Masallardaki gibi bir aşktı demeyeceğim. Öyle değildi. Ne oğlan beyaz atlı prensti ne de kız uyuyan güzel. Yurdumun alışılagelmiş gençlerinden iki tanesiydi. ikisi de çukurova üniversitesinde öğrenciydi. Kız çalışkandı, dersi dinlerdi. Erkek bir kıza bir de seyhan baraj gölüne bakar sonrasında hayallere dalardı. Elinde kalem kağıtla onu görenler ders dinlediğini zannederdi ama o ya Galatasaray kadrosu yapmakla meşgul olurdu ya da iddia kuponu hazırlamakla...
Kızın oğlana aşık olması için hiçbir sebep yoktu. Klasik bir kot, siyah t-shirt, dersle alakasız bir tip. Ama oğlan durup durup bazen öyle bir espri yapardı ki gülmemek elde değildi. Çok yakışıklı bir çocuk değildi. Ama doğrudan gözlerinin içine bakardı. Gözlerinin varlığından haberdar olmadığı derinliklerine indiğini hissederdi. Bir de çok güzel gülerdi.
üçüncü sınıfta aldıkları saçma bir ödev ile hayatları değişti. Oğlanın kızda hep gönlü vardı ama sonunda kız da oğlanı kendine yakıştırdı. ikisi de orta halli ailelerin çocuklarıydı. Hayatlarında fevkaladelikler yoktu. Birkaç sene çıktılar. Oğlanın askerliğini bitirip devlet memuru olması ile birlikte evlendiler.
Sıradanlığı ile bazılarını boğacak olan hayatları kendileri için bir lütuftu. Kendi dünyalarında, kendi yuvalarında mutluydular.
Çukurova'da evlenmeden önce zorunlu yapılan testlerdendir akdeniz anemisi. Her çift gibi onlar da prosedürlere küfrede küfrede yaptırmışlardı. Oğlan taşıyıcı çıkmıştı. Kızda kansızlık olması sebebiyle ileri bir tarihte testin tekrarlanması tembihlenmişti. Aklı bir karış havada olan her genç gibi sallamamışlardı.
Mutlu evliliklerinin birinci yılı dolmuştu. Aileleri yavaştan torun diye tutturmaya başlamıştı. Kendilerini hala çocuk gördüklerinden mi yoksa birbirlerine doymadıklarından mı bilinmez çocuk yapmaya niyetlenmemişlerdi.
Bir akşam her zamanki gibi oğlanın saçma kızın ise duygusal bulduğu dizilerden birini izlerken kız "randevu aldım, yarın doktora gidiyorum. Şu akdeniz anemisine bir baktıracağım" dedi. Bir ara hallederiz modundaki oğlana kalsa yıllarca bekleyecek olan test için kız tez canlıydı. Belli ki içten içe bebek istiyordu. Erkek ise bıyık altından güldü. "vay beee baba olacağım diye" düşündü. Sonra kendi kendine güldü, "daha erken, bir ara oluruz diye" mırıldandı. Ama eşine bir şey söylemedi. Hevesini kırmak istemedi. O üzüldüğü zaman boynunu bükerdi. O boynunu büktüğünde oğlanın canından can kopardı.
Ertesi gün oğlan eve gelmiş yaptığı işe pür dikkat kesilmişti. Eşi dün bir şey demişti ama ne olduğunu hatırlamıyordu. Daha doğrusu hatırlamak için kendini yormuyordu. Şimdi çok önemli işi vardı. Kapı tıkırtısını duyduğunda eşinin geldiğini anladı ama işinden başını kaldırmadı. Eşi başladı söylenmeye "yine mi pes? Ne zaman bıkacaksın maç yapmaktan" eşinden cevap gelmeyince devam etti "bu maç son değil mi?" bu soru cümlesinden çok emir cümlesiydi. Erkek sadece kafa salladı. Konsantresini dağıtmamaya çalışıyordu. Eşinin söylenmeye başladığı her zaman olduğu gibi yine gol yedi. Hay amınakoyim diye küfür savurduğu anda eşiyle göz göze geldi yuttu hemen dediğini. Eşi sevmezdi evde küfredilmesini. Kalktı kapattı oyunu.
"Sen niye geciktin?" diye sordu erkek. "Dün söylemiştim ya akdeniz anemisi testi için doktora gideceğim diye. Tabi elinde bilgisayar olduğu için bir kulağından girip diğerinden çıkmış. Ne varsa bu bilgisayarda. Aldatıyor musun sen beni yoksa?" diye cevap verdi kız. Erkek sorduğu bir sorudan aldatma çıkarımına nasıl ulaşıldığına anlam veremez halde kalakalmışken kız devam etti. "Testin yapılması için kansızlığın geçmesi lazımmış. Demir ilacı verdi doktor."
Sonrasında bu muhabbet hiç geçmedi aralarında. Kız her gün ilacını kullandı.
Bir perşembe akşamı oğlan erken gelmişti eve. Eşini beklerken kitabını okuyordu. Anahtar sesini duydu. Kapı açıldı. Sonrasında eşinin ayak seslerini duydu. Her zaman tezcanlı olan eşinin ayak sesleri yavaşlaması moralinin bozuk ya da normalden daha yorgun olmasın delaletti. Eşi salonun kapısından girdiği anda kötü bir şey olduğunu fark etti.
Kız elinde beyaz bir kağıt ile ruh gibi yaklaşıyordu. Süzülerek yanına oturdu. Şokta gibiydi. Erkek ne olduğunu sormak istiyor ama alacağı felaket haberinden korkarcasına sormaya cesaret edemiyordu. Öylece kalakaldılar bir süre.
Sonunda kız konuştu. "test sonuçları çıktı" dedi. Sesi çok uzaklardan geliyordu. Sonra kağıdı uzattı. Oğlan aptallaşmıştı. Ne testi diye düşündü ama soramadı. Kağıdı eline aldı. Okudu. Eşinin de akdeniz anemisi taşıyıcısı olduğu yazıyordu kağıtta. Anlamamıştı. "hasta mısın? Bir sorun mu var? Ameliyat mı lazım?" gibi aptalca sorular döküldü ağzından.
"Eşi araştırsaydın bilirdin. Ama sen her zamanki gibi umursamazsın" diye çıkıştı. Eşi klasik kız serzenişlerinde bulunmazdı. Genelde hatalarını yüzüne vurmazdı. Gülümseyerek kafasını salladığında oğlan mahcup olur hatasını anlardı. Olağan davranmadığına göre sandığından da büyük bir halt yemişti ama ne yaptığını bilmiyordu.
Oğlanın aptalca kala kaldığını gören kız devam etti sözlerine "sen de akdeniz anemisi taşıyıcısın ben de. Bu hastalığın taşıyıcı olana etkisi yok. Ancak iki taşıyıcı evlenir ise çocuk %25 sağlıklı, %50 taşıyıcı, %25 hasta olur. Bir taşıyıcı ile bir akdeniz anemisi olmayan insan evlenseydi hiçbir şey olmazdı. Ama lanet olsun ki ikimiz de taşıyıcıyız. Hasta olacağını bile bile nasıl çocuk yaparız!"
Matematiğin anlamsızlaştığı zamanlar vardır. Bu da o zamanlardandı. Bir masumun bir ömür acı çekeceği ihtimali 25'i 75'ten büyük yapmıştı. iddia oynuyor olsaydı %75 kazanılacak bir maça para basıyor olurdu. Kazanma oranının çok daha düşük olduğuna inandığı zamanlarda oynamış ve kazanmıştı. Ama şimdi bu riski alabilecek miydi? Evlat sahibi olmak adına bir ömür acı çekme ihtimali olan bir çocuğun dünyaya gelmesine vesile olabilir miydi? Çocuk istiyor muydu hiç düşünmemişti. Ağlayan çocukları gördüğünde babalık kendine çok uzak gelirdi. Ama son birkaç dakikadır olmayacak çocuğunun özlemi içini yakıyordu.
