Abraham Lincoln suikastini konu alan ve yönetmenliğini Robert Redford'un yapacağı film. Film, lincoln ve katili john Wilkes Booth üzerinde değil de mary Surratt üzerine odaklı. mary surratt, Lincoln'ü öldürmek için komplo kuran gruptaki tek kadın üye ve aynı zamanda A.B.D.'de idama mahkum edilen ilk kadın. Surratt'i filmde Robin Wright Penn canlandıracak. kızını ise ewan Rachel wood. Filmin bir diğer başrol oyuncusu olan James Mcawoy ise Surratt'i istemeye istemeye savunan ama zaman geçtikçe de onun masumiyetine inanan avukatı ve savaş kahramanı Frederick Aiken'e hayat verecek.
Lincoln suikastinden ziyade suikastin bir zanlısı ve onun yargı aşaması üzerine yoğunlaşılmış bir yapım. Özellikle mahkeme üzerine ve diyaloglardan oluşan filmleri sevenlerin yine bayılacağı bir film. Konunun asıl dayanağı bir kişinin davasından ziyade bozuk adalet sistemi ve üst kademinin çıkar savaşlarına yönelik öyle ki suçluluğu yada suçsuzluğu kesinleşmemiş birisini kendi koltukları için öldürtme emri verebiliyorlar; demokrasiden ziyade gizli bir diktatörlük hakim anlayacağınız; can sıkan ise aradan 150 yıl geçmiş olmasına rağmen hal bu durumun devam ediyor olması. Oyunculuklar çok iyi, yönetmen Redford filme kendi stilini yansıtmış ve izlerken adeta bir R. Redford filmi izlediğinizi anlıyorsunuz. Karanlık ve kasvetli sahneler ile görüntü efektlerini beğenmedim; ve bu tür filmlerde kullanılan hdr ı hiç tasvip etmiyorum hatta bir çok sahnede yoğun bir black frame var ki tam manasıyla çileden çıkartıyor.
Usta aktör Robert Redford, yönetmenliğini yaptığı 8. Filmi The Conspirator/suikast ile aynı zamanda usta bir yönetmen olduğunu da hatırlatıyor. Dört Oscar ödüllü Ordinary People, dört Oscar adaylı Quiz Show, En iyi Sinematografi Oscar'ı kazanan A River Runs Through It ve en son 2007'de çektiği Lions For Lambs gibi örneklerle kanıtladığı bu ustalık, yine de Amerikan sinemasının klâsik anlatım tarzından çok ayrı bir yerde durmuyor. Özellikle Lions For Lambs ile ABD başkanı Bush karşıtı politik duruşunu sivriltmesine, The Conspirator ile de savaş sonrası yargı süreçlerine eleştirel bir bakış atmasına rağmen, bu pozitif tavırlarını sinemaya aktarış biçiminde ne derece etkili ve farklı olduğu tartışılır bir yol izlemekte.
Film, Abraham Lincoln suikastinin anatomisini gayet iyi çıkardığı gibi, dramatik anlamda bir sinema filminin gereklerini de yerine getiriyor. Bunun yanında Lincoln'ün öldürülmesinin ardından işleyen yargı sürecinin adaletsizliğini, kurunun yanında yaşın da yanacağını öngöremeyecek kadar gözü kararmış üst makamların halkın yüreğini soğutmak için yapabileceklerini de yansıtıyor. Yalnız bunları yaparken bazı dezavantajların yarattığı sıkıntıları da taşımak durumunda.
