başarıyla sinemaya uyarlamış. filme zaten söylenecek birşey yok. izleyip de beğenmeyeni görmedim. her insana dokunan bir film.
şimdi frank darabont'un ıslak sopayla dövülmesi kısmına gelirsek; bu adamın ilk çektiği uzun metrajlı film the shawshank redemption. 94 yılında çektiği bu film bugün büyük bir sinema seyircisine göre gelmiş geçmiş en iyi film. tabi ki bu özneldir, fakat milyonlarca insanın en çok buluştuğu ortak film bu. daha sonra sırasıyla the green mile, the majestic ve the mist. 4 tane film. 4 nedir lan ? bu kadar müthiş bir yönetmenin 18 yılda sadece 4 film çekmesi ayıptır. düşünsene michelangelo'sun ama resim yapmıyorsun. zidane'sın ama top oynamıyorsun. mozart'sın ama piyanon toz kir içinde kalmış, bir köşede çürüyor.
Yoruldum, patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri. insanların birbirine kötü davranmasından bıktım. Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım. Çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor. Anlıyor musun?