insanlardan nefret etme hissiyatını körükleyen, ağlamadan izlenemeyecek bir david lynch filmi. john marrick karakterine duyduğunuz hissin sadece acıma mı yoksa şefkat mi olduğuna karar vermeniz zor. unutulmayacak bir film.
filmde bytes karakterinin yanındaki küçük çocuk * büyümüş kocaman olmuş, lock stock and two smoking barrels'daki soap kişisi olmuş.
acıklı ve arka yüzü 'karanlık' ve kasvetli olan bir öyküye lynch'in 'kompleks' stili eklenince bir şaheser çıkmış. böyle bir öyküyü bu kadar güçlü, etkileyici, ama aynı şekilde acıtasyona yer vermeyen mesafeli ve duyarlı bir bakışla lynch'ten başkası anlatamazdı herhalde... the elephant man, lynch'in filmografisinde özel bir yere sahiptir kısacası.
hiç bir hikaye/kitap/film bir insanda böylesine bir etki bırakamaz. güzel filmler var ama bu derece etkili başka bir film var mı acaba ? sorusunu yöneltecek cinste film. anthony hopkins'in oyunculuğu gerçekten harika. her şeyiyle izlenmeli ve izletilmesi gereken bir film.
"o güzel değildi. annesi onu hiç istemedi, çocuklar hep peşinden kovaladılar. insanlar ona hep güldü ve onu fil adam diye çağırdılar." şeklinde ufak bir tanıma sahip olan tim vicary öyküsü.
yazılanlardan farklı olarak içimin burkulduğu bir kareyi düşünmenizi istiyorum. muhtemelen farketmemişsinizdir zaten, öyle düşünüyorum.
--spoiler--
fil adamın tiyatroya götürüldüğü sahnede, selamlama sırasında tüm oyuncular öne gelerek eğiliyor seyircilerin önünde, alkış kıyamet her taraf. tüm alkışı o ön taraftaki oyuncu grubu alıyor. oysa tam o sırada, arkada papatya kostümü içinde figüran olarak rol almış olan 2-3 kişi selamlayamıyor seyirciyi, alkışı onlar alamıyor.
--spoiler--
--spoiler--
kahramanları herkes sever, bense sıradan bir adamım.
--spoiler--
bir hilkat garibesi olarak, hayata gözlerini açan, merrick; annesinin yaşadığı talihsiz durum sebebi ile, real yaşantıdan hızla kopar, kendisini hayatını iade etmesine karşın, sirklerde hunharca çalıştıran bir sahibin eline düşer. umutsuzca süregelen bu günlerin bir tanesinde: ileride, meşhur kanibalimiz olacak; anthony hopkins merrick'i bulur ve kendi yaşantısına dahil etmek üzere, yeni bir kültürleme başlatır. ancak; geçmiş yaşanmışlıklar, çekinge ve korkular yeni düzene sekte vurmaktadır. en kötüsü de, bu sahip merrick'ten hala faydalanmak istemektedir. david lynch in sinema literatürüne armağan ettiği sentimental konseptte bir klasikdir. bir diğeri de;
(bkz: eraserhead)
lynch filmlerine benzemeyen bir filmdir. bir janr filmi olamayıp alegorik kurgusuna yenik düşmüş bir bilim adamının romanı misali yaklaşımdır. filmde duman metaforu dışında lynchvari hiçbir öğe bulamazsınız. ama toz kondurulamaz işte yine de. bunları aslında dönem filmleri altında incelemek gerekir. çekildiği dönem belli bir kuşağın duygulanımına hitabetmiştir çünkü. ama sinematografik olarak vasat kalır. auteur kavramına ulaşamayan lynch bunu bize hep yapar. bir bakarız blue velvet, eraserhead ya da lost highway gibi avantgarde sayılabilecek özgün eserler sunarken bir bakarız dune, elephant man ( bir de çim biçme makinalı bir filmi vardı acayip boktan bir şeydi adını bile unutmuşum) gibi uğraşılmamış yan ürünler verir. ama elephant man gerçekten yaşanmış bir olayı anlatıyodu...8 oscar bık bık. şovşank, hı hı...
1862 yılında (aşırı nadir görülen) genetik bir hastalıkla leicester'da doğan john merrick*'in hayatını konu alan film.
