rengarenk bir film aslen, bol dumanlı; blur efektli. kayan görüntüler, kaybolan, yankı yapan sesler. düzgün bir kafayla izlerseniz çok güzel gelecektir.
Şuuru seyahate çıkaran algının kapıları, kapıyı açtıp sizi nirvanaya ulaştırdıktan sonra da ''kişi kendinin darwin'idir'' dercesine sizi o eşikte yalnız bırakan, sürüden ayrı hippilerin efsanesi. Uçma ihtimali yüksek bu halüsinasyotik grup ''olmak ya da olmamak. iste bütün mesela bu'' algısını nihilizm, hiççilik ve dibine kadar realistlikle harmanlayıp, ''kefenin cebi yok'' olgusunun 68 kuşağında ki en önemli elçileridir. 8 yıl gibi çok kısa bir süre içinde psychodelic rock'ı, hissedilmiş protest olgularla birlikte kendi hamurlarıyla yoğuran bu ermiş elemanlar, lizard king'in '27 yaşında ölen ünleler'e sağlam bi katkı payı vermiş olmasıyla kısa süre içinde dağılırlar.
sound olarak (bahsettiğim sound rock sound'u tabii ki. 50'ler veya 60lı senelerin jazz parçalarına bakarsanız sound olarak hala ilersine geçilmemiştir) çağının en ilersinde olan rock grubudur bu adamlar.
'67 senesinde yayınladıkları ilk albüm kesinlikle dinlenilesidir.
jim morinson ve arkadaşlarının kurduğu 60 lı yılların unutulmaz mükemmel rock grubudur. hayata pamuk ipliğiyle bağlı kişilere other side şarkısını öneririm. riders on the storm sözlerini lsd kullanıp çölde yazmıştır hatta arkadaşları kendisinden habersiz bu parçaya yağmur efekti eklemişlerdir. jim morinson vocal, robby krieger guitars, ray manzarek keyboards.. aynı grubun birde belgesel filmi çekilmiştir. hala hazırda sözlüğümüzde yazar halim abi alt katımda bir akşam the doors izliyordu. kahkaha sesleri bizim kata kadar geliyordu. ilerleyen saatlerde ben uyumuşum sabah kalktığımda kendisini gördüm kafası zurna bir şekilde uyumaya gittiğinde aklına filmdeki sarkma sahnesi geldiğinden hiç teredtüt etmeden beşinci kattaki camından sarktıgını ifade etti. herkese renkli günler..
kim lan bu adamlar!? neydi bu adamların olayı?! kendinden öncekilerde ve -hala dinleniyor oluşlarından mütevellit- kendinden sonrakilerden farkları neydi? bu adamları farklı kılan neydi ki?! yani, gözlüklü bir adam klavyenin başından kafasını kaldırmıyor, klasik baterist imajına taban tabana zıt düşen bir tip bagetlerini sallıyor, flamenko mu blues mu yoksa rock mı ne çalacağını şaşırmış bir velet kendi halinde tıngırdıyor, deri pantolonlu bir yeniyetme de yırtınıyor. ama neydi onları değişik kılan.
öncelikle isim;
"if the doors of perception were cleansed,
everything would appear as it is: infinite" *
(eğer algının kapıları temizlenseydi,
her şey olduğu gibi görünürdü: sonsuz)
altmışlar abd'de keneddy suikastiyle sıkıntılı bir başlangıç yaptı, vietnam savaşı çıktı, amerika ikiye bölündü, eski ve yeni. yeni olan her şey saftı, yeni olan her şey çıplaktı ve aykırıydı. önüne geçilemez bir şekilde, bir çığ misali büyüyen bu kültür eskide çatlaklar açtı, çatlaklardan doğanlardan biri de the doors'tu.
fakat altmışlar geride kaldı. doors 65'te kuruldu, peki neydi bu adamları hala dinlettiren?
