the barz

entry194 galeri5
    64.
  1. kaynağı oda tv olan barz o!

    (#20930839)

    öyle olsaydı çoktan asılmıştı.. ingiliz taraftarları sizi!
    0 ...
  2. 63.
  3. iyi bir yazar. en azından düşünen bir adam diyelim, çünkü herkes fikirlerine pattadanak onay vermeyebilir.
    bu yazı da "cuks" olmuş, oturturken lapss diye ses getirmiştir, anlayana tabi.
    (#20903962)
    1 ...
  4. 64.
  5. (#18573741)

    şu sözlükte okuduğum en iyi yazıyı yazmış, aynı düşüncelere sahibiz ama ufkumu daha da genişletti. Teşekkürler.
    0 ...
  6. 63.
  7. sebep sonuç ilişkilerinin doğru kurulmasını arkadaşlarına tavsiye eden yazar.

    serpilem:
    (bkz: the barz/#20619679)

    the barz:
    (bkz: kamuoyu oluşturma/#20620553)
    0 ...
  8. 62.
  9. ülkesini seven herkesin türk kürt farketmez takip etmesi gereken yazar. yazdıkları yazıları hep bir kaynağa dayalı.
    0 ...
  10. 61.
  11. okumaya bayıldığım yazarlar arasında. takipteyim. *
    1 ...
  12. 60.
  13. (#20530695) best oflarından biri. takip edilmesi gereken yazar. hatta dandik sözlük yazarı olarak değil kitabı çıksa alınır.
    0 ...
  14. 59.
  15. artık aldığım haberlere şaşırmıyorum diyen yazar(dı).

    meğer büyük lokma yemeli büyük konuşmamalıymış.

    yine bir cumartesi. yine doktorun karşısındayız. artık bebeğimizi kucağımıza almak için son birkaç haftayı sayıyoruz.

    doktor klasik ölçümleri yaptı. "bugün hastanede misafirsiniz 1 gün kalacaksınız. perinatoloji doktoruna da bir görüneceksiniz. birkaç test de yapacağız. (eşime) 4 saatte bir nst cihazına bağlanacaksın. gerek görürsek bebeği sezeryanla alacağız" dedi.

    adam birkaç cümle söyledi belamı sikti resmen. ciğerimi parçaladı, dünya durdu.

    yukarıda odaya çıktık. hemşireler geldi. eşimin tansiyonu ölçtü, testler için kan aldı, serum bağladı. nst cihasızını bağlanmadan eşim tuvalete geçti. o zamana kadar çok sağlam durduğumu, eşime destek olduğumu düşünen ben nasıl zavallı durumda olduğumu hemşirenin form doldururkenki sorusu ile anladım. "eşinizin doğum tarihi ne?"

    birkaç saniye içinde aklımdan onlarca alakasız tarih geçti. sonra boş boş hemşireye baktım "bilmiyorum" dedim. suratıma baktığında rengimin atmış olduğunu gördüğünden olsa gerek tekrar sormadı. tuvaletten çıkınca eşim soruya cevap verdi.

    yarım saatlik nst'den sonra tuvalete diye odadan ayrıldım. aynanın karşısında kendime baktım. "allah'ım n'olur evladımla sınama beni. n'olur!" diye içimden geçirdiğimde boğazım düğümlendi. gözlerim doldu. birkaç damlasını taşıyamadım gözyaşlarımın, engel olamadım, aktı.

    gözyaşlarını sildim, elimi yüzümü yıkadım, olumsuz olasılıkları kafamdan atıp, "güçlü insan gömleğimi" giydim. eşime desteğe, onun paniğini yatıştırmaya devam ediyorum.

    testler iyi, perinatoloji doktorunun ölçümleri göreceli olarak iyi. bebeğimiz olması gereken kilonun aşağısında ama sağlıklı (minyon olacakmış biraz. kilosu düşük doğması bekleniyor.) şimdiye kadarki nst ler de iyi. sancı yok. bebek hareketli. velet daha dünyaya gelmeden bizi parmağında oynatıyor. son 2 haftadır nst de uyuyan bebek. biz gece hastane köşelerinde sürünürken zıpır zıpır. neyse şükürler olsun.

    13.07.2013
    1 ...
  16. 58.
  17. sozlukteki en eglenceli ve renkli yazarlardandir.
    link kaynak karsilastirma.. hepsi var herifte.soylemek istedigini cok iyi anlatiyor tek kufrune de rastlamadim daha.
    takipteyim ustad. arastirmaci ruhundan bize de ufle.
    0 ...
  18. 57.
  19. (#20429658)
    şaka mı bu kardeşim, kafayı yemiş bu adam ya.
    Polise taş atan o şerefsiz eylemciler aynı zamanda çevreye de zarar vermedi mi?
    Kanım dondu resmen, adam ne kadar rahat söylemiş.
    0 ...
  20. 56.
  21. Açtığı kaliteli başlıkların kaybolmasından rahatsızlık duyan yazar. Yazıya, yazara değer verilmediği sürece böyle gider bu.
    1 ...
  22. 55.
  23. Kendi actığı baslığa ard arda entry girme rekorunu deneyen yazar*.
    0 ...
  24. 54.
  25. gerçek bir olaydan esinlenerek yazdığı son hikayesi aşağıda olan yazar.

    ---- şen dullar ----

    Apartman konseyi ada'larda toplanmıştı bu sefer. Kadro tamdı. Gülşen, Naciye, Makbule, ennur gelmişti. Kısır yapılmıştı. Marul, Nar ekşisi, ayran gibi kısırın olmazsa olmazları masanın üzerindeydi. Her zamanki gibi gülşen sazı eline almıştı.

    içlerinde en büyükleriydi Gülşen, kırklı yaşların sonundaydı, tanınmış bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş, görmüş geçirmiş, zamanında varyatlığı tatmış, fabrikatör kocasının iflası ve ölümü sonrası orta halli yaşamaya adapte olmuş bir kadındı. Yaşına göre iyi durumda olan albenisi, uçuk kaçık halleri, maceraperest yapısı ve fırtınalı aşkları, küfürbaz ama tatlı sohbeti ile birleştiğinden muhabbetine doyum olmazdı. Hiç biri ne evine gelen ne de çarşıda pazarda dolaşan bir erkek görmemişti gülşen'in yanında buna karşın ara ara şüphelenseler de inanırlardı anlattığı çapkınlık hikayelerine. Misafir gelenler kendi deyimleri ile "şen dullar"dı. Aslında dul olan sadece Gülşen'di ama Naciye, makbule ve ennur bu tanımlamayı kendileri için uygun bulurdu.

