izledikten sonra aklıma can dündar'in hayatı tersten yaşamak yazısını getiren film.
yasamin en tatsiz tarafi sona eris seklidir. suphesiz ki yasami tersten yasamak daha guzel hatta mukemmel olurdu. nasil mi ?
cami'de uyaniyorsunuz. bir tahta sandik icersinde, herkes karsinizda saf durmus, iyiliginize dua ediyor ve tum haklar helal edilmis vaziyette. tabuttan dogruluyorsunuz, yasli, olgun ve agirbasli olarak.
herkes etrafinizda, buyuk bir itibar, iltifatlar, cocuklar torunlar hepsi hazir. arabaniza kurulup evinize gidiyorsunuz. dogar dogmaz devlet size maas bagliyor, aylik veya uc ayda bir maasinizi aliyorsunuz. ne guzel, hazir maas, hazir ev...
bir gun calismak istiyorsunuz ve ise ilk basladiginiz gun size hosgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altin kol saati veriyor patronunuz.. ve genel mudurluk veya bunun gibi yuksek bir makamdan tecrubeli bir insan olarak ise basliyorsunuz. herkes karsinizda elpence divan.
vucudunuzda da bazi hosa giden hareketler de basliyor gittikce zayifliyor forma giriyorsunuz diger hormonal aktiviteler artiyor, fevkalade...
aman ne guzel gunler basliyor...
derken birgun patron size artik universiteye gitsen daha iyi olur diyor. bu arada babaniz ortaya cikmis, "fazla calistin" diyor "artik eve don, isi birak, okumaya basla, harciligin benden olsun..." keyfe bakar misiniz ?
okudugunuz dersler gittikce kolaylasiyor ekmek elden su golden bir donem basliyor. partiler, diskotekler, kizlarin sayisi artiyor.
derken anne ve babaniz sizi goturup getirmeye basliyor, araba kullanma derdi de yok artik...
Gunun birinde sizi okuldan da aliyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncalaklarinla oyna" diyorlar... mamaniz agziniza veriliyor, zaman zaman altinizi bile temizliyorlar, hatta bu durum aliskanlik yaratiyor ve hic tuvalet kullanmamaya basliyorsunuz.
derken anneniz bir gun size sut verme kararini aliyor ve baska bir keyifli donem basliyor. mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazir. bir gun karanlik ilik ve sicak bir ortama giriyorsunuz. beslenmek icin agzinizi acmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor
sicacik yumusacik gurultu ve patirsiz bir ortamda yasiyorsunuz. kuculuyor, kuculuyor, ufacik bir hucre halini aliyorsunuz. ve gunun birinde muthis keyifli bir sevismeyle hayatiniz bitiyor...
les carnets du bon dieu romanını anımsatan kurgusuyla kıpır kıpır canlı oyunculuğuyla yanan brad pitt'in yanında oldum olası soğuk bulduğum filmlerini görünce ruhumu mengeneye alan ağdalı oyunculuğuyla cate blanchettin salınması moralimi bozdu lan..
hikayede izafi senkron kaymaları zamansal atlamalar; vücut büyürken aklın küçülmesi esnasında atlanan biyolojik boşluklar olsa da bu izleyici mal zaten ona mı bakacak ver brad'i ver bel altını gitsin kardeşim.. o değilde yönetmeni tebrik ederim içten hem de david'i bulsam sıkarım elinden güzel olmuş lan üzülme hemen.
naiflik oyununa düşmeye yakın dursa da gereksiz oyunlara başvurmadan zamanı ve yaşamı algılayışımızdaki tek düzeliği anlatan samimi bir film. Yan temaları ve karakterleri çeşitlendirse bile ana izleğinden sapmayan, çok güçlü görsel dile sahip; heyecan verici bir sinema eseri.
yaklaşık 3 saat sürüyor. gitmeden haberim yoktu bundan açıkçası. adam gibi bir araştırma yapmadan bodoslama daldım filme. tabii 13 dalda oscar adayı olması beni cezbetti diyebilirim.
dediğim gibi filmin uzun olması, dikkatin dağılmasına ve doğal olarak can sıkıntısına sebep olmakta efendim.
bunun dışında senaryo, ses, çekim, kostüm, makyaj falan sorun göremedim. brad pitt yine hakkını vermiş. kendisine olan hayranlığım pekişti diyebilirim
--spoiler--
özellikle bebek doğumu esnasında brad pitt'in yüzünde beliren sıkıntı harika. sanki gerçekten doğum var. helal vallahi. ayrıca bu aralar hep hüzünlü sonlu filmler görüyoruz. bu da tuz biber oldu. güzel geldi.