özet geçeceğim:
dinleyenini uçuran bir dokusu var the doors'un. çiviyazıları yayınlarından çıkan tanrılar/ yeni yaratıklar isimli kitabın "jim morrison için ipuçları" kısmında 14. sayfanın 4. paragrafında şöyle der; "kısa süre sonra gazatelerden biri şöyle yazar: rolling stone uçmak isteyenler için, doors ise çoktan uçmuşlar için"
buradaki çoktan uçmuşlar ibaresi önemli. toplum içinde bizi frenleyen bir otokontrol mekanizması var. mesela bir pazar öğleden sonrasında kalabalık bir parkta malafuşkayı çıkartıp bir ağaç dibine işemez insanlar. hatta şöyle bir şey vardır "beni siken yok mu?!". (yazar burada cinsiyetçilik yapmıyor) bu kalıp bir çok insanın haykırmak istediği, yaşadığı şehrin en işlek meydanına gidip pantolonunu indirip yırtınarak haykırmak istediği şeydir. elbette hepimiz heteroseksüel, vergilerini veren saygın vatandaşlarız, ama bilinç altı diye bir şey var ne yazık ki. doğrudan düşünülmese bile bu bazı duygusal aşamalardan geçerken aklımızdan geçebiliyor. örneğin, patronuna hocana ya da arkadaşına gıcık oluyorsun. öyle anlar oluyor ki o herifin götüne bir krank mili sokup döndürerek bağırsaklarını yeryüzünün dört bir yanına saçmak isteyecek kadar sapıkça ve alışılmadık cinayet senaryoları kuruyorsun. sonra nefes alıyorsun. derin derin nefes alıyorusun. nefes aldığın hava oksijen içerir ve bilindiği üzere oksijenin fazlası; kafa yapar. bir tibet öküzü sakinliğiyle heteroseksüel, saygın ve vergilerini veren vatandaş olarak hayatına devam edersin.
ama uçmak farklı. uçmak yukarıda verilen bütün örneklerde olduğu gibi bilinçaltında yaşayan hayvanın canlanması ve zihnine hükmetmesidir. daha basit bir tanımla uçmak, ayaklarının yerden kesilmesidir. gerek bedenen, gerek ruhen bazen bir kimyasal aracılığyla bazen de the doors gibi duyguları ve algıları hareketlendirecek müzikler icraa eden gruplarıpların şarkılarıyla.
peki nasıl uçurur doors?
şöyle.
robby kriger: rock grubunda flamenko çalan gitarcı. aslında kendisi bir flamenko gitaristidir. pena kullanmaz. lead ve ritmi tırnakla çalar. yer yer pink floyd parçalarında bile karşılaşılabilen naylonumsu tat yoktur. doğrudan keratin yapının tellere vurmasıyla çıkan sesi duyarsın. gitar ve ruhun sevişmesidir o, pena gibi bir aracı olmaksızın.
john densmore: rock grubunda caz çalan davulcu. basçı olmamasından mütevellit tüm ritm sırtındadır ve caz yatkınlığı sayesinde çok rahat bir şekilde bunun üstesinden gelir. kimi şarkılarında ezgiler bluesa kaymasına rağmen onu da iyi kotarır kendisi.
ray manzarek: klasik kökenli piyanist. klavyeci. grubu gerek icraat esnasında gerek sahne dışında sırtında taşıyan adam. manzarek sol eliyle elektronik bas serisi çalarken aynı anda sağ elini akorlar ve blues soloları için kullanırdır. elbette bu sayılanları ortalama bir klavyeci yapabilir. ama manzarek'de farklı bir şey vardı. sirke gibiydi manzarek. robby'nin önüne geçilemez havai fişek gösterisini andıran flamenko ve blues ezgilerini nötrleştirerek o "algının kapıları"nın karanlık ve sisli havasını verebiliyordu parçalarına. ayrıca tüm gruptaki en aklı başında adamdı kendisi.
jim morrison: tanrı.
doors böyle bir gruptu. flamenko, blues, caz, rock ve klasik; kısaca insanlığın bütün seslerinin damıtılmasıyla birlikte tanrının sesinin de katkısıyla oluşmuş, "yaratılmış" eserlerin grubu.