    Naciye kırklı yaşlarının başındaydı çok konuşurdu, saf bir kadındı içinde kötülük yoktu, aklındaki düşünce kolayca ağzından dökülürdü, sır tutamazdı, naciye'nin kocası kasaptı. Son birkaç yıldır kocası ile yatakları ayırmışlardı. Seks hayatı rüyalarından ibaretti. Rüyaları için en iyi malzeme de gülşen'in anlattıklarıydı. Gülşen ara ara takılır "kız benim genç oğlanlardan birinin arkadaşı var onu sana yapayım bi tadına bak" derdi Naciye oturduğu koltukta dikleşir, önce bir kızarır "bilmem ki, olmaz ki" derdi. Ama merak/heves ettiği her halinden belli olurdu. Sonra gülşen "kız orospu, benim adım çıkmış ama sen benden çok yanıyorsun, git ateşini söndür kız benim başımı belaya sokma, sonra senin kasap ikimizi de doğramasın" derdi. Naciye'nin hevesi kursağında kaldığında suratı mahzunlaşırdı. Sürekli ama farklı erkeklerle tekrarlanan bu diyalog hep aynı şekilde sonlanırdı. Enteresan olanı gülşen kuafördeki adamı ya da bakkalın genç çırağını anlatsa Naciye onu rüyasında görür sonraki toplantıda bir de saf saf bunu anlatır gülşen'in kendisine takılması için fırsat yaratırdı.

    Makbule grubun başörtülü üyesiydi. O da 40 lı yaşlarının başındaydı. Gülşen'in anlattıkları aykırı gelse de dinlemeden duramazdı. Aralarında sır kalmadığından o da yatak odasını anlatmıştı. Hem Allah'ın bildiğini kuldan saklamanın manası yoktu. Erken yaşta sevmediği bir adamla evlendirmişlerdi makbule'yi. Bir türlü sevmemişti kocasını ama sadakatle bağlı kalmıştı. Seks hayatları da her zaman sönük olmuştu makbule için. Hiç orgazm olup olmadığını bile hatırlamıyordu. Eskiden haftada birkaç kez olan cinsel birliktelikleri son yıllarda 10 günde bire düşmüştü. Ama kocasının birkaç dakika süren git-geller sonucu üzerine yığılması ve orgazm olacağını her düşündüğünde kocasının erken boşalması yüzünden hayal kırıklığı olan sevişmelerinin seyrekleşmesinden memnundu. en azından gecenin bir vakti duş alma derdinden kurtulmuş oluyordu. Ondan gülşen'in bir gecede 3 kez orgazm olduğu ya da farklı erkeklerle yattığı şeklindeki hikayeleri onu da cezbederdi. Ama utanır soramazdı. Hem nasıl olsa çenesi düşük Naciye sorardı makbule'ye gerek kalmazdı kendinin sormasına. Gülşen'in organı 18 cm olan bir adamla yattığını anlatmasından sonra içine kurt düşmüş 20 küsür yıllık evlilik hayatında yapmadığını yapmış sevişme esnasında eşinin erkekliğini el yordamıyla ölçmüş sonra ertesi gün cetvelden bakmıştı. 12 cm'lik ölçü müydü acaba yataktaki mutsuzluğunun sebebi? Acaba büyük organlı erkek nasıl olur diye düşündü bi an? sonra tövbe estağfurullah diye geçirdi içinden. Şu gülşen de şeytan gibi kadındı. günaha sevk ediyordu kendisini.

    Ennur grubun Karadenizli üyesiydi, kırklı yaşlarının başındaydı. burnu büyükçe olduğundan gülşen dalga geçerdi onla. Yıllardır memleketinden uzak olmasına rağmen ara ara karadeniz şivesi (ağzı) ile konuşur, o zamanlarda kendine gülenlere lafı sokardı. Çabuk asabileşirdi ennur ama kin tutmazdı. Lafını söyler geçer kalp kırdıysa sonra karalahana sarması ile gönül alırdı. Ennur'un karalahana sarması bir çeşit özürdü ve bunu gruptaki tüm kadınlar bilirdi. Taksiciydi ennur'un kocası. "Rüzgarın oğlu" derlerdi ona ama bu lakap mesleğinden çok zamparalığı için verilmişti. Ennur da bıkmıştı kocasının zamparalıklarından ya laf söylemekten başka elinden bi şey gelmezdi. "kör olasıca madem başkalarına yetiştirecek çeşmen var neden bir kez olsun beni kana kana içirtmedin" derdi.

    Gülşen'in kendi hayatını yaşaması hepsi için arzularını tatmin yöntemiydi. Gülşen de bunun farkındaydı ara ara takılır "kahpeler giren çıkan bana ama ben sizin kadar zevk almıyorum" derdi.

    Gülşen oltasını attı yine.
    - Gülşen: Kız ennur geçen magazin izliyordum bir baktım ki gece kulubünün önünden mankenler taksiye biniyor. Aa bi de ne göreyim taksici "rüzgarın oğlu" kız kaymasın seninki mankene, bak sonra tüm yevmiyeyi bırakır aç kalırsınız!
    - ennur dertli dertli başladı: kayar ya kör olasıca fırsatını bulursa uçan kuşa bile hallenir. Annesi süt yerine vayagra mı içirmiş buna bilmem ki.
    - Gülşen: kız ilahi viagra o viagra.
    - Ennur: aman neyse ne. Benim derdime dermen olmadıktan sonra adını bilsem ne bilmesem ne? Azgın köpeği eve bağlamak için neler yapmadım ki ben ama yaranamadım.
    - Gülşen: kız ennur ne diyorum. Acaba burnuna bir estetik yaptırsan seninki bağlanır mı eve?
    - Ennur: ne varmış burnumda! Estetik yaptırsam burnuma mı sokacak sanki. Kız sen de beni kızdırmak için konuşuyorsun ha. Kötü kötü söyleteceksin şimdi beni!
    Grupça gülüşmelerden sonra Gülşen bu sefer ada'ya takılıyordu. Saat 7'ye geliyor kız sen hazırlanmıyor musun beyaz atlı prens için?

    Ada grubun en küçüğü idi 30 lu yaşlarının başında olmasına rağmen olgun bir tavrı vardı. Diğer 3 kadına göre daha şanslıydı çünkü aktif bir cinsel hayatı vardı. Kocası ile mutluydu. Ama ara ara düşünürdü acaba 10 sene sonra kendisi de mi "şen dullar"dan biri olacaktı. "Sonra yok ya olmaz öyle" der kendini teselli ederdi.
    Ben bir 10 dakika müsaadenizi isteyim diyerek kalktı ada. Kadınlar bıyık altından güldüler. Bilirlerdi ada nın huyunu. Tüm gün temizlik yapsa, yorgunluktan ölse, hasta olmuş olsa, tüm gün en paspal kıyafetleriyle oturuyor olsa bile kocasının işten gelmesine yakın güzel kıyafetlerini giyinir, makyajını yapardı ada. Kocası kapıdan girdiğinde hep aşkla baksın isterdi kendine.

    Birazdan geldi ada. Onu kapıdan gören gülşen "kız fallik sen işini biliyorsun. Böyle tutuyorsun değil mi kocayı evde. Bakın kızlar bakın da örnek alın" dedi.
    Sonra her zamanki gibi devam etti gülşen. "ah kadir gelse de erkek görsek!"

    Bu şakayı sık sık yapardı. Hatta kadir de ona eşlik ederdi. "Gülşen abla ada'yı boşayıp seni alcam yeter ki he de" derdi.
    Memnun olan gülşen "sen bana yetmezsin tatlı çocuk. iliğini kuruturum ben senin bir haftada pert olursun. ondan sen bu çiroz kızın kıymetini bil" derdi. Kendine göre zayıf ve uzun olan ada'ya çiroz diye takılırdı gülşen.

    bu atışmalar eksik olmazdı, Hep beraber gülüşürlerdi.

