son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri.Film bana Can yücel'in şiirlerinden biri olan 'hayatı tersten yaşamak'ı hatırlattı. O kadar örtüşüyor ki filmin verdiği mesajla şiirin teması..
Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir..
Şüphesiz ki yaşamı tersten yasamak daha güzel,
Hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mi ?
Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta
sandık içersinde, Herkes karsınızda
saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor
ve tüm haklar helal edilmiş
vaziyette.tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı,
Olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir
itibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi
Hazır.arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size
maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı
alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev....
Altmışlı yaslara kadar hersek garanti, huzur
içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor,
kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün
çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün
size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın
kol saati veriyor patronunuz.. Ve genel müdürlük
veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir
insan olarak ise başlıyorsunuz. Herkes karsınızda
el pençe divan...vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler
de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.
Diğer hormonal aktiviteler artıyor,
fevkalade.....aman ne güzel günler başlıyor...
Derken bir gün patron size artık üniversiteye
gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya
çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, isi
bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun..." keyfe
bakar misiniz ?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden,
su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler,
kızların sayısı artıyor. Derken Anne ve babanız sizi
götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok
artık....
Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur,
keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" Diyorlar..
Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı
bile Temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor
ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.
Derken anneniz bir gün size süt verme
kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde
hazır. Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama
giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya
dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor,
sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir
ortamda yasıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir
hücre halini alıyorsunuz.
Ve günün birinde müthiş bir
Olayla hayatiniz bitiyor...
tersine işleyen bir saat ve bu zamanın içine sıkışmış bir aşk hikayesi...
bazı insanların iyi kulağı vardır, piyano çalar,
bazı insanlar sporcudur, yüzmeyi sever,
bazı insanları yıldırım çarpar,
bazı insanlar ressamdır,
bazıları düğmeden iyi anlar,
bazı insanlar iyi dans eder,
bazı insanlar annedir,
bazıları da benjamin button dır.
bunları yazarken bir sineğin pencereme çarptığını hissettim, dışarı baktım, bir sineğin hiç bu kadar yükseldiğini görmemiştim...
forrest gump filmini hatırlatan film. şimdi "neden hatırlattı lan sana bu film forrest gump'ı tırrık?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. sayayım o zaman:
2) ikisinde de belli belirsiz olan bir aşk var. kavuşamama sürüp gidiyor. diceksiniz ki forrest gump'a aşık olunmadı. bence olundu amma seçimler sevileni hep başka yollara itti. ayrıca forrest'ı brad pitt oynıyaydı, bakalım jenny napıyodu?
not: "ikisinde de" yazarken kopyala-yapıştır yapmadığıma dair yemin ederim*.
bir de daha önce bir arkadaş belki de bahsetmiştir bu durumdan, çok fazla entry vardı, okuyamadım, kusuruma bakmayınız.
not 2: bir de bu filmle birlikte, türk gençliği olarak "itörnıl sanşayn of dı sıpotlıs maynd" tan sonra tekerlememsi, kişiliğe ve entelektüelliğe güç katan bir film adı daha öğrenmiş olduk. etrafta görüyom, küryus muryus diyen gençleri, mutlu oluyorum.
hayvani eklenti: genelde yapmam ama gözümden büyük bir benzerlik kaçıvermiş. lan ikisinin senaryosunu da eric roth yazmış*.
filmde 50 yaşında olduğu halde birden gençleşmeye ve 30 yaşındaki bir kadınla aşk yaşamaya başlayan Benjamin* in ilginç hikayesini anlatacakmış david hoca.