Eşine bir şey diyemedi kalktı. Bilgisayarı açtı. Akdeniz anemisi ile ilgili ne bulursa okudu. Sonrasında Adana'daki uzmanları araştırdı. Birçok yerde adı geçen bir doktordan randevu almak için özel hastaneyi aradı. Ertesi gün sabahına randevu aldı. O an için yapılacak her şeyi yapmış olması içini ferahlatmıyordu. Eşinin de bu umarsız çabalarını neredeyse alaycı denebilecek bakışlarla izlemesi işini hiç kolaylaştırmıyordu.
O gece hayatının en zor gecelerinden biriydi. Sırt sırta vermiş yatan iki yabancıydılar. ikisi de diğerinin uyumadığını bildiği halde uyuyormuş gibi yapma oyununu bozmadı.
Ertesi gün özel hastanedeki doktor malumun ilanından başka bir şey söylemedi. Riskliydi ama kontrollü bir şekilde çocuk yapabilirlerdi. Sürekli gözetim alıntında olursa sağlıklı bir çocuk yapabilirlerdi. Ama çocuğun hasta olamayacağına ilişkin %100 garanti veremiyordu.
Hastane çıkışı eşini işine bıraktı kendi işine gitti. Günlerden Cuma olduğu aklına geldi. Öğlen izin aldı camiye gitti. Hiç adeti değildi. Hatta inançlı bir insan bile olduğu söylenemezdi. Ama çaresiz kalan her insan gibi sığınacak bir yer arıyordu. Belki de ağladığının belli olmayacağı bir yer. Gözlerinde yaşlarla namazını kıldı...
Günler günleri kovalarken eşiyle bu konu hakkında hiç konuşmadılar. Ama ikisi de yokmuş gibi davrandıkları gerçeğin altında eziliyordu. Doktorun "gözetim altında çocuk yapabilirsiniz" telkinine karşılık ikisinin de gözlerinin önüne akdeniz anemisi hastası çocukların fotoğrafları geliyordu.
Burun kökü çökük, alın ve elmacık kemikleri çıkık, üst dişler öne fırlamış, baş dört köşe şeklinde... çoğu ergenlik dönemini bile göremeyecek çocukların fotoğraflarıydı onların birbirine dokunamamasının nedeni.
Bir beyaz kağıdın tabuta dönüştürdüğü bir zaman huzur buldukları evlerindeki ölüm sessizliği kadının konuşması ile bozuldu. "bu böyle devam etmez. Ben boşanmak istiyorum..." sırtından bıçaklandığını hisseden erkeğin haykırışları, çığlıkları sese dönüşmedi. Ağzı mühürlenmiş gibiydi. içi daraldı. Nefes alamıyordu. ağlamak isteyip de ağlayamadığı zamanlarda olduğu gibi boğazı düğümlenmişti...
Zorla kendini evden dışarı attı. Bir yandan yürürken diğer yandan %100 garanti veremeyen doktora, tıp’a, hastalığa, kadere en çok da kendine ağız dolusu küfür etti.
Şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandılar...
Oğlan ara ara hafiye gibi gider kızı izlerdi. Kız bankacıydı. Masası bankanın sokağa bakan tarafındaydı. Hala çok güzeldi. Bir şekilde yaşama tutunmaya çalışıyordu.
Ortak arkadaşlarından eski karısının evleneceğini öğrendiğinde kahrolacağını bile bile düğününe gitti. Sanki kendine çektirdiği acılar artınca huzura erecek gibi psikopat bir cellat iştahıyla kendine eziyet ediyordu. Kapıda bir zamanlar anne baba dediği kayın validesi ile kayın babası düğüne gelenleri karşılıyordu. Onu görünce boyunlarını büktüler. Bir şey diyemediler. Oğlan da oraya arıza çıkarmaya gelmemişti zaten. Usulca en izbe köşeye geçti. Göz yaşlarını içine akıtarak düğünü izledi.
Düğün gününden sonra eski karısını takip etmeyi bırakmıştı. Çoğu zaman eski karısının çalıştığı bankanın bulunduğu sokaktan bile geçmiyordu. Ama bazen dayanamıyor. Arabayla bankanın önünden geçip birkaç saniyeliğine de olsa eski eşine bakıyordu. yaraya tuz basmak dert miydi yoksa derman mı bilmiyordu...
Bir beyaz kağıdın kaderini değiştirdiği o günden sonra oğlanın hayatta keyif aldığı tek şey eski eşi ile onun çocuğunu birlikteyken izlemekti. insanın canını yakan şeyin aynı zamanda yaşamının anlamı olmasına bir anlam veremeden buna yıllarca devam etti.
Oğlan bir ömür evlenmedi. Herhangi bir çocuğu kucağına alıp sevemedi... Bir park, bir anne ve bir çocuktan ibaret cehenneminde yandı, durdu...
trollüğü beceremeyen demiş, demiş demiş. o açılan başlığa iyi bak, ne yazmışım benim troll olmak gibi bir amacım yok. kafama göre takılıyorum.
eski yazarlardan bahsettim canımın için. troll olmadığımı söyledim, tekrar söylüyorum troll değilim. sen trollerin üzerinden prim yapacağına iyi yaz biz oylayalım. artık bırakın trolllerin üzerinden geçinip artı puan yapma sevdasını.
(bkz: the barz) çok iyi yazar ama hep aynı şeyleri yazan bi yazar.
ha yazdıkları mantıklı, mantıklı ama daha önce yazılan yazılardan derleme gibi, bence biraz daha orijinal sövmeli hükümete, bak yazdıkları yanlış demiyorum, sadece aynı yazının sadece bakınızlarını vererek, bin tane entry giriyor, bu pek etik değil. okunma çabası ve bu gerçekleri birçok kişinin duyması elbette önemli fakat siktiri boktan önerilerimi dikkate alırsa beni mutlu eder en azından, bkz sine kuvvet...
Bir haber almış, aldığım haber ile yıkılmıştım. imkanların elverdiği ilk anda acıları paylaşmak üzere gitmiştim. Bilmezdim ki o günün kaderimi değiştireceğini.
Acılar insanın üstüne çöker. Hatta sadece insanın değil yaşanan evin, eşyaların bile havası ağırlaşır. Bakıldıkça keyif veren fotoğraflar bile gözyaşlarını göz kapaklarının kaldıramayacağı kadar ağırlaştırır. Matem hali eve öyle bir çöker ki matem dolu eve adımınızı attığınızda aldığınız nefes ciğerlerinizi doldurmakta yetersiz kalır.
Eve adımımı atar atmaz acıyla yıkandığımı hissettim. Ama öyle insanı hafifleten bir yıkanma değildi bu. Sanki su yerine çamur vardı. Ağırlaştım.
Uzun uzun konuştuk. Konuştukça gözler doldu, boğazlar düğümlendi. Konuştukça ve aynı acının altında ezilerek sustukça teselli bulduk.
Sonrasında kapı açıldı. içerisi aydınlandı sanki. Odanın havası değişti. Onu gören gözler parladı. Gıyabında tanıyordum ama yıllardır karşılaşmamıştık.
Kalktım. Selamlaştım. Etkilendim...