    Saat 7.30'u geçmişti. Geç kalmıştı kadir. genelde Geç kalmazdı, geç kaldığında ise mutlaka haber verirdi. içinde bir huzursuzluk vardı ada'nın. oturduğu sandalyede rahatsızca kıvanınca gülşen "ne o kız kurtlandın. gelir birazdan seninki Merak etme stajyer kızlarla kırıştırmıyordur!"dedi.

    Ada "yok be abla ondan değil ama geç kaldı. Geç kaldığında haber verirdi. Ayrıca birkaç gündür bir haller var. sabah her zamankinden erken işe gitmeye başladı. Tuhaf bir hali var. her zamankinden daha neşeli. Kuş gibi hafiflemiş sanki" diye cevap verdi.

    Makbule: "merak etme kız bu sefer sana getirecek farklı bir çiçek arıyordur beyaz atlı prens. Hem delinin zoruna bak bırak adam neşeli olsun, benimki gibi mendebur olsa daha mı iyi" dedi.

    Huzursuz ortamı dağıtmak yine gülşen'e kalmıştı "naciye seninki sana en son ne zaman çiçek aldı?"

    naciye başladı saydırmaya: kör olasıca, 10 yıl önce elinde bir saksı ile gelmişti. Ben de sevindim çiçek aldı diye. Meğersem müşterinin biri dükkanda unutmuş. Sonra baktım değişik bir çiçek böyle mor gibi. Ne bu dedim. Güldü. tam da sana layık bir çiçek dedi. Sevincimden uyuyamadım gece. Ertesi gün oldu elimde çiçekle mahalledeki çiçekçiye gittim sordum bunun adı nedir diye. "deve dikeni" demez mi? başımdan kaynar sular döküldü . nemrudun oğlu 40 yılda bir iyi bir şey yapacaktı onun da içine sıçtı. Ondan beri de çiçek görmedim. Allah'ın kasabı bir gün olsun kestiği havanların götüne koyduğu karanfillerden bir tane fazla alıp da bana getirmedi!

    Tekrar kahkahalar sardı salonu. Bu hikayeyi kaçıncı kezdir dinliyorlardı ama naciye'nin hırsla anlatması, anlatırken kocasına saydırması yine de komik geliyordu. gülenlerin gözlerinden yaş geliyordu. ada da çok güldü ama bir yandan da içini kemiren bir şey vardı.

    Ada yine saatine bakınca gülşen konuya girdi "kız arasana bu kadar merak ediyorsan. birazdan gelmezse ararım abla diye cevap verdi ada.
    Söyle bakim Naciye kadir gelip de kısırı görünce ne diyecek ada'ya?" gülşen yine konuyu dağıtmaya çalışıyordu.

    Oradakilerin hepsi kadir'in vereceği cevabı bildiği kadar naciye'nin yine tongaya düşeceğini ve bu cevabı bilemeyeceğini biliyordu. Gülşen oltasını atıyordu yine Naciye bilemeyince güleceklerdi. Tahmin ettikleri gibi oldu.
    Naciye saf saf: "eline sağlık der zaar" dedi.

    Tahmin ettikleri gibi oldu. Gülüşmeler sardı ortalığı. Kadir sevdiği bir yemek oldu mu hem beğendiğini göstermek hem de ada'ya takılmak için "adamsın ada adamsın. Adamın dibisin" der karısını öperdi. Onların bu sıcak aile tablosu şen dullar'ı ısıtırdı.

    Saat 8 olup da gelmeyince gülşen dayanamadı. Ara kız artık dedi. Aramazsan ben arayacağım. Ada tedirgin bir şekilde aradı kadir'i. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açıldı. Sonra birkaç saniye içinde kapandı. Ada'nın rengi attı. Odadaki kadınlar kadir'in ne deyip de ada'nın şeytan görmüş gibi olduğuna meraklandı. "seyir terasında olduğunu söyledi Ama sesi çok kötüydü, ağlıyor gibiydi, içki de içiyor olabilir" dedi panikle ada.

    Odadakiler ada'dan duyduklarına şaşırdı, ada'nın telaşı onlara da geçti sanki. kadir'in ilk akşamdan içmesi, ağlaması, seyir terasında oluyor olması herkes için alışılmadık haberdi. Zira herkes bilirdi kadir'i...

    Ada'nın Kocası kadir avukattı. Mahallede herkes severdi onu. Mahallelinin derdine koşardı. Mahalleli de yasal bir sorun oldu mu kadir'i bulurdu. Evine sadıktı kadir akşam mesaisi bittiği gibi evine, karısına, biricik kızına giderdi. Ellerinde çiçekle eve gelmesi, eşine / çocuğuna hediyeler alması ile mahallelinin "beyaz atlı prensiydi", komşu erkekler "bizim hanım senden görüyor o da çiçek istiyor" şeklinde takılırdı kadir'e.

    içki ile fazla arası yoktu kadir'in ama senede bir gün müthiş içerdi. Her senenin 3 şubatında zil zurna sarhoş dönerdi eve. Mahalledeki Agora meyhanesine giderdi. meyhaneci Sabri baba da alışmıştı artık. 3 şubat oldu mu müzik çalmazdı meyhanede. O gün meyhane halkının matem günü olurdu. içip içip ağlardı kadir. Ama erkek gibi ağlardı. için için ağlardı. Göz yaşları düşerdi yanaklarına. Onu görenler de kahrolurdu ya kimse teselli etmeye gitmezdi. Çünkü yaraya derman olunamayacaksa boş lakırdının kimseye faydası yoktu. gece 3 dedi mi meyhanenin müdavimlerini bile kovup dükkanı kapatan sabri baba 3 şubat oldu mu dükkanı kapanmaya yeltenmezdi. O gün kadir ne zaman çıkarsa o zaman kapanırdı dükkan. Mahalleli de bilirdi o gün yolda görseler de kimse ağzını açmazdı. Evine geldiğinde sallana sallana yatağına geçerdi o gelene kadar gözünü kırpmamış olan ada da bir şey sormazdı.

    Yetimhanede büyümüştü kadir. Annesi ve babası ölünce onunla kız kardeşi naime'yi yetimhaneye vermişlerdi. 3 şubat naime'nin doğum günüydü. Naime daha küçük olduğundan onu zengin bir aileye evlatlık vermişlerdi . kadir kardeşinin hayatının kurtulması için buna razı gelmiş. Kardeşini bulacağına dair söz vermişti. O gün bugündür kızkardeşini aramasına rağmen Yıllardır izine rastlayamamıştı kadir. Kız kardeşini bulamadığı her yılın 3 şubatında sözünü tutamadığı için kahrından içerdi kadir. insan gibi içmezdi ama sanki aşırı alkol alırsa bu acı hafızasından silinecek gibi içerdi. anılarını beyninden kazımak için içerdi. Acı çekerek içerdi...