Lincoln suikasti ve suçluların akıbetleri hakkında tarihi bilgiye sahip olanlar için filmi izlemek pek heyecan verici olmayabilir. Fakat bilmeyenler için de hakim, savcı, jüri ve tanıklardan kurulu kumpas neticesinde bu akıbetin nereye varacağını kestirmek sürpriz sayılmaz. Yine de davayla ilgili bazı detayların, içinde az da olsa adalet duygusu kalmışların bile ellerinin nasıl bağlandığına yönelik işlenişi filmi ilginç kılabiliyor. Mary Surratt'ı savunan çiçeği burnunda avukat Frederick Aiken'ın yaptığı cevval savunma hamleleri, oldu bittiye getirilmek ve bir an önce toplu idamlarla ulusu rahatlatmak adına sonuçlandırılmak istenen davanın rotası belli seyrini değiştirmeye çabalıyor. işte bunun yapılması esnasında, kendisi de eski bir savaş kahramanı olan Aiken'in "sırf intikam almak için kutsal değerlerimizi feda ederek Mary Surratt'ın adaletsizliğe uğramasına müsaade etmeyelim, çünkü onları korumak için birçoğumuz canını verdi" benzeri içinde çelişki barındıran ifadeler kullanması eskilerin dayandığı yeni bir moda olma yolunda neredeyse. Robert Redford ile birlikte Clint Eastwood gibi oyuncu/yönetmen veteran sinemacıların Amerikalı değerleri fazlaca sakız etmelerinin, üstelik bunu adalet yanlısı muhalif bir tonla dile getirmelerinin önemli gedikleri olabiliyor. -Ulusumuz savaşıyor, savaşarak barış dağıtıyor, demokrasi, hak, adalet, hukuk getiriyor. Ama gerekirse kendi sistemini de acımasızca eleştiriyor. içindeki çürük elmaları da ayıklamayı biliyor. Ayıklayamasa bile korkusuzca deşifre ediyor.- Bu filmlerin genel anlayışı bu. Filmde sık sık dile getirilen vatana hizmet, ulusa hürmet söylemleriyle oynamak, onların çekilebileceği yönlerin farklılığına dikkat çekmek iyi bir şey. Fakat her şeyi en başından ele alırsak, bu Amerika neden savaşıyor? işte safkan Amerikalı bu yönetmenlerin atladığı veya atlamadığı halde üzerine hakkıyla gidemediği en önemli sorulardan biri bu.
Savaş kahramanı baş karakteri, şimdi adalet arayan bir avukat, dedektif veya emekli bir aile babası. iyi de hangi savaşın kahramanı bu adam? Peki gerçekten kahraman mı? Savaşın kahramanı olur mu? The Conspirator, dürüstçe "biz hak, hukuk için o kadar kan döktük, ama Mary Surratt'ı adil biçimde yargılayamadık" diyor. Bu söylemiyle ucu günümüze, Amerika dışında neredeyse tüm dünyaya uzanan bir adalet anlayışını tanıdıklaştırıyor. Ama kan döktüğü, en önemlisi de o kanı neler uğruna döktüğünün muhasebesini yapmayı fazla kafaya takmıyor. "Olan oldu, bir şekilde savaş çıktı, biz ondan sonra olanlara, ondan sonra gösterdiğimiz kahramanlıklara, adalet arayışımızda gösterdiğimiz gayretlere bakalım" diyor bir nevi. Yıllar sonra Mary Surratt'ı aklıyor. Ama ülkeye hizmet adı altında dökülen kanları bir parça meşrulaştırarak. Bu sebepten, bazı genç yönetmen/senaristler, eskilerin romantik yaklaşımlarından farklı olarak daha sahici eleştirilerde bulunabiliyorlar.
Etkili oyuncu kadrosu, özellikle James McAvoy ve Robin Wright'ın adaylık kokan performanslarıyla filmi güçlü tutuyor. Bir dönem dramı olması sebebiyle gerekli tüm unsurlar, hatta mahkeme salonunun dar ve kasvetli ortamından, daha geniş plânlar içeren açık alan çekimlerine kadar hemen her şey yerli yerinde. Bu da Robert Redford'ın yılların tecrübesi sıfatını karşılıyor. Ancak Sundance Film Festivali gibi sinema dünyasının en tutkulu ve yenilikçi organizasyonlarından birinin kurucularından olan Redford'ın her iyi yönetmenin çekebileceği ve belki de bu yüzden "sıradan" durabilecek yapımların didaktik yönetmeni olarak anılmaya başlaması can sıkıcı.
tarih ve hukuk temalı bir film. kendisini hiç sıkmadan izlettirdi.. ama karakterleri birbirleriyle fail ettirecek çokça yere sahipti. eğer filmde bu yapboz tamamlamaları dahil herşey olsaydı çok iyi bir öneme sahip olurdu. böyle olmayınca biraz yavan bir film haline gelmiş. bakış açısı olarak iyi güzel film de, özellikle bir 2010 yapımına göre mahkeme ve dolayısıyla savunma diyalogları avukatın genç olmasını da gözeterek söylüyorum genel anlamda çok daha zekice yazılmalıydı. adaletin her dilde ayaklar altına alındığının iyi bir göstergesi film.
2010 yapımı 122 dakikalık suç/dram/tarih kategorili, robert redford'un sade anlatımı ile lincoln'un suikastinden sorumlu tutulan mary surratt'ın yargılanmasını izliyoruz. Baş rolünde, dünyanın en güzel iskoçu olan ve her filmde üstün performans gösteren james mcavoy yer alıyor. imdb notu 6.9 https://galeri.uludagsozluk.com/r/1426094/+