--spoiler--
hayatımda büyük boşluklar vardı. mesela son zamanlarda adam gibi bir film izlememiştim ve hayatımda hiç tek başıma sinemaya gitmemiştim. bu ikisini birlikte aynı gün ve filmde yapabilmiş olmam bu boşlukları biraz doldurdu. bazı filmler vardır sayısı da azdır. insanın hayatını etkiler, yeni kararlar yol almasına yol açar, ağlatır, sevindirir. hani hep duyarız da farklı sebeplerle izleyemeyiz. mesela benim sebebim üşengeçlik. otamatik portakal, hayat güzeldir, dövüş kulubü, forest gump, rain man, geleceğe dönüş, the truman show, esaretin bedeli. işte bu tip filmlerde biri bu da. olmuş, bir şeyler başarılmış, tebrik edilesi. uzun süre etkisinden çıkılamayacak filmlerden. ne övdüm bu arada. hakediyor yalnız. sinemaya gidip izlesin bence herkes. indirilip izlencek bir film değil, tam sinema filmi. insanların ortak değerlerinde biri ya bu sinema olayı. bizde şanslı nesilleriz en azından bizden öncekilere göre. işte bu hayatımızda ölüp gitmeden önce bu tip filmleri izleyelim de öyle gidelim. filmi güzel yapan şeylerden başlıcası konu tabii. insanın duyunca "vallaha aklıma geldi lan" dediği bir konu bu. insan gençleşse hep falan. güzel konu işte. ama güzel de işlemişler. bir anlatım halinde film izlediğim güzel filmler genelde öyle oluyor zaten biri anlatıyor. arkada film oynuyor. araya insanın içini burkan hayat hikayeleri de eklemişler ve dadından yenmez hale gelmiş. oscar garanti bence. bu arada bu kadar, duygusal, iç burkan bir filme böyle skik bir yazı yazdığım için özür.
Başlı başına hayal kırıklığı yaratan, muhteşem bir konuyu çok kötü bir senaryo ile işleyen, sıkıcı, uzun bir film. Gerçi olaya 2 farklı açıdan bakmak lazım. Film sektörünün içinden biri gözüyle bakılırsa, makyajıyla, kostümüyle, kurgusuyla çok başarılı. ancak izleyici açısından bakılırsa, uzun sıkıcı, iç karartıcı, kendini sürekli tekrar eden bir film. Oysa ki bu konu çok daha keyifli ve ilginç olarak işlenebilirdi. Konuya yazık edilmiş kısacası..
Benjamin Button'un bebek boyutlarında doğup tekrar bebek boyutlarında ölmüş olması dışında bir falsosunu görmediğim filmdir. Plastik makyajın karakter değişimindeki payını gösteren örnek filmlerdendir. Lakin Benjamin Button'un ölüm döneminde keşke yaşlı bir adam boyutuna makyaj ile yeni doğmuş bebek suratı yapılsaymış. Ters bunama bu şekilde daha hoş verilebilirmiş kanımca. Velhasılı kelam çok güzel bir film.
oscar heykellerinden birkaçı kesinlikle ve kesinlikle bu filmde emeği geçenlere verilmeli. çok güzel bir film. sinemaya gidecek paranız ve 3 saate yakın vaktiniz varsa bu film en iyi alternatiftir.
bittikten sonra ne derece etkilendiğimden emin olamadığım, hatta pek begenmediğime kanaat getirmekle birlikte olumlu birsey var ama ne diye düşündüğüm film. sonradan öğrendim ki meğer senaryonun orjinali bir scott fitzgerald hikayesiymiş. dolayısı ile cate blanchett in her zamanki müthiş performansı bir yana, kanaatimce hikaye kitaptan okunduğunda çok daha içe işleyecektir. nitekim scott fitzgeral ın bir diğer eseri olan great gatsby nin de romanı filmine nazaran* çok daha etkileyicidir. adam yazmış kardeşim. hastasıyım fitzgerald ın.
david fincher'in fight club'tan beri (powder keg'in yapımcılığını saymaz isek) adam gibi bi iş yapmamışlığın acısını çıkarttığı, kültlük mertebesine ulaşmaya namzet filmi. slumdog millionaire ile birlikte bu senenin en iyi filmi olmak için kapışmasını görmek 2005'te lord of war'a üvey evlat muamelesi yaparak aday bile göstermeyen akademinin ödül törenini nezdimde izlenir kılacak. en iyi filmi bu ikiliden hangisi alır bilmem de en iyi oyuncuyu bu filmdeki rolünden sonra brad pitt'e vermezlerse o 31 santimlik heykelin...
05 edi: filmi izledikten hemen sonra gaza gelip yazdığım bu entrynin sonundaki seda sayanvari iddialı sözün bi tarafıma kaçması ihtimali olduğuna kanaat getirdim. milk'deki sean penn'in dehşete düşüren oyunculuğu (sırf önüne gelen erkekle öpüşüyor diye değil cidden adamın her mimiği ayrı bir oyunculuk dersi olmuş) bu geri vites yapışın asli unsurudur.