    Kadir'i herkes güleç yüzlü ve mutlu görmeye alışmıştı. O acısını içine atanlardandı. içinde biriktirdiği acılarına taşıyamaz duruma gelince "seyir terasına" giderdi. Seyir terası şehrin yüksek bir tepesindeki parktı öğrenciliğinden beri ne zaman ağlayacak olsa ve ağlayamasa oraya atardı kendini. Ada da bunu bilirdi. Bazen beraber gidip konuşmadan saatlerce otururlardı. sonrasında kocası tüm dertlerini orada bırakır, neşeli haline dönerdi. Arınırdı sanki orada kadir.

    Ada'nın paniğinin arttığını gören makbule "hadi kızlar biraz bana geçelim" dedi. Gözleri ile ada'yı işaret edince Naciye hariç hepsi anladı ama Naciye: "ne güzel oturuyoruz kız işte. niye kalkıyoruz hem ben biraz daha kısır yiyeceğim" dedi.

    Ennur: yiye yiye tosun oldun allah'ın cezası. Tabağını da al gel makbule'de devam edersin dedi.

    Naciye: çok mu kilo almışım kız? diye sordu.

    Gülşen araya girdi "bırak kız şimdi kiloyu. Gel bak geçen bir tezgahtar ile tanıştım sana onu anlatacağım. Biz makbule'ye geçelim ada'da bi kocasına baksın" dedi.

    Naciye'yi ada'nın paniğinden çok gülşen'in yeni hikaye anlatacak olması susturmuştu. Tıpış tıpış takip etti grubu. Onların çıkmasıyla ada'nın kendini sokağa atması bir oldu.

    Seyir terasının bir kısmına kadar araç çıkar, Kalan kısmı yürüyerek geçmek gerekirdi. Ada koşar adım yoluna devam edince nefes nefese kalmıştı. Kadir'in her zaman oturduğu banka doğru uzaktan baktığında kocasını gördüğü için bir an rahatladı ama kocasına doğru adım attıkça büyük bir sorun olduğunu anladı. Zira kocası büyük bir şişe votkayı sek içiyordu ve şişenin yarısını geçmişti. Arka çaprazdan yaklaştı kocasına, elini omzuna koydu ve "kadirim" dedi. Sesi kısık ve çatallı çıkmıştı. Sanki kendine yabancıydı o ses. Kadir'e de yabancı gelmiş olacak ki yavaşça başını çevirdi. Karısına bakıyordu ama görmüyordu. Ama ada onu gördü. ağlamaktan kanlanmış gözlerinden yaşlar akıyordu. Bakışları donuktu ama. Sanki ağlayan bir put gibiydi. Ada dayanamadı bir yandan banka otururken diğer yandan elleriyle göz yaşını sildi. Kadir'in başını aldı göğsüne yasladı. Sardı kocasını. kadir bu sefer her zamankinden farklı olarak hıçkıra hıçkıra sarsılarak ağlıyordu. Ada ne yapacağını bilmiyordu. Sadece sımsıkı sarıyordu kocasını. Yeterince sıkı sararsa hüznü yok olacakmış gibi sarıyordu. Bir yandan da kocasının 3 şubat haricinde ağlayıp ağlamadığını düşündü. Hiç şahit olmamıştı. Güçlü bir adamdı kadir. Haziran ayında idiler. Nedendi bu ağıt? işte mi bir sorun olmuştu acaba? Aklında türlü sorular olduğu halde sustu ada, sadece kocasını sardı ve sustu.

    Kadir bir süre ağladı. Sonra ağıtın şiddeti azaldı, hıçkırıklar kesildi ama yine de gözünde yaşların akmasına engel olamıyordu. Biraz doğrulduğunda ada'nın çok korkmuş olduğunu gördü. Anlatmaya başladı.

    3 şubatta agora meyhanesinde içerken durumunu bir bankacı görmüş, sabri babadan hikayeyi öğrenmiş, daha sonra da kadir ile arkadaş olmuşlar. Hatta adamın bir miras davasına kadir bakmış, (ada bu ayrıntıları dinlerken konunun nereye varacağını merek ediyordu. Hala anlamlı bir çıkarıma varamamıştı.)

    Sonrasında kadir senin sorununu biliyorum, kız kardeşini arıyorsun, ama soyadı değişmiş ise bulman zor, yetimhanede evlatlık verdiği çocuk hakkında bilgi vermez, hele ki bu zengin bir kişiyse dosyası bile kaybolmuş olabilir, benim elimden pek bir şey gelmez ama şöyle bir yardımım olabilir sana, benim çalıştığım banka ülkenin büyük bankalarından birisi, kız kardeşinin doğum tarihini hatırlıyor isen oradan sorgulatırız, belirttiğin tarihte doğan kayıtlı müşterileri ve fotoğraflarını bir dosyaya yükler sana ulaştırırım, aradan uzun yıllar geçti ama fotoğraflardan seçebilirsen bir faydası olur, ama ne olur bunu kimseye söyleme yoksa meslek hayatım biter demiş.

    Hazırlaması birkaç haftayı bulsa da Bankacı söz verdiği gibi dosyayı teslim etmiş. O tarihte doğan ve ismi naime olan müşterilerden başlamış. Belki de ismini değiştirmemişlerdir diye, bin küsür tane fotoğrafa bakmış ama hiçbirini benzetememiş. Tam umudunu kaybetmek üzereymiş ki bir fotoğrafı çok benzetmiş. Dudağının üzerindeki beni ve gamzesi ile bu kesin naime'dir diye düşünmüş. Bankacıyı aramış, "naime koçbey"in adresi / telefonu neyi varsa istemiş, adamdan aldığı adrese gitmiş. Güvenlikli bir sitenin önünde beklemeye başlamış, ilk gün bir şey çıkmamış. ikinci gün daha erken gitmiş oraya, eşofmanla sabah sporuna çıkan birini benzetmiş, parka kadar takip etmiş, parkta arkasından naime diye seslenmiş. Önce tanımamış kadın, yaklaşmış biraz, güneş gözlüğünü çıkarmış, tanışıyor muyuz? Demiş. "beni tanımadın mı naime?" diye cevap vermiş kadir. Kadın biraz daha dikkatli bakmış "abi" diye çığlık atmış, boynuna sarılmış, bir kafeye geçmişler. ikisi de hayatını anlatmış. Naime'yi zengin bir aileye evlatlık vermişler, onlar da kendi kızları gibi sevmişler onu, okutup meslek sahibi yapmışlar, sonrasında naime kendileri gibi zengin bir çevreden bir çocukla evlenmiş, kocası ile mutluymuş, bir de erkek çocukları varmış, ona "kadir" adını vermiş. Akşama kadar söyleşmişler. Özlem gidermişler.

    Kadir "yeğenimi ne zaman görebilirim?" deyince naime'nin yüzü düşmüş. "abi bulunduğum çevre ve kocamın evlatlık olduğumdan haberleri yok. Senden haberleri olursa beni de kabullenmeyebilirler, mutlu yuvam dağılır, hem beni evlatlık alan insanlar da yıllarca kendi kızları diye tanıttılar, onları da yalancı konumuna düşüremem, sosyete çalkalanır, seni gördüğüme çok sevindim ama bir daha seninle görüşemem" demiş. Kadir'in boğazı düğümlenmiş, yıllar süren aramalarından sonra aldığı cevapla kahrolmuş, ama sırf küçük kardeşi üzülmesin, mutlu dünyası yıkılmasın diye bir şey dememiş. Kartını vermiş bir sorunun olursa ara demiş ve ayrılmışlar. Sonrasında kadir kendini seyir terasına atmış.