şunu bunun dinleyin diyecek değilim. diskografisini edinin.
Dünya rock tarihinin en önemli gruplarından biridir. Solistleri Jim Morrison'un sıradışı kişiliği örnek gösterilerek abartıldığı da iddia edilmiştir. iddia edilmiştir de ne olmuştur? iddiada bulunanlar söyledikleriyle kalmıştır. The Doors'un sıradışı müziği hala insanları etkilemeye devam ediyor. Davulun caz esintileriyle eşlik ettiği müzikte klavye basları da çalar. Bas gitarın olmadığı gruba gitarın flamengo tadında tınıları eklenir. Benzersiz birmüzik ortaya çıkar. The Doors devam edebilseydi çıkardıkları iyi albümlere başka iyi albümler ekleyecekti bu altyapı ve güç onlarda vardı. Jim Morrison yarı yolda bırakmasaydı...
teorime göre türkiyedeki düğün kültürü yüzünden iyi müzik dinliyim diyen insanlar orglu şarkılardan uzak dururlar. işte the doors bunu kırıyor. az albümünün hepsi best of gibidir.
milliyet sanat ocak sayısında ''hayatı kısa müziği uzun'' olarak betimlenmiş ve kapak olmuş gruptur. fena sayılmayacak bir metin ve bülent ortaçgil 'den doğu yücel 'e ordan hakan günday 'a grup hakkında minimal düşünceler mevcut.
ha bu arada yazmazsam olmaz.
(bkz: the end)
mükemmel olarak nitelelendirmenin bile belkide az kalacağı efsanevi grup. ayrıca bir de filmleri vardır ki geçenlerde izlediğim '91 yılında çekilen beni daha da bağlamıştır the doors'a.
daha filmin girişinde giren şarkı riders on the storm çok güzel anlatmış sahneyi ve en çok savediğim diğer sahnelerden biri de love me two times şarkısının çalmaya başladığı sahne gerçekten çok iyi olmuş.
birde aklıma gelmişken the end şarkısını ilk söyledikten sonra bardan atıldıklarınla ''this is art'' diyerek gönlümde ayrı bir yeri olmuştur.
the doors, masallar diyarına açılan bir kapıdır. bu kapıdan geçtiğinizde, içine giren herkesi büyüleyen bir hayal ve masal ülkesinde bulursunuz kendinizi, alice gibi. hiç kuşkusuz, bu hikayedeki tuhaf giyimli tavşan da jim morrison'dur.
morrison'nun kırkıncı ölüm yıl dönümünde(03.07.2011) radikal'de çok güzel bir yazı kaleme alınmış, adı: "40 yıldır 'kapı' hâlâ açık"
şu yaşadığımız tuhaf ve acıklı dünyanın en acıklı şiirleri ve şarkılarıyla ve o kutsal ruhu ve kutsal sesiyle ve müthiş karizması ve yakışıklılığıyla, güzel yürüyüşü ile şaman dansları ile karşımıza çıkan olağanüstü bir adamın efsanevi grubu.
Müzik kalitesi açısından tartışılmaz gruptur.
Grup elemanlarının her biri kendi enstrümanında üstad' dır.
" We want the world and we want it now !! " diye bağıran devrimci vokalistinin ismi Jim morrison' dur.
belgesellerinde jim morrison ın ne denli değişik bir adam olduğunu gördüğümüz grup. yani eğer aynı şekilde vuku bulduysa her şey cidden morrison bambaşka bir adammış.
jim morrison,kurt cobain ve jimi hendrix gibi unutulmaz rock yıldızlarının arasında yerini almıştır.kurt cobain 27 jimi hendrix 26 jim morrison 27 yaşında ölmüştür.bilim adamları unutulmaz rock starı olmak için bu yaşlarda mı ölmek gerekiyor gibi bir araştırma dahi yapmışlardır.