hakkında ne kadar övgü edilse az olacak film. film de değil ki, başka bir şey bu. james cameron'ın avatar filmi için arak yaptığı bir şey. iki filmi de izleyenler bilir, ölünün etrafındaki tapınma sahnelerini avatar'a monte etmiş cameron. bu kadar az ilgi görmesi de çok tuhaf olmuş. kesinlikle izlenmeli.
2006 yılı yapımı dır. ben daha dün akşam seyrettim.ağladım ağlamasına ama benim ki daha çok resmen zırlamaktı.gördüğüm en etkileyici görüntülere sahip film di.ohoooo sende bişi görmemişsin diyen olabilir ama sorarım size bir destan başka nasıl anlatılabilir ki.?
yüzeysel insan notu: lee pace'e uzun saç daha çok yakışıyomuş.*
roy' un alexandria' ya dün sana bağırdığım için özür dilerim deyişinden sonra alexandria' nın bir iç çekiş ve önemli değil deyişi vardır ki.. filmin görselini, müziklerini, hikayesini her şeyini geçtim. sadece o iç çekiş için bile izlenebilir.
film anlatıldığı kadar yada abartıldığı kadar iyi değil aslında. güzel derlenmiş toplanmış ama filmin içindeki ufak kızı sevemedim bir türlü. kıza hikaye anlatan adamı hiç sevemedim. hatta cocuk istismarı bile yapılıyor dedim bir ara. canınız sıkılıyorsa izlenebilecek bir film.
çoğu kişinin big fish'e benzettiği film. bana kalırsa big fish bu filmden fersah fersah üstündür. bu the fall'ın kötü olduğu anlamına gelmez pek tabii. zira gerek görsellik olsun gerek son 30 dakikası olsun gayet etkileyici düzeyde. özellikle o küçük kızın doğallığı müthiş. lakin fazlası yok, tabi yönetmeni uğraşından ve bu sanat eserini ortaya çıkarttığından dolayı kutlamak gerek.
chris reece featuring luciana iş birliğiyle ortaya çıkmış derin, anlamlı, duygusal, dinleyeni alıp götüren harika bir parça... insanın dinledikçe dinleyesini getiren cinsten... şöyle sözleri;
All leaves are painted
Now you can leave
And blame the sun for me
The silence is returning
Don't look back my dear
The wind is turning so... Cold
The wind is turning cold
I appear strong
But inside I'm broken up
Demons fighting inside me
They watch me as
As I fall
My heart is now empty
all drinks are on me
Bourbon tears and a toast
There is no comfort
In the colors of the woods
How can brown tones turn so - cold
I appear strong
But inside I'm broken up
Demons fighting inside me
They watch me as
As i fall
Leaves, on leaves, on leaves
You can't hide my way
Leave me, leave me, leave
I'll stand in the rain
Where i'll wait
For the first snowflakes
For the first snowflakes
I appear strong
But inside I'm broken up
Demons fighting inside me
They watch me as...
I appear strong
But inside I'm broken up
Demons fighting inside me
They watch me as
As ï fall
dün izlerken yarın oturup sayfalarca yazarım ben bu film hakkında diye düşündüğüm lakin yazıya dökemediğim film. filmden sonra bi süre kendinize gelemiyorsunuz, ilk dakikalardan itibaren içine çekiyor film insanı; filmdeki karakterlerden biri olup çıkıyorsunuz.
'' gugli gugli gugli go away''
'' it is not time to sleep''
neresinden başlasam bilmiyorum. Anlatmaya çalışacağım kelimeler filmi izlerken yaşayanacak en ufak duygunun yanında sönük kalır aslında. Oturun izleyin. *
ince düşünülmüş ayrıntılar; muhteşem kostümler, sahneden sahneye geçişlerdeki yaratıcılık, müzikler..
Hayattan vazgeçmiş bir adam; hayata tutunmasını isteyen küçük bir kız.
Zekice hazırlanmış kurgusu insanı içine çekerken; farkında bile olmadan filmin sonlarına doğru bir maymunun ölümüne ağlıyor olabilirsiniz. **
Sevgilisi tarafından terk edilmiş roy'un olanları küçük kıza masallaştırarak anlatmasıdır aslında bütün olanlar. intihar etmeye çalışır, kıza ilaç çaldırır ama yapamaz.