    Ara ara hıçkırıklarla, ağlamalarla kesilse de kadir tüm hikayeyi anlattı. Sonrasında konuşmadan şehri izlediler. Bu sefer ada'nın başı kadir'in omuzlarındaydı. Dakikalar ilerledikçe kadir duruldu, sıkıntılarını emmişti sanki seyir terası. Kendini iyice topladığında kadir "olsun onu bir kez gördüm, iyi olduğunu bildim ya içim rahat artık" dedi. Son bir kez uzun uzun baktı şehre. Sonra ada'ya dönüp "yuvamıza gidelim" dedi.

    Mahalleye döndüklerinde balkonda mesken tutmuş meraktan çıldıran gülşen koşarak aşağıya yanlarına geldi. Kadir'e dönerek "ne o çıtır, aşkımdan mecnun mu oldun?" dedi. Kadir o akşam ilk kez tebessüm etti.

    Kardeşini bulmasıyla içinde bir yara kapanmıştı kadir'in, ama kardeşi yüreğini ezmişti. Yine de sonraki günlerde daha iyiydi kadir. Birkaç güne kadar da normale döndü. Bir daha da 3 şubat'ta ağzına içki koymadı!
    ------
    4 ...
  26. 53.
  27. (#20037312) tespitlerine sonuna kadar katıldığım, ortalık toz duman haldeyken dahi durumun net fotoğraflarını çekebilen takip edilesi yazar.
    2 ...
  28. 52.
  29. AKP nin ikiyüzlülüğü diyemeyeceğim, çokyüzlülüğü konusunda ve Suriye meselesinde konuya giderek daha da hakim olduğu

    görülen, 3-4 gün yazmayıp biraz araştırma değerlendirme sonrasında bombardımana başlıyan yazar. (#18641280)
    2 ...
  30. 52.
  31. harika yazılara imza atan bilinçli bir yazardır kendileri. takip edilmeli fikirlerinden yararlanmalıdır.
    0 ...
  32. 51.
  33. mantıklı tespitlerin insanı.
    (bkz: akp çarkları)

    bazıları rahatsız olabilir. ancak gerçekler acıdır.
    1 ...
  34. 50.
  35. öngörüleri, planlar / pazarlıklar üzerine olan görüşleri doğrulanan yazar.

    bundan bir ay önce yazdığım yazıda uyarmıştım.

    ------ bir ay önceki yazım ------
    başlık: (bkz: yeni türkiye haritası)

    entry: bu tasavvur gerçek olsa bile türkiye ipleri elinden bırakmamalıdır.
    sscb döneminde bile rusların orta asyadaki petrolü işleyecek tesisleri rus topraklarına kurduklarını duymuştum.
    bu örnekte olduğu gibi olur da bu suni birliktelik kurulursa muayyen bi tarihte dağılabileceği hesaba katılıp stratejik tesislerin vatan topraklarında kalması sağlanmalıdır. söz gelimi petro kimya tesislerinin musul ve kerkük te kurulması yerine iskenderunda kurulması elzemdir.

    ve olası kürt özerk bölgesi sınırının akdeniz e ulaşmasına izin verilmemelidir. söz gelimi latakia özerk kürt yönetimi elinde olur buraya petrol boru hatları ile petrol taşınırsa çok önemli bir liman kenti haline gelebilir. bu da kendi elimizle kendimize rakip yaratmak olur.

    (bkz: yeni türkiye haritası/#19470303)

    ayrıca
    (bkz: kürdistan ın kurulacağına inanan insan/#19695399)
    (bkz: türkiye nin kürdistan ı ilhak etmesi/#18560654)

    ------ bir ay önceki yazım ------

    yazımda belirttiğim latakia (lazkiye) konusu bugün selahattin demirtaş tarafından dillendirilmiştir. (karga ağzındaki peyniri düşürdü!)
    "suriye'deki kürt oluşumu lazkiye'yi de içine alırsa büyük bir sorun ortadan kalkar." (yani diyor ki kürtler denize açılmış olur!)
    http://www.haberturk.com/...i-bitti-artik-geri-gelmez

    planları türk - kürt konfederasyonu üzerine yapıyorsunuz bu gerçekleşse bile ipleri elinizde tutun!

    - petro kimya tesisleri adana / ceyhan'a kurulsun.

    - kürtlerin sahip olduğu petrol ve doğalgaz hatay / iskenderun limanından dünyaya açılsın.

    - hatay'ın hemen altında olan lazkiye'yi kürtlere bırakmayın! orası suriye nusayri devleti'nin olsun! böylece hem kürtler akdeniz'e ulaşmamış hem de suriye'de yeni kurulacak nusayri devleti ile doğrudan bağlantı sağlanmış olur.

    kürtler daha ileri bir gelecekte konfederasyondan ayrılır ve bağımsız olurlarsa orta asya türk devletlerinin ekonomik olarak rusya'ya bağlı olduğu gibi kürtler de ekonomik olarak türkiye'ye bağlı olsun!

    uzun vadeli planları kötü ihtimalleri de düşünerek yapın!

    "sonra esad 3 ay da düşer" örneğinde olduğu gibi öngörünüz gerçekleşmezse başkalarının götünü yalamak zorunda
    kalmayın!

    aylar sonra edit:
    --- alıntı ----
    Ama "Barzanistan"ın ABD'ye sağlayacağı fayda bir yere kadardır. Her şeyden önce denize kapısı olmayan "Barzanistan", yaşamak açısından Bölge devletlerine "mâhkum"dur.

    ABD daha en başından bu gerçeği saptamış ve planlamasını buna göre yapmıştır. 1992 yılında hazırlanan bir CIA raporunda bu gerçek olanca açıklığı ile belirtiliyor:

    "Irak'ın kuzeyinde bir özerk Kürt Devleti, muhtemelen Türkiye, iran ve Suriye topraklarını kapsayacak bir Kürt devletinin çekirdeğini oluşturabilir. Ancak böyle bir yapı, ayakta kalmayacak, gelip geçici olacaktır. Çünkü geniş bir dağlık alanla çevrili ve en önemlisi denizle kıyısı olmayan bir Kürt devleti, ticaret güzergâhlarına, ticaret ortaklarına ve güvenli sınırlara erişim anlamında komşularına bağımlı olacaktır ve daha sofistike silahlar olmaksızın ve sınırlarına dair uluslar arası güvence olmaksızın savunulması ve yaşaması çok zor olacaktır." (Ömer Özkaya, Amerikan istihbarat Belgeleriyle Kürtler, Pegasus Yayıncılık, 1.b. istanbul, Mayıs 2013, s. 258)

    Demek ki ABD açısından tayin edici olan Irak'ın kuzeyindeki oluşum değil, bu oluşumu denize ulaştıracak bir koridorun olup olmamasıdır.

    'Aksi takdirde Barzanistan gelip geçici olmaya mahkumdur.' Olaya böyle bakıldığı için ilk BOP haritalarında, düşünülen "Free Kurdistan"a, neden Artvin üzerinden Karadeniz'e açılan bir "koridor" ihsan edildiği daha iyi anlaşılır.