Etkilendiğimi anlamış mıydı? Acaba yüzüne fazla mı uzun baktım? Ellerini gereğinden uzun süre mi sıktım? Odadakiler anlamış mıydı?
Karşı tarafıma oturdu. Ev halkıyla konuşurken gözlerim ona mı kayıyordu? Peki o bana bakıyor muydu? Onunla konuşmam lazımdı. Ve efsane cümle dudaklarımdan döküldü. "okuyor musun?" hay dilini sikeyim the barz o nasıl soru? Konuşacak başka konu mu bulamadın? Sana ne amk okuyup okumadığından milli eğitim bakanı mısın? Off rolleri değişsek ve bu soru bana sorulmuş olsaydı ne çakardım. Muz orta gibi soru mübarek. Neyse Allahtan "o" benim gibi fırlama çıkmadı. insan gibi cevap verdi. Cevap verdi vermesine ama muhabbet de saman alevi gibi söndü. Tıkandı.
Zaman geçiyor kalkma vaktim yaklaşıyordu. Bu süreçte fırsat buldukça ve elimden geldiğince kimseye çaktırmadan onu izliyordum. Gözleri miydi beni böyle etkileyen? Kocaman, badem gibi gözleri. Ben ne zamandan beri iri gözlerden etkileniyordum? Hani ben çekik gözleri seviyordum? peki nasıl oluyordu da o kocaman gözler gülünce görünmez oluyordu? Gülmek bu kadar mı yakışırdı? Peki ben açık tenli seviyor muydum? Ya memleketimden kız almak istiyor muydum? Ne zamandır kırmızı ojeleri yakıştırıyordum? Doğru bildiklerim bu kadar kısa zamanda nasıl da alt üst olmuştu? Ben kendimi tanıyor muydum? Saçlarım dağınık mı acaba? Giyimimi beğenmiş midir? offf çok mu daldım düşüncelere? Çok mu koptum ortamdan? Kafamın üzerindeki soru baloncukları gözüküyor mu acaba? Çok mu aptal görünüyordum? Terledim mi ne?
Nasıl yapmalı da bir daha görmeliydi. Yok yok tesadüflere bırakamazdım. Ve gecenin ikinci sıçışı geldi. abartmadan tasvir edeyim aynı karikatürdeki gibiydi. Hani şu yağlı pilav yeyip salonun ortasına sıçan adam gibiydim: "ben de Çukurova üniversitesinin kütüphanesin gelmeyi düşünüyordum. Üniversiteye uğrayacağım. Uğrarsak görüşürüz." Offff amk bahaneye bak. Kafanı sikeyim demiş miydim the barz? Kız tiksindi mi benden? Neyse ki niyetimi anladı numarasını verdi. Acaba bana acıdığından mı yaptı bunu? Yoksa ben daha fazla rezil olmayayım diye mi?
Ertesi gün öğle saatiydi. Kutsal toprakların (adana) piyasa yerinde dolaşıyordum. Dayanamadım aradım. Çalıyor.. ilk günden aranır mı lan? Çalıyor... Beni kaydetmedi mi acaba? Çalıyor... Hah açtı. Selam. Selam mı? Selam ne lan new york lu musun? Askerlik arkadaşınla mı konuşuyorsun? Saçma selamlaşmadan sonra konuya girdim. "ben şimdi Gazipaşa dayım (çarşıya yakın piyasa mekan) üniversiteye gidecektim. Sen de orada mısın?" "ben de Gazipaşa'dayım" demez mi? tesadüfün böylesi. Bir cafeye geçtik. Bir şeyler yer misin dedim. Aç değilim dedi. Israr ettim ben de yiyeceğim dedim. Yine de yok dedi. Laf ağzımdan çıkmıştı bir kere sanki 1 saat önce memlekete gitmeden önce ısmarladığım kuru dolmaları yiyen ben değilmişim gibi tavuk dürüm aldım. Ben onu yerken bu sefer "o"ndan soru geldi. Tavla oynar mısın? Bana sordu? Tavla dedi. Güldüm. Başladık oynamaya. Dürüm bitmeden tavla bitmişti. 5-0 da yenilmez ki birader. Hızımı alamamıştım. Oyun bitince kendime geldim. Sanki çabucak bitirince madalya takacaklardı. Ne olurdu sanki biraz yenilip oyunu uzatsaydım. Bir arkadaşı aradı o da erkek arkadaşıyla bize yakın bir cafedeymiş. "Gidelim mi?" dedi. "Tabi ki" dedim cool görünmeye çalışarak. ama içimde fırtınalar kopuyordu. Acaba sıkılmış mıydı benden? Çok mu ukala bulmuştu. Gerçi tavla oynarken bir hayli gülmüştük. Güldükçe sarsılıyordu. Kızarıyordu. Kırmızı da giymişti. Yüzünün rengi kıyafetini andırıyordu. Bu kadar mı içten gülünürdü? Ben hiç böyle gülmüş müydüm acaba?
Neyse arkadaşlarının olduğu cafe ye vardık. Önce "o" selamlaştı arkadaşları ile sonra oturdu. Sonra ben selamlaştım. Tam oturuyordum ki "vay tha barz beni tanımadın mı?" dedi. "o"nun en yakın kız arkadaşının erkek arkadaşı. Bu sefer dikkatli baktım. Ortaokul arkadaşımdı. Biz tekrar sarıldık. Muhabbete başladık. Kızlar geyik yapıyoruz zannettiler. Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Komik bir tesadüf olmuştu. Muhabbet ilerledikçe "o"nun beni en yakın kız arkadaşına anlattığını, kızın da erkek arkadaşına durumu aksetttirdiğini anladım. Mutlu oldum.
"o"nunla tesadüfler sonucu başlayan birlikteliğimizde bugün "biz" noktasındayız.
Gelelim tanımımıza: evlilik "ben"likten "biz"liğe geçmektir. "ben"liğinize çok düşkünseniz evliliğiniz sağlıklı yürümez.
Bu kelimeler sadece nefeslerin değil bedenlerin de birbirine karıştığı o anı tanımlamaya yetmezdi. Her dokunuşta yumuşaklığının verdiği hazza doyamadığı bacakları belinde, altında inlerken çıkardığı sesler kulaklarında, nefesi koynunda hissediyordu. Nemli olan sadece kadınlığı değildi. Her ikisi de terden sırılsıklamlardı. Ritmini artırdığında kadının kalçalarını yukarı kaldırarak en derinlerine ulaşmasına izin vermesini keyifle fark etti. Ritmini artırırken doruğa ulaşmaya saniyeler kaldığını hissediyordu. Tam o anda dudaklarında "ceyla" adı döküldü. işte o anda gözlerini açtı. Altında zevkten inleyen kadının ceyla olmadığını fark etmesiyle penisinin küçülmeye başlaması bir oldu. Saniyeler önceki aslan yerini süt dökmüş kediye bırakmıştı. Altındaki kadın penisinin boşalmadan önce küçüldüğünü anlasaydı gururu daha çok incinir miydi acaba? Neyse ki o orgazma ulaşmış suratında aptalca bir sırıtma ile uzanıyordu.