makyajlar ve kostümler olarak oscarları kucaklayacağı kesindir fakat bir film olarak hayatınıza bir hoşluk katmayacaktır. izlemeden ilginç gelen hikaye, izlemeye başlayınca o kadar ağdalandırılmış ki sıkılmamanız mümkün değil. brad pitt in bahtsız film kariyerini kurtacak oscarı alacak gibi görünsede o oscarın ona makyaj yapanların hakketiğini düşündüğüm film. (bkz: ben bugün bunu gördüm)
ülkemizde 6 şubat'ta gösterime girecek olan ama dvdsini her bir yerden bulup izleyebileceğiniz harika bir film.
brad pitt'in oynadığı filmde hayata yaşlı olarak gelen ve hayatını yaşlanarak değil gençleşerek geçiren bir adamın hikayesi konu alınmış. brad pitt gene yapıştırıyor abi insanı ekrana, ağzınızın suları aka aka seyrediyorsunuz. *
her neyse kesinlikle izlenmesi gereken bir film bence, sinemada ya da evde mutlaka izleyin.
basın reklamındaki mottosu '' hayat dakikalarla değil anlarla ölçülür'' olan 2008 yapımı david fincheryapıtı. 13 dalda oscara aday gösterilen film hayatı doğa kanunlarına tamamen aykırı yaşayan, hayata tersten başlayan bir adamın hikayesini anlatmakta. kader, tesadüf öğelerinin çok başarılı işlendiği filmin konusu 1921 yılında scott fitzgeraldtarafından yazılmış aynı adlı kısa öyküden alınmış.
Edit: hikayeyi okumasamda seneler önce bu filmi ben çekicem demiştim.
(bkz: kismet)
"bana bir masal anlat baba" tarzında işlenmiş vurucu bir yapım. hani birisi bir hikaye okur da okudukları ekrana dökülür, o hesap. tabi ki hikayeyi okuyanla dinleyenin anlatılanlarla ilgisi var. şimdi hikayeyi okuyan kız brad pitt'in kızıymış dersem spoiler olur ama maksat örnek vermek olsun (ayı).
anlatılanlar ise birinci dünya savaşının son gününden pearl harbor ve ötesindeki zaman dilimine kadar uzanıyor. bu kadar uzun sürede ise pek çok ölüm oluyor filmde. ve bu ölümlerin benjamin button (brad pitt) tarafından açıklanma şekli de o kadar güzel ki her seferinde bir yakınınız gitmiş gibi sersemliyorsunuz.
filmin konusu daha önce defalarca bahsedildiği üzere allah'ın işi işte ömrünü ters yoldan başlayarak geçirmeye mahkum bir insan benjamin button'ın hayat hikayesi. herif neredeyse kör denecek kadar katarakt, eciş bücüş doğuyor ve zaman içinde "gençleşiyor". babası bundan korkuyor ve onu huzurevi gibi işletilen bir yere yanında 18 dolarla bırakıyor. orada büyüyor benjamin. oranın temizlik işlerinden sorumlu bir siyah çift de evlat ediniyor bunu. orada kalanlardan birisinin torunu ile arkadaş oluyor sonra benjamin. yıllar yıllar geçiyor bu iki insan sevgili oluyorlar kesişim noktalarında ve aralarındaki diyalog pek bir düşündürücü oluyor;
kız: Cildim yaşlanıp sarktığında yine beni sevecek misin?
oğlan: Aknelerim olduğunda yine beni sevecek misin? Yatağımı ıslattığımda? ya da merdivenin altında ne olduğundan korktuğumda?
üç saate yakın süresince bana forrest gump'ı hatırlattı. onu sevmiş her bünye bunu da sever.
hikaye inanılmaz olduğu için filmi kötü yapabilmek üstün bir yeteneksizlik gerektirirdi. ama fincher'de bu yeteneksizlik olmadığı için çok başarılı bir film olmuş. ama benim favorim hala slumdog millionaire.
evet forrest gump'ı fazlasıyla hatırlatıyor film ama "bu filmi nasıl beğendiğinizi anlamıyorum" gibi yorumlar fazla abartılı bence.
--spoiler--
bir amerikan tarihi dersi yine. filmin sonuna dek kate blanchett'in brad pitt'i kucağına alacağını bildiğiniz halde büyük bir merakla izliyorsunuz.
--spoiler--
--spoiler--
bence önemli bir eksik, brad pitt çocuk ve bebek olduğunda, blanchett'i tanısaydı ve bunun acısını çekseydi diye düşünüyorum, daha çok iç acıtırdı.
filmin sonunda bebek kucağındayken, ölmeden önce yüzüme baktı bunu hissettim cümlesi beni yeteri kadar acıtmadı.
--spoiler--
herkesin aksine hiç beğenmediğim film. 2.5 saatime acımama neden olmuştur. filmi uzatmak için ellerinden gelen ayrıntıya yer vermişler. oscarı da kanımca slumdog millionaire kaptırır zira slumdog gerçekten daha orijinal olmuş. film müzikleri ise harika.
senaryosu can yücel'den * ötürü tanıdık gelmektedir. ama yine de çok akıcı, zamanı su gibi harcayan bir film. filmde biraz forrest gump esintileri olsa da kült filmler arasına girer ve oscarı da alır gider.. *