    Ama daha sonra devreye Suriye girdi. "Yeni Osmanlı" rüyaları gören AKP hükümeti, "koridoru", Suriye veya Türkiye üzerinden Akdeniz'e doğru açmanın önündeki engelleri temizlemek için gönüllü olarak öne atıldı.
    --- alıntı ----
    http://www.ulusalkanal.co...litikasi-makale,1822.html
    23 ...
  36. 51.
  37. son yazısı aşağıda olan yazar.

    ------------dayak yemenin dayanılmaz hafifliği----------

    Erkekler genelde dayak yemezler. Ben de yemedim. Ondan "bir arkadaşın" anısını anlatacağım size ama izninizle birinci ağızdan anlatacağım.

    -------------

    "Çıkışta bekle" dedi. Davete icabet etmemenin ayıp olduğu zamanlardı. Misafirperver arkadaşlar bölünerek çoğalmış. Biri önde dördü arkasında olmak üzere beş kişi olmuşlar. Kadroyu sağlam görünce her mantıklı insanın yapacağını yaptım.

    Ateşe körükle gittim. "Ben de seni delikanlı bilmiştim lan"

    Birine lafı koydum. Beşi bir yerde bozuldu.

    Cep telefonunun lise öğrencisinin elinde olmadığı zamanlardı ama "Word of mouth" çok güçlüydü. Hatırı sayılı bir kalabalık oradaydı.

    Dayak yiyeceksen bile adabıyla yiyeceksin ağa! Slow motion'da ceketi çıkarttım. Kalabalığa bir göz atıp en güzel kıza verdim ceketi. Üzerine kravatı. Çantayı onun ayaklarının dibine bıraktım. Aheste aheste kollarımı çemredim.

    Mantıklı bir adam olsam "kimsin lan sen kimsin" ile süreye oynardım. Ayıracak birilerini beklerdim. Ama tam saha pres ile başladım maça. iyi ki de öyle yapmışım...

    Elemana kafayı bir geçirdim ki benim kafam acıdı ama onun da burnu kanamıştı. ilki dağıldı. Bir an hepsini dövebilir miyim diye düşündüm. Ama sadece bir an...

    sonra beni öyle bir dövdüler. Öyle bir dövdüler ki elimde tek kalan o "an" oldu. ikisi tuttu kolumdan biri karnıma öyle bir geçirdi ki nefesim kesildi. Birkaç saniyeliğine nefes alamıyorum sandım. iki büklüm oldum. O haldeyken gökyüzünü görebileceğimi düşünmezdim ama bir "diz" nelere kadirmiş...

    Çocukların hakkını yemeyeyim. işlerinin ehlilerdi. itinayla dövdüler. Acele etmeden. Hazmettire hazmettire. Aslında o ana kadar iyi idare ediyordum. Ama burnunu kanattığım çocuk gelip burnumun ortasına öyle bir yumruk attı ki gözüm karardı. Böyle bir yumruk yediyseniz bilirsiniz yüzünüz uyuşur sanki. Yumruğa dair hatırladığım içten bir sızı gibi gelen "kıtırt" benzeri bir sesti. Sonrasında burnun kırıldığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.

    iki seksen yerde yatıyordum. Dudağıma doğru süzülen ılık sıvı muhtemelen kan olmalıydı. Acı tahammül edilir hale gelip de gözlerimi aralayabildiğimde gökyüzü olmaması gerektiği kadar güzel geldi.

    Kalabalık da elemanlar da hoşnuttu olan bitenden. Hesap kesilmişti. aslında Kalkmasam olurdu ya zorlana zorlana kalktım. Ceketimi verirken gururu okşanan ve etkilenen kız bile küçümseyerek bakıyordu bana. Kalktığımı görünce biri geldi. yumruğunu salladığını görüyordum ama kaçabilecek atiklikte değildim. Yumruğu kaşıma doğru geldi. Bunda çocuğun suçu yok. ben pek dik duramamıştım.

    Yine yerdeyim. Evet. Çok güzel. Burnum yetmemişti şimdi bir de kaşım kanıyordu. Çocuklar tatmin olmuş. Dönüp ceketlerine gidiyorlardı ki kalabalıktan birileri beni gösterdi. Yine ayağa kalkmıştım. Durabildiğim kadar dik durmaya çalışıyordum. Birkaç saniye sonra tekrar yerdeydim. Ne güzel! artık kaburgam da sızlıyordu. Yerde yatma ve doğrulma sürem uzamıştı. Kaşımın kanadığı yerde şişlik olmuştu. Göz kapaklarım kan topluyordu. Sol gözümü açık tutmak için bile büyük bir çaba göstermem gerekiyordu. Bunun yerine sol gözümün kapalı olması daha kolaydı. zaten dayak yemek için iki göze ihtiyacım yoktu.

    Yine kalktığımda kalabalığın algısı değişmişti. insanların daha ne kadar ayağa kalkabileceğimi, ne inatçı olduğumu düşündüklerini tek gözümle bile görebiliyordum. Yeniden yere yapışmam birkaç saniye bile sürmemişti.

    Tekrar doğrulmaya çalışırken ceketimi tutan kız bağırdı "aptal mısın? kalkma!" Bana aptallıktan bile daha çok zarar verecek olan şeydi inadım. Ama ben haklıydım. Tek kişi Beni kavgaya çağırırken de haklıydım beş kişiden dayak yerken de. Benim haklı olduğumu da kalkamayacak hale gelene kadar dayak yemekte ısrarcı olacağımı da beni kavgaya çağıran çocuk biliyordu.

    Yavaşça yanıma geldi. Önümde dikildi. Ben ayağa kalkana kadar bekledi. Elleri iki yana düşmüştü. Ben doğrulmak için epey bir uğraştım. Elimin tersiyle kaşımdan ve burnumdan akan kanları sildim. Sonra gözlerinin içine baktım. Sonra geriye kalan tüm gücümü toplayarak bir tokat attım. O yıkılırken ben de yıkıldım...

    Önce çocuk kalktı. Başı önünde, sessiz sedasız arkadaşlarının yanına gitti. çantalarını ceketlerini alıp uzaklaştılar. Biraz önce bana acıyarak bakan kalabalık saygı ile kaldırdı beni yerden, koluma girip çeşmeye götürdü birileri. Kan tadından sonra ağzımı çalkalamak iyi geldi. sağlam Dayak yemek susatıyormuş adamı. O gün öğrendim ben de. Kana kana içtim sudan. Sonrasında derin bir huzur hissettim...

    Niye yumruk atmadım da tokat attım diye düşünürüm hala. Madem son noktayı ben koyacaktım ses gelsin istedim herhalde. Umduğumdan fazla ses getirdi...

    O ses önce dalga dalga kulaklara ulaştı. Sonra fısıltı oldu dudaklardan döküldü. Uğultular öyle çok arttı ki okulda duymayan kalmadı. Benim dakikalarca yediğim dayak efsane ise sonunda attığım tokat onu taçlandırandı.

    Hah ne diyordum.