Bilirsiniz. Dünyanın en gizli sırrı değildir. Sevişmek keyiflidir. En olmayacak kişileri baştan çıkarmanın, en sapık fantezilerin uygulanacağı fahişeyle birlikte olmanın hatta sizi çekmeyen fiziğe/kişiliğe sahip kişilerle bile sevişmenin bir tadı vardır. Ama sevdiğinde sevişmek başkadır. Benzersizdir. Tarif edilemez. Sadece hissedilir. Sevişirken değil ama. sevişme bitiminde tüm kaslara tatlı bir yorgunluk yayılırken göz kapaklarınız bile açılamayacak kadar ağırlaşmışken zihninizde sevdiğinizin görüntüsü ya da kesif bir karanlık yerine alakasız bir görüntü canlanıyorsa ya da içiniz en ufak bir huzursuzluk hissediyorsanız sevdiğinizle sevişmemişsinizdir ve mutlak zevki tatmamışsınızdır. Ender işte bu huzursuzluğun pençesinde kıvranıyordu ve bir zamanlar tattığı mutlak zevki farklı bedenlerde arıyordu.
----------------- 12.11.2010 ------------
Ceyla'nın ısrara hiç tahammülü yoktu. Ama ısrar eden 5 yaşındaki torunu olunca karşı koymadı. dur dedi şoföre. Menüde hediye ettikleri oyuncaklarıyla çocukların kalbini fetheden bir fast food zincirine girdiler. Ceyla hiç hazzetmezdi bu tip yerlerden. Bu hissiyatın oluşmasında buraları kalitesiz, ucuz, bayağı bulmasının yanında halka karışmış olmanın verdiği huzursuzluk da etkiliydi. Sipariş verirken kendisine de su söyledi. Gelen su asitli içeceklerde ünlü bir markanın kalitesiz suyu olunca tezgahtan almaya tenezzül etmedi. Bilgün daha yemeğini bitirmeden oyun parkına geçince Ceyla da kendini ortamdan soyutlamak adına telefonuna daldı. Bir süre sonra Bilgün'ün çığlığı ile hızlıca yerinden kalkıp bahçeye koştu.
Gençten bir çocuk bilgün'ü kucağını almıştı. Bilgün'ün kanayan dizine peçete koymuştu. Ceyla koşaradım yetişti. Eğilerek bilgün ile ilgilenmeye başladı. Canı yanan ve Kandan korkan küçük kızı teselli ediyordu. Ceyla geldiği andan itibaren ender doğrulmuştu ama gidemiyordu. Bilgün'ün paniği geçmesiyle birlikte gencin hala ayakta durduğunu anlayan ceyla teşekkür etmek için doğrulurken gencin göğüslerine bakıyor olduğunun farkına vardı. Yakalanmanın verdiği mahcubiyetle pembeleşen yanaklarıyla çok sevimli geldi çocuğun yüzü.
Ceyla masaya davet etti. Bir yandan sohbet ederlerken diğer yandan en son ne zaman birinin pürdikkat göğüslerini kestiğini düşünüyordu. Epey olmuştu... Kızması gerekirdi belki ama gencin kendisinden etkilenmiş olması gururunu okşadı.
"Ender"di çocuğun adı üniversite 3. sınıftaydı, işletme okuyordu. Devlet yurdunda kalıyordu. Orta halli bir ailenin çocuğu olduğu her halinden belliydi. Kendisiyle ilgili bir sürü gereksiz ayrıntıyı anlatırkenki doğallığı çocuk yüzünü daha da güzelleştiren gamzeleriyle birleştiğinde dikkat çekici oluyordu.
Telefonu çalıyordu. Randevusuna geç kalmıştı. Aceleyle kalktılar. Çocuk onları arabalarına kadar eşlik etti. Ceyla arabaya bindikten sonra kartvizitini ender'e neden verdiğini düşünüyordu. Kartını uzatırken öğrencilere burs veren bir vakfın başkanı olduğunu söylemeyi ihmal etmemişti. Kendini düğünlere sahip olduğu tüm takıları takıp takıştırarak giden görgüsüzlere benzetti. "aman neyse ne" dedi başına buyruk bir şekilde uzun yıllardır yaşamadığı kadar farklı birkaç saat geçirmişti ya önemli olan oydu.
Günler sonra ender aradığında, oltasına takılan balığı yavaş ama keyifle çeken bir balıkçı gibi hissetti kendini. Vakfa görüşmeye çağırdı. Hoş vakfa çağırmadan da bursu çıkarabilirdi ama "çıtırı" bir daha görmek hiç fena olmazdı. "Çıtır?" nereden hatırlıyordu bu kelimeyi. "Evet ya şimdi oldu". Boşandığı kocası o sürtük sekreter için kullanmıştı bu kelimeyi. insan nasıl da nefret ettiğine benziyordu...
----------------- 03.05.2011 --------------
Tarihler 3 Mayıs'ı gösteriyordu. Uğursuz bir gündü. Kızı ile serseri damadının aşırı doz uyuşturucudan ölümlerinin yıldönümüydü. Bilgün'ün öksüz ve yetim kaldığı günün yıldönümü... Çevresindeki kalabalık bugün görmek isteyeceği en son kişilerdi. O da ender'i aradı.
Ender gelen telefona şaşırmıştı ama hemen hazırlanmaya başladı. Kıyafetlerinden hangisi daha ciddi durur ve kendini daha büyük gösterirdi acaba? Nedense ceyla hanımın yanında kendini çocuk gibi hissediyordu. Ceyla hanıma hem saygı duyuyor hem de onu beğeniyordu. Fransız asilzadelerini anımsatıyordu ona. Niye bu benzetmeyi yaptığı üzerine epey düşünmüştü. belki asil deyince aklına Fransızların geldiğindendi. Belki de Audrey tautou'ya benzettiğinden... Onun gibi duru bir güzelliği, ince dudakları, çıkık elmacık kemikleri, karanlığında kaybolunacak büyük simsiyah gözleri vardı. Ama hayalindeki audrey'in aksine otoriterdi ceyla hanım, vahşiydi.
ilk karşılaşmalarının gecesini hatırladı. Rüyasında onu görmüştü. Islak bir rüyaydı. Sabah üstü başı batmışken "dostum çok mu milf filmi izledin" diye kendi kendine söyleniyordu. Sonrasında birkaç kez mastürbasyon yaparken ceyla hanımı düşünmüştü. kendisine yardımcı olan kadınla ilgili ahlaksızca hayaller kurduğu için kendinden utanıyordu ama aynı zamanda tanıştıkları ilk günü ve dikizlediği göğüslerinin güzelliğini düşünüyordu. Büyük değildi göğüsleri, belki de bu yüzden sarkmamıştı ama belliydi ki hala sıkıydı. ince bir fiziği ve yuvarlak kalçaları vardı. Düzenli spor yaptığı belli oluyordu. ince uzun bacaklarıyla da tamamlanıyordu sanat eseri. Arkasından gören kimse yaşlı bir kadın olduğunu düşünmezdi. Her ne kadar torunu olsa da ona yaşlı denemezdi. "Olgun" evet kelime bu. olgundu o. Yaşından genç gösteren bir olgun. Yaşının izlerinin ellerindeki yaşlılık benlerinde, gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıklarda ve biraz da gıdısında görülebildiği bir kadındı o.
Sıkıca at kuyruğu yapılmış saçlarından bir tel bile o düzeni bozmaya cesaret edemeyecek gibiydi. Tam bir otorite abidesiydi. Bu onu daha cezbedici kılıyordu. Tekrar çadır kurmaya başladığını hissettiğinde "saçmalama" dedi kendi kendine "kadının torunu var. sen nasıl bir adamsın? Sana biraz şefkat gösterdi diye şımardın hemen" sonra kalktı ve saçlarını jöleledi. Çok jöle sürmüştü, saçları yapışıyordu. Bir şekil veremeyince saçlarını yıkadı kuruladı ve tekrar jöle sürdü bu sefer fena olmamıştı.