ön bilgi: annesinin ölümü üzerine babası başka bir kadınla evlenmiştir. üvey annesi tarafından sürekli hırpalanırken bir yandan da hastalığı gitgide ilerlemiş ve şov dünyasına atılmak zorunda bırakılmıştır. buradan gerçek resimlerine bakılabilir: http://www.rotten.com/library/sideshow/elephant-man/
şimdi gelelim filme.
--spoiler--
bu filmde bir yaşam öyküsü görmenin yanı sıra david lynch'in fırça darbeleriyle olayın farklı boyutlara çıkarılmasını izliyoruz. öncelikle filmde benim algıladığım mesaj insanların içindeki şan, şöhret, özellikle para sevdası. biraz dikkatli baktığınızda kimse o göstericinin john'u para için kullanmasından şikayetçi değil. aradan 120 yıl geçmiş ve biz şu anda yaptığı şeye "kötü" diyoruz. bundan 120 yıl sonra belki de şu anda para için yapılan ama hiç farketmediğimiz şeylere "kötü" denilecek *. filmde bir çok duyguyu yaşamanız mümkün. hatta sinirden tüyleriniz diken diken oluyor. ama orada kızdığımız kişinin kendimiz olduğunu göstermesi lynch abimiz için zor olmuyor. orada iyi doktorumuz olan anthony hopkins bir sahnesinde şöhret sevdası için iyilik yapmış olduğunu farkediyor ama neden böyle bir şey yaptığını bilmiyor. hatta bi sahne sonrasında john'un odasına gittiğinde boynu eğik bir şekilde duruyor. ne kadar istemesek de bu arzuların bu egonun içimizde olduğunu gözler önüne seren bir sahne.
filmin hikayesini düşündüğünüzde o boş (!) diye tabir edilen kesimleri çıkartıp atarsanız yarım saatlik bir filme indirgenir. ama o "boş" diye tabir edilen kısımlarda dikkatli bakıldığında david lynch göndermeleri görülmekte. örneğin; fil adam diye tabir edilen john'un faytona bindirilip hastaneye getirildiği sahnelerde kafasına geçirdiği kese kağıdının sadece bir gözü açık ve gözyaşları sadece bir gözden akıyor. özellikle o kese kağıdındaki tek göz olayını üst üste önümüze sermekte lynch abi. akla gelen ilk şey şu anda da gündemde olan illuminati. orada para için masonlar tarafından kullanılan, eziyet edilen, hatta öldürülen insanlara bir göndermesi olduğunu düşünüyorum. zaten biraz araştırmayla david lynch'in de illuminatiye başka göndermelerine ulaşabilirsiniz. bunun gibi bir çok sahne var. sonuçta bir david lynch filmi. izlerken ekranın sadece ortasına bakmamanız gereken filmlerden.
hee sonunda ne mi oluyor? john merrick ilk kez insan gibi yatmayı deneyip boğularak ölüyor.
--spoiler--
filmin başlarında bir süre boyunca yönetmen john merrick'i yani fil adamı göstermedi. bu da izleyiciyi meraklandırdı, acaba fil adam nasıl diye. acaba yönetmenin asıl amacı, para verip fil adamı görmek isteyenlerden bir farkımızın olmadığı mıydı?
ben de oldukça meraklandım ve görmek istedim başlarında, umarım öyle değildir sözlük.
rahatsız edici filmler kategorisine giren başarılı film. Bittiğinde kendinizi bir garip hissedersiniz muhtemelen. Ayrıca david lynch'in en anlaşılır filmidir.
film bir çok etkileyici sahneye sahip. lakin en rahatsız edici ve üzücü sahnesi hastane görevlilerinden birinin sayesinde içeri giren insanların john ile makara yapmalarıdır.
ağlatan filmlerden biridir.
yüzünden rahatsız olmayan bir ben miyim bilmiyorum, o kadar sevdim ki yüzünü görmedim bile.
"I am not an elephant! I am not an animal! I am a human being! I am a man!" cümlesinde gözyaşı fışkırttığımı hatırlıyorum.
dram türünün başyapıtlarından biri olan 1980 yapımı, özgün ve sıcak bir hikayeye sahip film. david lynch korkutmasın sizi, öyle anlaşılır öyle sıcak ki herşey. türler içerisinde en zor ve kaliteli olanları dram olanlardır bence, ve bu film fazlasıyla tatmin etti beni. eski filmleri sevmiyor, siyah beyaz filmlere sıcak bakmıyor olabilirsiniz ancak bu film zamanı aşacak bir kapasiteye sahip. bu filmi tavsiye ediyorum, dramın gücüne inanın. iyi seyirler.