    Dayak yiyeceksen bile adabıyla yiyeceksin ağa!
    5 ...
  38. 50.
  39. Bütün düşüncelerine katılmasam da, çoğumuz gibi çalakalem yazmayan yazar. (#19500314)
    2 ...
  40. 49.
  41. devlet görevlisi olmayan yazar.
    birkaç defadır özel mesajdan yazılınca artık yazmam farz oldu.
    gerçi böyle deyince de kendini gizlemeye çalışıyor derler. neyse ne.

    arkadaşlar sadece açık istihbarattan (internet-gazete) faydalanarak çıkarımlar yapmaya uğraşıyorum.

    burada paylaştığım haberlere bakıyorum.
    (bkz: abdullah öcalan ın milletvekili olması/#18466768)
    (bkz: kamuoyu oluşturma/#18467003) öcalan'a yönelik

    bunların ardındaki gizli amacın ve yürütülen kampanyanın bu olduğu

    (bkz: kamuoyu oluşturma/#18560147) - öcalan a yönelik.

    sonucuna ulaşıyorum.

    aşağıdaki haberleri okuyor / yorumlarda bulunuyor
    (bkz: bağımsız kürt devleti/#18466008)
    (bkz: bağımsız kürt devleti/#18668669)
    (bkz: kürtler kürdistan a/#18453393)
    (bkz: kurt devleti kurulursa olacaklar/#18577254)

    (bkz: muhafazakarlar ve kürtlerin yakınlaşma nedenleri/#18713067)
    (bkz: muhafazakarlar ve kürtlerin yakınlaşma nedenleri/#18715296)

    bu sonuca ulaşıyorum
    (bkz: türkiye nin kürdistan ı ilhak etmesi/#18560654)
    (bkz: yeni türkiye haritası/#19463978)

    ha bir de yapılan açıklamalarda seçilen kelimeleri dikkatle inceliyorum.
    (bkz: 25 nisan 2013 kandil toplantısı/#19478147)

    unutmadan, gündem değiştirme çalışmalarını yutmuyorum.
    (bkz: gündem değiştirme sanatı/#18462053)
    (bkz: başımız her sıkıştığında bulunan cevherler/#18590387)
    (bkz: akp nin iyi polis kötü polis taktiği/#19135451)
    (bkz: rte nin tartışma aşkı/#19158259)

    başka bir numaram yok yani.
    0 ...
  42. 48.
  43. kafasında filler sikişen yazar. (bkz: gemide)

    -------------

    bu sabah bok gibi kalktım. nasıl suratsız, nasıl bet... gözüme bakanlar gözünü kaçırıyor.
    sadece bir rüya mıydı beni bu hale getiren? bir rüya... inanması zor ama evet.

    aynı rüya nasıl
    - unuttum denilen kişilerin unutulmaz olduğunu,
    - takmıyorum dediğin şeylerin derin yaralar bıraktığını,
    - gömdüm dediğin soru işaretlerinin beklenmedik bir anda hortlayabileceğini
    ispatlayabilir?

    peki ben nasıl bir gün melek iken bir gün şeytan oluyorum.
    yok yok şeytan olmuyorum aslında. ölsem gitsem şeytanın bile beni ayakta karşılayıp tahtını bırakacağını düşünüyorum.
    kötülük yapmaktan kaçınırken nasıl bir anda kötülük güneşine dönüşüyorum? rastgele ışınlarıma denk gelenler zehirleniyor.

    bir gülümseme ne zamandan beri kötü birşey?
    dertleri dinleme/paylaşma ne zamandan beri günahların en büyüğü?
    nezaket ne zamandan beri cehennemin kapısı??
    yoksunlukları gidermek ne zamandan beri günahların en affedilmez olanı?

    ----------
    0 ...
  44. 47.
  45. 46.
  46. (#19213398) numaralı entry'sini işte budur üstat listeme almış bulunmaktayım.
    3 ...
  47. 45.
  48. son kurgu hikayesi aşağıda olan yazar.

    --------- kötü biri olmak -----------

    insan neden kötü olur? Kötü bir çocukluk mu? Tacize uğramış olması mı? ailesi yüzünden mi? yoksa kötü bir çevrede yetişmesi mi? bu sebepler çoğunuzun aklına ilk gelenlerdir. Bence sebebi daha basittir:

    Kötülük yapmaya fırsat bulmasındandır.

    Yaptığı kötülükten çıkar sağlıyorsa (ya da en azından yaptıkları yanına kar kalıyor hesabı sorulmuyorsa) bu zamanla karakter halini alır. En azından bende öyle olmuştu.

    Ortaokul ikinci sınıfı bitirdiğim senenin yazıydı. iyi hatırlıyorum çünkü vücudumdaki değişikliler iyiden iyiye hissediliyordu. Sakallarım çıkmış, sesim kalınlaşmış, koltuk altlarım ve cinsel organımın çevresi kıllanmaya başlamıştı. Olur olmaz zamanda erekte oluyordum. Bunu çevremden saklamak için şekilde şekle giriyordum. her sabah neden erekte olmuş bir halde uyandığımı ya da geceleri kamyon devirmiş olmamı anlamlandıramıyordum.

    Kapı komşumuzu da alarak iki aile denize gitmiş, büyük bir Çadır kurmuştuk. Akşamları ortasına çarşaf gerildiğinde iki göz oda gibi olan bir çadırdı. Babamla galip amcanın çokça rakı içtiği bir akşamdı. Onların muhabbeti uzayınca çocukları yatmaya göndermişlerdi. Ben ve kardeşim nuri çadırın bizim olan yarısında galip amcaların kızı melike diğer yarısında uyuyordu. babamın galip amcanın koluna girerek de olsa onu çadıra getirdiğinde çıkan seslere uyandım ama geri uykuya daldım. Sonra babam annemi çadırın bizim tarafımızda duran köşesine yatırdığında uykum bir daha bölündü. Babam da benim ve çadırın ortasındaki çarşafın arasına yatmıştı.

    Gece ne olduysa uyanmıştım. Büyük ihtimal çişim gelmiştir. Her gece çişe kalkardım. Tam kalkmaya yelteniyordum ki babamın şortunun aşağı sıyrılmış olduğunu ve ortadaki çarşafı babamın omuzlarında doğru gelmiş olduğunu gördüm. Çıplak olan poposu bir öne bir geriye hareket ediyordu. Etrafımı kolaçan ettim. içkiye dayanıksız olan annem ve uykusu ağır kardeşim horul horul uyuyordu. Aslında olanları dikkatle izlemek istiyordum ama yan dönmüş babam ve onun omzuna dökülen çarşaf yüzünden hiç birşey göremiyordum. Yakalanma korkusuyla kıpırdayamamam ve babamın poposuna bakmak istememem nedeniyle gözlerimi kapadım. Böylece seslere daha çok konsantre olabiliyordum. Duydukça da Erekte oluyordum. Babam melike yi mi naciye teyzeyi mi beceriyordu acaba? Meraklanmıştım...

    Babamın işi bittiğinde pijamasını üstüne çekti. birazdan döneceğini anlamıştım. Uyuyor numarası yapabilirdim.

    Ama yapmadım...