Buluştuklarında Ceyla'nın her zamanki haline göre daha durgun olduğunu anlamıştı. Ne demekti "her zamanki hali" Sanki çok mu yakından tanıyordu. sadece birkaç kez görüşmüştü. Bu görüşmelerden zihninde kalan dudağının kenarındaki hafif gülümsemeydi. Çok beğendiği bir espri olduğunda attığı kahkaha kulaklarındaydı. Nasıl tanımlamalıydı o kahkahayı? Şuh, yırtıcı, dominant, özgür... Evet özgür. Doğru kelime buydu. Bugün ise onu neşelendirme çabalarına donuk bir tebessümle karşılık veriyordu.
Moralinin bozuk olduğunun ender tarafından anlaşılmıştı. Ender onu neşelendirmek için türlü komik olayları anlatıyordu ama ne kadar istese de gülemiyordu. Şoföre izin vermişti arabayı kendi kullanıyordu. Bir alışveriş merkezinde lüks bir mağazaya geçtiklerinde aptalca bakan ender'e "sana birşeyler almak istiyorum sen beğen ama son onayı ben vereceğim" dedi. Ender'in şartsız itaati ve onun üzerinde hakimiyeti olduğunu bilmek durumdan keyif almasını sağlıyordu. Ender birkaç ürünü denemek içim soyunma kabinine gittiğinde aklına bu mağazayı nereden hatırladığı geldi. Kocasının o şırfıntı sekretere elbiseler aldığı mağazaydı bu. Fişlerini bulmuştu. 15 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen bazı şeylerin unutulmadığını anladı. Düşünceleri kabinden çıkan ender'i görmesiyle dağıldı. Beğenmişti üzerindekileri. "Sen de yeni bir şey almalısın. Bugün yeni cicilerimizle dolaşalım" dedi ender. "Cici mi?" diye düşündü ceyla. "Bebelerle takılırsan bunları çekersin" diye geçirdi içinden. Ama söylendiği durum gülümsetmişti de kendini. "tamam sen seç" dedi. Sırtın bir kısmını açıkta bırakan göğüs dekolteli ve bir tarafı dizlerinin altındayken diğer tarafı üstünde olan asimetrik bir elbise ile geldi ender. Uzun zaman olmuştu bu kadar iddialı bir elbise giymeyeli. Ama yine de kırmadı ender'i. Göğüs dekolteli bir elbise seçmiş olması da hoşuna gitti. Demek beğenmişti göğüslerini...
Elbiseyi değiştikten sonra ender'e doğru yürüdü. Yavaşça eğildi. Ender'in yavaş çekimde önce göğüslerini, sonra dudaklarını, sonra da gözlerini görmesini sağladı. Sonra ender'in gözleri dudaklarının hizasına gelene kadar yükseldi ve şuh bir şekilde "yakışmış mı?" diye sordu. Ender'in cevap vermeden önce yutkunması cevap olmuştu zaten. Tam üstünü değiştirmek için kabine geri dönüyordu ki ender'in seslendiğini duydu "ceyla üstünü değiştirme lütfen" ilk kez ona "ceyla hanım" dememişti. Hoşuna gitmesine rağmen döndü "ama ayakkabılarım buna uygun değil" dedi. "uygun ayakkabıları da al o zaman" dedi pervasızca ender. Sonra ekledi "paran yoksa borç verebilirim" bu espri yüzünün gülmeyeceğini bile düşündüğü bir günde kahkaha attırmıştı ceyla'ya.
Beğendiğini ayakkabıyı denemesine yardımcı olan tezgahtarın bacaklarına baktığını görünce kıskanması ve "ben yardımcı olurum" diyerek tezgahtarı uzaklaştırması, sonrasında ayağını sanki bir hazineymiş gibi özenle tutarak ayakkabıyı giydirmesi, bu sırada çaktırmamaya çalışarak bacaklarını süzmesi ceyla'daki matem havasını dağıtmıştı. ilk kez o an sahip olmak istemişti bu çıtıra.
Ayakkabılar da tamamdı. Tam alışverişi bitirecekken. "Fileli çorap da giymeni istiyorum" dedi. Ondan herhangi bir şeyi emrivaki olarak isteyebilecek kimse yoktu dünyada. Ender'in çocuksu cüreti bir yandan kızdırsa da diğer yandan hoşuna gitti. "bu elbise ve bu ayakkabıyla uyumsuz olur" diyecekti ki vazgeçti. Bugün ender'in günüydü.
Alışverişi tamamlayıp mağaza dışına çıktıklarında ender koluna girmek isteyince refleks olarak izin vermedi. "bir gören olur" endişesi sınırsız özgülüğe sahip olan kişilerde bile vardı. Arabaya doğru geçtiler. Poşetleri yerleştirip arabaya oturduktan sonra ender'in yüzüne baktığında, elinden elma şekeri alınmış çocuk gibi somurtuyor olduğunu gördü. "Bozulma" dedi ve yanağına bir öpücük kondurduktan sonra kısık bir sesle noktayı koydu "evde sana kendimi affettireceğim".
Eve gittiklerinde ceyla hanım şarap servisi yapıyordu. Efes güneşine alışkın damak için zevke açılan kapıydı bu şarap. Karşısında ceyla'nın bacak bacak üstüne atmış olması ve gözlerinde iştahla kendini izliyor olması da ayrı bir keyif veriyordu ender'e. Kendisi kuklaydı, ceyla kuklacı. iplerini ceyla'ya teslim etmişti. Kuklacının kendisini şehvet denizinde boğulmaya götürdüğü hissettiğinden olsa gerek hiç de şikayetçi değildi halinden. Bilakis hoşlanmıştı bu oyundan. Yine çadır kuruyordu. Penisinin olur olmaz zamanlarda kalkmasını engellemek isterdi hep ama bugün o günlerden değildi. Bacaklarını ayırarak ceyla'nın da dikkatini çekmesini sağladı. Ceyla mesajı almış, elinde şarap kadehi olduğu halde süzülerek yanına kadar gelmiş teklifsizce dizlerinin üzerine çökmüştü...
Ender'in gözleri kapalıydı ve bu durumun kaç dakikadır sürdüğü konusunda bir fikri yoktu. 17 yaşından bu yana 4 farklı kız arkadaşı ile onlarca defa cinsel deneyimi olmuştu. Ama ceyla'nın sadece ağız ve diliyle yaptıkları cinsel deneyimlerinin toplamından fazla zevk almasını sağlamıştı. Gözlerini açtığında ceyla'nın halinden memnun ve kendinden emin bir şekilde gülümseyerek ayakta durduğunu gördü. "Bu kadar kolay elimden kurtulamazsın çocuk" sözlerini duyduğunda uzun bir gecenin kendisini beklediğini anlamıştı.
Boşandıktan sonra duygusal olarak yakınlaştığı birkaç erkek olmuştu ceyla'nın. Bu erkeklerin ortak özelikleri yaşları, kariyerleri, sosyo-ekonomik durumları vs. özellikleri itibarıyla aynı sınıftan olmalarıydı. Bazısıyla cinsel birliktelik de yaşamıştı ama kocası dahil hiçbir erkekle bir gece önceki kadar ateşli gece geçirmemişti. Yasak elmayı yemiş gibi hissediyordu kendini. Bir 3 mayıs gecesi kızını almıştı ama bir başka 3 mayıs gecesi kadınlığını geri vermişti. Meleği yanında mışıl mışıl uyuyordu. Onu bu kadar hırpalamış olmak kendisiyle gurur duymasına vesile oldu. Formundan bir şey kaybetmemişti demek ki.