hayatımda büyük boşluklar vardı. mesela son zamanlarda adam gibi bir film izlememiştim ve hayatımda hiç tek başıma sinemaya gitmemiştim. bu ikisini birlikte aynı gün ve filmde yapabilmiş olmam bu boşlukları biraz doldurdu. bazı filmler vardır sayısı da azdır. insanın hayatını etkiler, yeni kararlar yol almasına yol açar, ağlatır, sevindirir. hani hep duyarız da farklı sebeplerle izleyemeyiz. mesela benim sebebim üşengeçlik. otamatik portakal, hayat güzeldir, dövüş kulubü, forest gump, rain man, geleceğe dönüş, the truman show, esaretin bedeli. işte bu tip filmlerde biri bu da. olmuş, bir şeyler başarılmış, tebrik edilesi. uzun süre etkisinden çıkılamayacak filmlerden. ne övdüm bu arada. hakediyor yalnız. sinemaya gidip izlesin bence herkes. indirilip izlencek bir film değil, tam sinema filmi. insanların ortak değerlerinde biri ya bu sinema olayı. bizde şanslı nesilleriz en azından bizden öncekilere göre. işte bu hayatımızda ölüp gitmeden önce bu tip filmleri izleyelim de öyle gidelim. filmi güzel yapan şeylerden başlıcası konu tabii. insanın duyunca "vallaha aklıma geldi lan" dediği bir konu bu. insan gençleşse hep falan. güzel konu işte. ama güzel de işlemişler. bir anlatım halinde film izlediğim güzel filmler genelde öyle oluyor zaten biri anlatıyor. arkada film oynuyor. araya insanın içini burkan hayat hikayeleri de eklemişler ve dadından yenmez hale gelmiş. oscar garanti bence. bu arada bu kadar, duygusal, iç burkan bir filme böyle skik bir yazı yazdığım için özür.
ıssız adam'a gidip ağlayalım , recep ivedik ve arog'da gülelim diyen güdük seyirci zihniyetine sahip değilseniz izlemenizi tavsiye edeceğim güzel bir film.
filmin hikayesi konu olarak çok çarpıcı olmasada iyi işlenmiş.film uzun fakat bu uzunluğu çokta farkettirmeycek kadar akıcı.filmdeki şifacı karekterin olumlanması çok sık rastlanan birşey değil.Cate Blanchett'a araba çarpması sahnesi ise bana amelie'yi anımsattı.oyunculuk olarak brad pitt vasat cate blanchett iyi sayılır.
adında da belirtildiği üzere "tuhaf bir hikaye"nin anlatıldığı filmdir.
13 dalda oskara aday olduğunu duyduktan ve sınav haftası sonrası biraz da stres atmak için büyük beklentiler içinde gittiğim "uzun bir filmdir".benim gibi olsun lan olsun uzun olsun diyenler için bile uzundur.
hikayenin tuhaflığı hatta biz buna orjinalliğini de ekleyip diyebiliriz ki hayatın tersten yaşanmasıdır.yaşlı olarak dünyaya gelmek ve bebek olarak dünyadan göçmek ve tabi ki arada geçen dönemler de cabası.
beklentinin yüksekliğindendir mi bilmem hikaye uzasa bile hep heyecanlı bir an beklediğimizden olsa gerek ve ayrıca brad pitt'in o yaşlı haliyle geçen filmin uzunca bir kısmı aslında sıkılmadan geçiyor.ancak o beklenti yok mu beklenti insanı filmden çıktıktan sonra "tuhaf" bir hale bırakıyor.filmi ne 13 dalda oskara aday olarak göremiyorsunuz ne de çok uzun olmasına rağmen sıkıcı bulmuyorsunuz.
bazen filme ekstra hız katacak sahnelere yer verilse de insanı hem izlerken hem de izledikten sonra filmi tekrar düşünürken "tuhaf" bir huzur kaplıyor.ne çok duygusallaşıyorsunuz ne de çok romantizme doyuyorsunuz.hatta brad pitt'in onca haline rağmen ona küçük emraha acır gibi acıyamıyorsunuz.hikayenin tuhaflığına kapılıp da peri masallarına da dalamıyorsunuz.hani tıkanıp kaldığınız da çok şey söylemek isteyip de söyleyemediğiniz ve sonunda "hayat işte"yle noktaladığınız haller vardır ya filmde öyle bir şey.
13 dalda olmasa da oskar alma ihtimali yüksek bir filmi izlemek isteyenler için gidilebilir filmdir nihayetinde.