Bir kaç enstantane; (300 mg spoiler içerir)
-darwinin maymunu ; darwinin hep aradığı kelebeği * yakalayıp ona getirmeye çalışırken ölmüştür, bunu gören darwin dostundan özür diler; onun fikrini çaldığını herkese itiraf edeceğini söyleyip intihar eder. Çok dokunaklı sahnedir.
-intiharını kıza yine masalla anlatan roy kızın "onu öldürme!" çığlığına kulaklarını tıkar.. "bırak yaşasın.. öldürme onu.. ölmeni istemiyorum.."
-kendi koyduğu kılıca yanlışlıkla yaslanan kötü adamımız havuzda sırtına saplanan kılıçla salınırken "kendimi pek iyi hissetmiyorum" lafıyla güldürür.
ve filmin sonunda görürsünüz ki; bütün karakterler aslında başından beri tanıdıktır.. hepsi hastanedeki insanlardır.
(ayrıca filmde bir sahnede camera obscura gösterilmektedir.)
sanatsal başarısının aksine çok fazla bilinmeyen hatta tercihen böyle kalması içten içe arzulanan (bkz: henüz boku çıkmamış)filmdir.
okullarda ders olarak okutulabilirliği vardır.
nasıl güzel nasıl güzeldir.
tarsem singh 'in gidişata bakılırsa tarzını anlamaya başladığımız ikinci filmi.. rüyalar-dali-bilinçaltı-sanat bağıntıları arasında gezinen görsel öğelerle bezili, masalsı film.
orta sonda izlediğim "the cell"in hastası olmuş, birçok insana izletmeye çalışmış, babam dışında kimseye tesir edememiştim filmde jennifer lopez oldugu için. (sağol baba) şimdi o tipler ortamlarda the fall ile prim yapıyorlar. canlarım.
Norah Jones'un dinlenesi, son albümüne vardiği isimdir. Muhteşemdir yine...
Albüm şu parçalardan oluşmaktadır:
1. Chasing Pirates
2. Even Though
3. Light As a Feather
4. Young Blood
5. I Wouldn't Need You
6. Waiting
7. It's Gonna Be
8. You've Ruined Me
9. Back To Manhattan
10. Stuck
11. December
12. Tell Yer Mama
13. Man Of The Hour
her bir sahnesi ustalık kokan başyapıt. aldığı ödüller bir yana, izlerken seçiminizden dolayı ödülü size veriyor film. her dakikasını doyasıya yaşıyorsunuz.
--spoiler-- darwin, wallace'un * ölüm sahnesinde "herkese bahsedeceğim" der.
yine benzer bir sahnede; maymunun bulunduğu çantadan küçük kız çıkar, darwin pekiştirir. "sen misin wallace?" *
--spoiler--
muhteşem bir film. klasik bir david lynch filmi, izlersiniz yıllar boyu düşünürsünüz, bir gün aniden anlayıverirsiniz. kapasite ister bu filmi de anlamak.
bu akşam tv 8 sayesinde ilk defa seyretme şansı bulduğum film. tarsem singh harika bir iş çıkarmış. ayrıca inter barcelona maçı ve türkiye slovenya basketbol maçını izlememe engel olmuş filmdir.
mekan ve kostümler kesinlikle çok iyi hazırlanmış bir film.ayrıca benim gibi bir insan evladını bile duygulandırmış film
--spoiler--
.-benimle mutlu son yok
filmin sonunda "öldürmesene! öldürme laann" diye kızası geliyor insanın
--spoiler--
her ne kadar filmi seslendirilmiş ve tv8 sayesinde kırpılmış bir halde izlemiş olsam da görüntüleri ve absürdlüğüne şapka çıkarmak, yönetmenin diğer filmlerini izlemek boynumun borcudur bundan böyle.
Tarsem'in görsel şiiri. Gerçek sanat, gerçek film.Zamanımızın en güzel masalı.
--spoiler--
Bu filmi gerçek bir sanat filmi yapan, elinin heryere uzanmış olmasıdır. Evet film, metaforlarıyla, afişiyle, müziği ile değindiği mitolojik öğelerle, başka yönetmenlere ve hikayelere, fotoğrafçılara göz kırpmasıyla sanat filmi olmayı haketmiştir.