Günler geçtikçe ceyla ender ile daha çok vakit geçiriyordu. Beraber alışverişe, sinemaya, konsere, tenise gidiyorlardı. ikisi de halinden memnunlardı. Ceyla çalan telefonunda boşandığı kocasının ismini görünce şaşırdı. Sinirli konuşmasından ender ile birlikte görüldüğünden haberi olduğunu anladı. Eski kocasının köpürerek konuşması havlama gibi gelmişti. Bir sonra verdiği birkaç saniyelik es "o çocukla yattın mı?" sorusuna cevap vermesi içindi. "bu soruyu sormak senin ne haddine" diye cevap verebilirdi daha aşağılayıcı bir cevabı olmasaydı. "Çocuk dediğin senin 25 yıllık evlilikte yapamadığını yapıyor. gecede 3 defa boşaltıyor beni. Ayrıca o çocuğun (çocuk kelimesini özellikle vurgulayarak) erkekliğini görseydin adamlığından utanırdın!" bel altı vurmuş olmanın hazzı mı? eski kocasının diyecek bir şey bulamayarak sinirli ama çaresizce telefonu kapatması mı? bağımsız olduğunun altını çizerken takındığı arsız tavır mı? yoksa yılların intikamını almış olmasından mı bilinmez çok keyiflendi. Kocasının sekreterler ilişkisinin başladığı dönemlerde çapkınlık arkadaşı ile yaptığı telefon konuşmasını hatırladı "ceyla kadın ise Zeynep nedir bilmiyorum!" Yıllar sonra içi soğumuştu.
Ceyla ile ender beraberliklerini alenen yaşamaya başlamışlardı. Davetlerde boy gösterirken ender'in koluna girdiğinde onun göğüslerinin kabardığını ve bu durumdan gururlandığını gözlemliyordu. Artık cemiyet hayatının en önemli gündemiydi beraberlikleri.
Bir öğle sonu ceyla'nın arkadaşları toplanmıştı konuşacak daha değerli bir konu olmadığından ceyla'nın yüzüne kendi dedikodusunu yapıyorlardı. "ceyla gözlerinin altı da morarmış uyutmuyor mu senin çocuk?" diye alayla karşılık merakla başlayan muhabbet olgun kadın ile genç erkeğin yatak odalarına ilişkin akıllara gelen türlü fantezilerle ilgili sorularla devam ediyordu. Ceyla'yı sorularla sıkıştıranların çoğu yaşıtlarıydı. Onlar için ateşli yatak odası maceraları geride kalmıştı. Çoğunun kocasının genç sevgilileri vardı. Kendilerinin de zaman zaman jigolo tuttukları yönünde dedikodular vardı ama bunlar süreklilikten ve duygusal bir tatminden uzak geçici çözümlerdi. Ceyla'ya sordukları soruların çoğu kendi fantezileriydi. ceyla sorulara ve hakkındaki yorumlara bıyık altından gülüyor. Bu hali arkadaşlarının onu daha da kıskanmasına neden oluyordu. ceyla yoğun ısrarlar sonucu "genç bir çocukla sevişmek nasıl?" sorusuna "yalnızca 20'li yaşlarının başındaki bir çocuk, 650 metrekare olan evde 6 metrekarelik ütü odasında sevişmek ister. Artık gerisini siz düşünün" demişti. Bu cümleyi yavaş yavaş ve ballandıra ballandıra söylemişti. Bu sözler üzerine karşısındakilerden bazılarının huzursuzca ayak ayak üstüne attığını, bazılarını ter basarak yellenmeye başladığını, bazılarının gözlerinin dalıp ellerinin boynuna gittiğini görebiliyordu. istediği etkiyi yaratmıştı.
------------ 08.09.2012--------------
Bir senelik beraberliklerinin sonunda ender yaz okuluna kalarak da olsa okulunu bitmişti. Eylül ayında Ceyla mezuniyet hediyesi olarak italya gezisine götürdü ender'i. Planlamayı serbest bırakmıştı. Ama milano'ya ayak bastıkları günün ertesinde inter-milan maçına gideceği aklının ucundan geçmezdi. Hayatı boyunca birkaç dakikadan fazla futbol maçı izlememişti. Ama bu çocukla beraberken olmaz diye bir şey yoktu. 90 dakika ayakta maç izlemiş, gollük pozisyonlarda heyecandan çığlıklar atmış, gollerde havaya uçmuştu. Hatta hakeme italyanca küfür bile etmişti. Tribündeki diğer taraftarlar telaffuzun farklılığından turist olduklarını anlamış küfürlerine gülmüşlerdi. çok eğleniyorlardı.
Duomo di Milano katedralini gezerken ender'in bu büyük mimari yapıdan etkilenmiş olmasını dikkatle izliyordu. Hemen hemen her köşesini fotoğraflamıştı. Nihayet katedral gezmesi bittiğinde "La Galleria" da alışveriş yapmışlardı. Gece "La Scala"ya operaya gitmişlerdi. Ceyla çok etkilenmişti ama ender'in sıkıldığı, müziği unutup binayı incelemesinden belli oluyordu. Program sonlanmadan kalkmışlar otellerine geçmişlerdi. Ceyla birazdan zevk dolu dakikaların başlayacağını biliyordu. Tahmin ettiğinden de iyisi olmuştu. Ender mutlu olduğunda adeta minnetini göstermek istercesine yatakta çok daha iştahlı oluyordu.
Ertesi günün sabahında kahvaltıda ceyla ender'e "hazır italya'dayken evlenelim" dedi. Bu bir teklifti ama emrivaki bir teklifti. Ender bunu beklemiyordu. Memnun oldu ama "emin misin? Çevren ne der buna? " diye sordu. Ceyla "beni tanımadın mı çocuk? Kararımı ben veririm çevrem de bunu kabullenir" dedi. ceyla sinirlendiğinde ender'e "çocuk" diye hitap ederdi. ender buna kırılıp üzülünce boynunu büker hakikaten çocuk gibi olurdu. ceyla sonrasında bu haline dayanamaz onu teselli eder ve genellikle bu teselli faslı yatakta sonlanırdı.
italya'da evlenmek ikisi için de pratik bir çözümdü. Ne ender'in ailesi kız isteme süreci yaşayacak - ki ceyla ender'in ebeveynlerinden daha yaşlıydı - ne de ceyla'nın düğünü magazin gündemine oturacaktı. Dönüştü başta kocası olmak üzere herkesin şok yaşayacağına emindi ama bundan da ayrı bir zevk alıyordu.
Venedik'te evlendiler. Birkaç gün de orada kaldılar. San marko bazilikası'nı gezerken ceyla sarıklı figürlerin osmanlı'yı temsil ettiğini söylediğinde ender'in ağzı açık kalmıştı. Ceyla ender'in yanında kendini çok daha kültürlü hissediyordu.
Ender planlamayı yaparken "pisa kulesine de" gidelim dedi. Ceyla "boşuna zaman kaybı kuleden başka bir şey yok. orada vakit harcayacağımıza roma'da daha çok eğlenirsin. Tarihe meraklısın roma'ya bayılacaksın" dedi. Ama ender meraklı gözlerle kendine bakıyordu. Bu bakışı ceyla'nın aklına yıllar önce kızına aldığı süs köpeğini getirdi. O da öyle ne zaman dışarı çıkıp gezmek istese gözlerini diker dilleri dışarıda, kuyruğunu sallayarak ceyla'ya bakardı. Bir an ender'in de kuyruğu var mı diye bakmak geldi içinden. Bu düşüncesi gülümsetti. Sonra ender'e "tamam pisa'ya gidelim" dedi.
Pisa kulesi gördüklerinde ender ilk başta çok etkilendi. Tüm aptal turistler gibi kuleyi eğiyormuş ya da sırtına yüklüyormuş fotoğrafları çekildi. Ender çevredeki zenci satıcılardan Michelangelo'nun David heykeline ithafen yapılan ancak penisin çok daha uzun olarak baskılandığı baksırdan aldı. Bunun komik olduğunu düşünüyordu. "ah bu çocuk" diye içinden geçirdi ceyla. Sonra kuleye çıkıp dolaştılar çevrede fazla bir şey görmeyince geri iniyorlardı ki ender "evet ya kuleden başka bir şey yokmuş pisa'da, sen söylemiştin ama, üfff hep haklı çıkmandan nefret ediyorum" dedi. Ceyla'nın yüzüne gururlu bir gülümseme yayılıyordu.
Uzun bir roma gezisi oldu. Kolezyum, antik roma kalıntıları, pantheon, vatikan ile tarihe ve mimariye doydular, ispanyol merdivenlerinde sarmaş dolaş oturdular, Trevi (aşk) Çeşmesine para atıp dilek tuttular. Tarihe baktıkça aşka geldiler. Aşka geldikçe öpüştüler. Ender'in vatikan'da melekler ve şeytanlar filminde gördüklerini tekrar gördüğünde gözlerinin açılması, ceyla'nın daha önce izlemiş olduğu filmi heyecanla anlatması internette araştırdığı kadarıyla bazı yüzeysel bilgileri vermesi ve kendini ceyla'ya ispatlama çabası onu çok sevimli kılıyor ve bu sıradaki mimikleri ceyla'nın hafızasına nakış gibi işleniyordu.
Roma yolculuğu yorucu olmuştu çünkü çoğu yeri yürüyerek dolaşmışlardı. Türkiye'ye dönüşlerinde bitkinlerdi. Buna rağmen aynı gün gecesinde ender italya'dan aldıkları şaraplardan birini açmıştı. Kafaları güzel olmaya başladığında dans ettiler, dans ettikçe içtiler, içtikçe dans ettiler. Sonrasında ateşli bir şekilde sevişmeye başladılar. Ceyla yorgundu buna rağmen aktif (üstte) olmak istemişti. Ritmi hızlandırdıkça nefesinin sıklaştığını ama ciğerlerinin buna karşılık vermede yetersiz kaldığını hissediyordu. Buna rağmen devam etti. Sırt üstü uzanmış ender'e ata biniyormuş gibi biniyor olmak, ona sahip olmak, onun gözlerinin zevkten kaymış olduğunu görmek kendini daha çok hırslandırıyordu. içkinin etkisinden olsa gerek ender'in boşalması uzun sürdüğünde sevişmeleri uzamıştı, yoruluyordu ama hiç şikayetçi değildi. Kan ter içinde kalmasına ve gittikçe nefesi daralmasına rağmen hızlanarak devam etti. Yoğun bir orgazm yaşadılar.
Kendini yatağa attığında dakikalar geçmesine rağmen ne terlemesi duruyor ne de rağmen göğsündeki ağrı dinmiyordu. Sancıları daha da arttığında bilincini kaybetmişti. Gözlerini açtığında hastanedeydi ceyla. yanıbaşında ender'i gördüğüne memnun oldu. Ender sevinçle ellerini tuttuktan sonra koşarak dışarı çıktı birkaç dakika içinde doktor ile geri dönmüştü. Doktor kalp krizi geçirdiğini, ender beyden öğrendiği kadarıyla tatilin yorucu olmasının bu durumda etkili olduğunu, bir gün daha hastanede kaldıktan sonra taburcu edileceğini ancak dinlenmesi gerektiğini söyledi.
Evlerine gittiklerinde ender etrafında dört dönüyordu, ilaçlarının saatini takip ediyor, kendine masaj yapıyor, her ayağa kalktığında koluna giriyor, hatta buna gerek olmadığını söylemesine rağmen yemeğini bile yediriyordu. arkadaşları ziyaretine geliyor, hasta yatağındaki ceyla'ya ender'in ilgisini gördükçe kıskançlıkları gözlerinden okunuyordu. italya'da bulundukları süre içinde dedikodulardan geri kalmıştı ceyla. Bir arkadaşından akım başlatmış olduğunu artık yakın arkadaşlarının çoğunun genç çocuklarla beraber olduğu yönünde dedikoduların bulunduğunu öğrendi. Hiç güleceği olmadığı halde bu habere kendine has kahkahalarından biriyle karşılık verdi.
Eski kocası ziyaretine gelmedi. Yanında arkadaşlarının olduğu bir zamanda telefon açmıştı. Geçmiş olsun dilemek yerine geçen seferki tartışmanın rövanşını almak ister gibiydi. Aklınca laf soktu "genç çocuklarla takılırsan yaya kalırsın". Ceyla dayanamadı "seni kocam hakkında saygılı konuşmaya davet ediyorum, artık evlendik bunu kabullensen iyi olur" dedi. Arkadaşlarının ağzı açık kalmıştı. Telefondaki kocasının da farklı olmadığını biliyordu. intikam almak isterken bir kez daha mağlup olmuştu. yine cevap vermeden telefonu kapattı. eski kocasının kuyruğunu kıstırması gelenek halini almıştı. Telefon konuşmasını duyan arkadaşlarının bu dedikodu hızla yayacağını bilmesine rağmen umursamadı.
Kalp krizinden sonra ceyla kendinden sonraki geleceği planlama gereği duydu. Kocasının olası hamlelerine karşılık ender'i ve torununu garanti altına almak istiyordu. Avukatıyla mütalaası sonucu hastaneden akıl sağlının yerinde olduğuna ilişkin heyet raporu aldı. Kendisine bir şey olması halinde servetinin yarısının bilgün'e (torununa) diğer yarısının da ender'e kalması için vasiyetini hazırlattı. Ne yıllardır kendisiyle ilgilenmeyen haset akrabalarının, ne eski kocasının ne de kızının ölümüne neden olan damadının çapulcu ailesinin tek kuruş almasını istemiyordu.
Kalp krizinden sonra hayatları daha kontrollüydü. Ender ceyla'nın üzerine titriyor yorulmamasını sağlıyordu. Birkaç ay sonraydı ceyla kendini iyi hissettiğinde ve ender ile sevişmek istediğini söyledi. Keyifli bir ön sevişmeden sonra ender kasıklarının arasına eğilmişti. Ender devam ettikçe olay artık ön sevişmeden çıkmış oral sekse dönmüştü. Ceyla bundan keyif almıştı ve beklediğinden çabuk boşalmıştı. Biraz dinlendikten sonra erkeğini boşaltmak için üzerine çıkacakken ender onu durdurdu. Kendisini yormaması gerektiğini söyledi. Ceyla'nın aylar sonra yaşadığı ilk orgazm buruk bir sevinç olarak kaldı içinde. ilk kez ender'in yanında kendini yaşlı hissetti.
---------14.11.2012-----------
Artık kendini iyi hissetmesine rağmen ender'in kuyruk gibi peşinde dolanmasına kızmaya başlamıştı. Üzerine titrediği için yaptığını biliyordu ama her ayağa kalktığında koluna girmeye çalıştığı için tersledi ender'i. Aslında yaptığı saçmaydı. Boşu boşuna kırmıştı çocuğu ama kendini yaşlı hissetmek istemiyordu. Son zamanlardaki sevişmelerinde ender'in eski haşinliği kalmamıştı. Bu duygusallık ilk başlarda hoşuna gitse de ender'in kendini korumak amacıyla böyle sevişmesi, bir zamanlar otorite ve güç timsali olduğu sevgilisinin gözünde narin bir çiçeğe dönüştüğünün göstergesiydi. bu durumun yol açtığı hayal kırıklığı hırçınlaştırmıştı ceyla'yı.