Tarsem Singh, filmi çekmek için 14 farklı ülkeye gitmiş, 113 şehirde bir bir görsel güzelliklerini kaydetmiş filmine. http://thefall-locations.blogspot.com/
Bu güzelliklere ayasofya'yı da ekleyerek, istanbulluları onurlandırmıştır. Bu görüntülerden yer yer Ron Fricke'nin tartışılmaz dünyanın en iyi belgeseli olan Baraka keyfi alıdrımaktadır. Zaten Filmin görüntülerinin oluşmasında bence Baraka'dan alınan ilhamın büyük etkisi var.
Filmin Beethoven'ın 7. senfonisi ile başlaması, afişinden sonra başlangıçtaki müziğin ciddiyeti bizi ciddi bir filmin beklediğini gösterir nitelikte.
Filmin konusu hiç yabancı değil, şehrazat ölmemek için şeyh şehriyar'a masal atlatması gibi Roy, Alexandria'ya ölebilmek için masal anlatır. Bu filmin reel kısmıdır bunun yanında Pan'ın labirenti, tadında gerçeklikle paralel ilerleyen bir de fantastik hikaye vardır. işin kötüsü ikisininde son derece hüzünlü olmasıdır. Film kendi içinde başka destanlara ve masallara da gönderme yapmaktadır. Hintli'nin dünyanın en güzel kadını ile evli olması ve bu kadının kaçırılmasıyla, başka hiç bir güzel kadına bakmaması, bir hint destanından gelmekte.
Film tam bir metafor yağmuru. Afişe konacak kadar önem verilmiş kelebek figürü yeniden doğuşu simgelemekte. Aynı zamanda bu kelebeğin Darwin'in ölesiye aradığı tür olması ve onu bulmasıyla hayatının son bulması hikayenin burasında Darwin'in olması apayrı bir metafor. Alexsandria'nın filmin konusu olan gerçek ve gerçek olmayan hikayesini izledsikten sonra, başlayan yeni hayatı ve bu kelebeğin peşinden koşaması da...
Mistiğin herşeyin öldüğü bir yerde durmakta olan bir ağacın içinden çıkıp gelmesi çok çok etkileyici bulduğum sahnelerden biri.
Küçük kızın oyunundaki doğallığı hiç bir kelime ifade edemez. izleyene bol afiyet dilerim bu konuda.
--spoiler--
--spoiler--
hamuru düşmüş bir adamın hayal gücüdür bu hikâyenin, yoğuransa hayalleridir küçük bir rumen kızının.
yumruk yiyerek, yuvarlanarak, kemiklerini kırarak ya da bir yerlerden atlayarak para kazanan, kısacası dublörlük yapan roy walkerın* yolu film esnasında köprüden atlarken atın üzerini tutturamayıp ayakları felç olunca, bir zamanlar los angelesda bir hastaneye düşer. dokuz yaşında bir kız çocuğu olan alexandria* da aynı hastanede, kırık koldan muzdarip, kalmaktadır. roy walkerla tanışıp onun anlattıklarını beyninde resmetmesiyle her şey akar, ortaya çıkan yeni dünya gözleri kamaştırır ve yönetmen çay molasından döndüğünü bağıra bağıra belli eder.
orta halli dedektifçilikli müthiş göz ziyafetli the cell filmiyle beğenimi kazanan tarsem singh bu filminde de geleneği bozmuyor ve tablo gibi (ya da doğrudan tablolardan) görüntüler yakalıyor. klasik bir intikam hikâyesi üzerine kurulu senaryo oyunculuklar ve görüntü yönetmeninin çılgın renkleri ve kostüm departmanının uç noktadaki doğu esintili kıyafet seçimleriyle bu açığını kapatıyor.
senaryoya klişe dedik lakin içinde barındırdığı türlü metaforlar ve hint destanlarından aldığı mekânlar ve olaylarla akıcılık konusunda klişeden kopuverip sinema sanatına bir kez daha hayranlık duyduruyor. müzikleri ayriyeten dinleme olanağı bulamasam da film içinde kullanılışları yerindeydi. küçük kızın doğal, hatta doğaçlama takılıyor diyebileceğiniz kadar doğal, oyunculuğu bile bu filmi. eğer tüm bunlar ilginizi çekmediyse, görme sebebidir. 2006 yılının en filmlerinden, david fincher ve spike jonze tavsiyeli.
--spoiler--