Aynı günün gecesiydi. Ceyla güzel bir sofra hazırlattı. Yemekte başladıkları şaraba ender'in yeter demesine inat gecenin ilerleyen saatlerinde de devam ettiler. Sonrasında yatak odasına geçtiler. ceyla iyi olduğunu ender'e ispatlamak istercesine her zamankinden daha agresifti. Muhteşem bir sakso ile ender'in erkekliğini uyandırdıktan sonra dirsekleri ve dizleri yatağa temas halinde kalçalarını havaya kaldırarak durdu. ender arkasına geçmesi gerektiğini anladı. Daha önce ender bu pozisyonda sevişmek istemesine rağmen ceyla kadını aşağıladığı düşündüğü bu pozisyonda sevişmeye yanaşmamıştı. Şimdi ise yapabildiğini göstermek istiyordu, narin bir çiçek olmadığını, ne pahasına olursa olsun erkeğini mutlu edecek bir kadın olduğunu ender'e ispatlamak istiyordu. Ölecekse bile ceyla gibi ölmeliydi. Gururlu. Güçlü. Gidişi bile muhteşem olmalıydı. Ender yumuşakça girdi ceyla'nın içine, kalçalarından tutarak narin bir şekilde sevişiyordu. Dakikalar geçtikçe ceyla'nın iyi olduğunu ve zevkle inlediğini gördükçe ender'in korkuları azaldı. Eski günlerdeki gibi sert ve haşince git gellerine başladı. Bir yandan kalçalarına tokat attıkça çıkan sesten keyif alarak daha da hızlandı. Ceyla tekrar kendini arzulanan kadın olarak görmeye başladı. Biraz yorulmaya başlamıştı ama şu an mola veremezdi. Hareketler hızlandıkça sırtından ter boşaldığını hissetti. Loş ışıkta sırtının terden parladığını ve ender'in bunu sevdiğini biliyordu. Omzunun üzerinden geriye doğru baktığında ender'in güçlü elleriyle kalçalarını avuçlamış bir şekilde git-gellerine devam ederken gözlerinin parladığını ve zirveye yaklaştığını anladı. Tekrar gençleşmiş gibi hissediyor, kendi de adım adım zirveye yaklaşıyordu. Terden saç diplerinin yapışmış nefes alış verişi hızlanmış ve göğsünde ince bir sızı başlamıştı. Şu an çok keyifliydi, birazdan geçerdi. Erkeğinin hareketleri iyice hızlanmıştı en derinlerinde ender'i hissederken nefes nefese kalıyordu. Acı yayılıyordu ama Nasıl olsa birazdan bitecekti o zaman dinlenirdi. Şu an bırakamazdı. Ender'in sesi yükselmeye başladığında kendi kasılmaları da artmıştı. Bir yandan kasıkları zevkle kasılırken diğer yandan göğsündeki kramp kendisini iyice hissettiriyordu. Acı ve zevkin karışımı ile hayatının en keyifli orgazmını yaşadı.
Ender yatağa yıkıldı. Sırt üstü uzandı. Ceyla kendine sokuldu bir kedi yavrusu gibi koynuna geldi. Nefesi toparlandıktan ve Biraz kendine geldikten sonra başını ender'in göğsünden kaldırdı gözlerinin içine bakarak "seninle yaşadığım her saniyeye değdi. Teşekkür ederim" dedi. Başı tekrar göğsüne düştüğünde ender kendini büyümüş hissediyordu. Gözleri ağırlaştı huzurlu bir uykuya daldı. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu. Bir ürpertiyle uyandı. Ceyla'nın vücut sıcaklığının düşmüş olduğunu hissetti. Uyandırmamak için özenle kalktı. Ceyla'nın üstünü örttü. Ama ceyla'nın yüzü olduğundan beyazdı. Endişelenmişti ve endişelenmekte haklıydı. Ceyla nefes almıyordu.
------------------
Hayatta iki türlü pişmanlık vardır. Hatadan geri dönülebilecek olan ve olmayan. Ender'inki en acı pişmanlıktı. Yapmamalıydı. Dikkatli olmalıydı. Ceyla'nın kendini ispatlama çabasına direnmeliydi. Doktorun dediklerini unutmamalıydı. Kendi eliyle mutluluğunu yok etmişti.
------10.02.2013-------------
Gerek cenaze işlemlerinde gerekse de taziye ziyaretlerinde ceyla'nın arkadaşı derin hanım oldukça yardımcı olmuştu Ender'e. ceyla derin'in hep kendini kıskandığını düşünürdü. Ama derin hanım iyi bir insana benziyordu. Taziye ziyaretine gelenlerin azaldığı bir dönemde eski anıları konuşup ceyla'yı yad ederken gözleri doldu ender'in. derin hanım onu teselli etmek için başını göğüslerinin arasına aldı saçlarını okşuyordu. Önce bu iyi geldi ender'e biraz daha ağladı ama derin hanımın başını göğsüne doğru bastırdığını ve saçlarını daha histerik bir şekilde okşadığını farketti. Derin hanımın taziye ziyareti yatakta bitmişti. Salonda başlayan sevişmeye ısrarla yatak odasında (ceyla ile aşk yuvalarında) devam etmek istemişti derin hanım. Tekrar bir kadınla beraber olmuştu. Derin hanımla sevişirken gözlerinde ceyla'da olan şehveti görmedi. Onun yerine en iyi arkadaşının ölümünden sonra bile devam eden rekabeti gördü, elde etme ve yerini alma hırsını hissetti. Sevişirken zevk almıştı. Ama şimdi yatağa uzanırken ceyla'nın hatırasını kirlettiği için Hem derin'den hem de kendinden nefret ediyordu. Seviştikten sonra huzur duyduğu günler geride kalmıştı.
------------------
Ender yaşıtı olan kadınlarda ceyla'nın olgunluğunu, kendinden büyük kadınlarda ise ceyla'nın enerjisini bulamıyordu. Acı bir tecrübe ile büyümüştü. Kaç defa öleceğini bile bile bunu serveti için mi yaptın? diyerek kendine yüklendi. içip içip sarhoş olarak unutmayı denedi. Bir gün yine sarhoş olduğu halde içip ağlıyorken içeri bilgün girdi. Sarılıp o da ağlamaya başladı. Ender önce kendini toparladı sonra bilgün'ü teselli etti. Ceyla'nın ölümünden sorumluydu bu da yetmezmiş gibi Ceyla'nın hatırasına bir kez ihanet etmişti ve bu pişmanlıklarından geri dönemezdi. Ama geride bilgün kalmıştı. Ceyla'nın kıymetlisi. Kendisi güçlü olup bilgün'e bakmalıydı. Belki böylece ceyla'ya borcunu ödeyebilir biraz olsun pişmanlığın ateşinin kendini yakmasını önleyebilirdi. Belki böylece ahirette ceyla'nın yüzüne bakacak gücü kendinde bulabilirdi... Bilgün'ü teselli ederek yeni bir hayata başlamıştı. Şimdi yine bilgün'ü teselli etmiş ve kaderine yeni bir yön vermişti.
mesleki hastalık gereği kendi yazılarını kategorize eden yazar.
çok megolamanca oldu ama ne yapayım belirli bir zaman geçince aradığımı bulamıyorum.
en baştan önlem almak en iyisi. sanırsam. galiba.