    Doğrudan gözlerinin içine baktım "ne yaptığını biliyorum" der gibi. Babam önce bir irkildi. Birşeyler açıklamak için ağzını açıyordu ki sırtımı dönüp yatıyor numarası yaptım. Kızsam mı? kapris mi yasam? Yoksa anneme mi söylesem? Anneme söylersem ailemiz dağılır mıydı? Karasızdım. Tüm bunları düşünerek uykuya daldım.

    Ertesi sabah kimse uyanmadan kalkmıştım. Sabah erkenden henüz sahilde kimse yokken denize girmeyi seviyordum. belime havluyu sararak şortumu mayo ile değiştirdim. Kumsaldan denize doğru gidiyordum ki arkamdan babam koşturdu. Gözlerinin altı çökmüştü geceden bu yana uyumamış olduğu her halinden belliydi. "sen artık erkek adam oldun. Erkek adamlar sır tutar" vb. şeyler söylemeye başlamıştı ki daha fazla dinlemedim döndüm arkamı denize gittim. Babam gözümde küçülmüştü. Omurgasızlaşmıştı. Ben yüz vermedikçe onun daha çok ezilmesinden tuhaf bir zevk alıyor gibiydim. Bir süre sonra naciye teyze denize geldi. Üçgen şekildeki bikinisi büyük memelerinin yalnızca yarısını kapatabiliyordu. Açıkta kalan kısımların beyazlığı geri kalanı hakkında fikir veriyordu. Sabahın erken saatlerinde buz gibi olan suyun etkisi ile ürperdiğini, tüylerinin diken diken olduğunu ve göğüs uçlarının belirginleştiğini seçebiliyordum. Gözlerini gözlerime dikmiş kendinden emin bir şekilde geliyordu. "Dün gece gördüklerin aramızda kalması için ne istersen yaparım" dedi.

    "demek melike değilmiş naciye teyzeymiş. Acaba ne kadar zamandır birlikteler? Anneme bunu nasıl yaptılar?" şeklinde düşünceler zihnimi işgal ediyordu. Teyze bildiğim bu kişiye "orospu, fahişe, kaltak" diye bağırıp hakaret etmek istiyordum. Tüm bu düşünce buhranı içinde ağzımdan tek kelime çıktı.

    "Meme"

    Naciye teyzenin Dudakları sağ yana doğru asimetrik şekilde kıvrıldı. Gülümsüyordu. Elde etme, kafalama, kendine güvenme, küçük görme ve kendini beğenme ile karışık bir gülümsemeydi bu.

    "babasının oğlu" dedi elleri bikinisine giderken. birkaç saniyeliğine bikinisini yukarı kaldırdı ve bende bıraktığı etkiden memnun bir şekilde arkasını dönerek sahile yüzdü.

    O birkaç saniye yeni bir dünyayı keşfetmiştim. Ne güzel bir şeydi meme. Yuvarlak. Estetik. Bakmaya ve ellemeye güdüleyen. Cezbedici. Bizim zamanımızda internet yoktu. Dergiler vardı. Dergilerde bundan daha estetik olanlarını da görmüştüm elbet ama. Bu canlıydı karşındaydı. Bir de aileden bildiğim bir kişinin memeleriydi. Kendimi yasak meyveyi yemiş gibi hissediyordum. doğal olarak erekte olmuştum...

    Tatil dönüşü babamın aylardır yalvarmama rağmen almadığı 18 vites bisikleti hediye etmesiyle tatilde hayatının dersini aldığımı anladım. Bilgi güçtü. insanların zayıflığını/hatalarını/korkularını bilmek ise getirisi olan karşı konulamaz bir güçtü.

    Babamla çadırdaki geceyi hiç konuşmadım. Elimdeki kozu sürekli hatırlatarak onu bezdirmek istemiyordum. Gerçekten gerekli olursa kullanacaktım. Ayrıca ben mesafeli durdukça ve babam benden çekindikçe naciye teyzeyi daha fazla bana itiyordu. Naciye teyze pasta börek yapıp beni çağırıyor. Çay doldururken göğüs dekoltesinden memelerini dikizlemem için fırsat sunuyordu. Ara ara memelerini okşamama izin veriyordu. Hatta bir kez emmeme bile izin vermişti.

    Son zamanlarda beni kızı melike konusunda cesaretlendiriyordu. Melike'nin benden hoşlandığını söyleyerek beni ince ince işledi. Bir gün beni eve çağırdığında memelerini açtı ve okşamamı istedi. Şaşırmıştım. Çünkü genelde ben ısrar ederdim. ilk kez kendiliğinden izin veriyordu. Melike'nin banyoda olduğunu söylerken beni ilk kez dudaklarımdan öptü. iyice erekte olmuştum patlama noktasındaydım. Bunu anladığında "ben bir anne bakayım geleyim seni merak etmesin. Sen de sakın ha anahtarı yok diye kapı deliğinden melikeyi izleme" dedi. Mesajı almıştım. bir an bile düşünemedim. Şartlanmış bir şekilde banyo kapısına doğru ilerledim. Ne Giriş kapısından banyo kapısının görüldüğünü ne de naciye nin kapıyı kapatmadığını farketmedim bile. Kapı deliğinden melike nin tazecik vücudunu körpecik memelerini izliyordum.

    Elimin kasıklarımda olduğunu annemin evhamlı çığlığı ile farkettim. "oğlum napıyorsun sen?"

    bu kelimelerle başladı annemin günler süren psikolojik çöküntüsü, naciye teyzeden durmaksızın özür dilemeleri, onun yanında ezildikçe naciye teyzenin kırılgan ama affedicilikle yoğrulmuş mağrur tavrı, bana "melike nin kardeşim sayıldığı" yönündeki öğütler...

    Elimdeki koz gitmiş hatta zararlı çıkmıştım. Bu saatten sonra naciye teyze ile babamın yediği haltı anlatsam bile inandırıcı olmayacağını biliyordum. Artık "küçük sapık" muamelesi görüyordum. annemler yattıktan sonra tv'de film bile izliyor olsam nöbetleşe annem ve babam gelip porno film izleyip izlemediğimi kontrol ediyorlardı. Babam bile rahatlamıştı. Hayatımın ikinci dersini almıştım. elindeki kozu kaybedersen eskisinden de beter olursun!

    Gözüm erken açılmıştı fırsatları kollamayı öğrenmiştim. Bir sürü hakkım cezam nedeniyle kaldırılmış olduğu için mecburiyetten odamda ders çalışıyordum. Bu beni bayağı geliştirmişti. Orta 3 ün ilk sınavları geldiğinde önümde oturan ve matematikten hiç anlamayan asu'ya kopya veriyordum. Asu yıllardır zayıf gelen matematik dersinden ilk kez 4 almıştı. kaz gelecek yerden tavuk esirgmeyen asu sonraki sınavlarda kopya vermemi garanti altına almak için benimle yakından ilgileniyordu. geometri sınavından önceki gün. "Yarınki sınava hiç çalışmadım sana güveniyorum" dedi. "gönlümü yaparsan neden olmasın" demiş oldum. Nasıl olacağını sorunca onu dudaklarından öpmek istediğimi söyledim. "saçmalama" dedi. Ama önerimi düşündüğü gözlerinden belli oluyordu.

    "Sadece bir öpücük ileriye gitmek yok" denilerek başlayan stratejik ortaklığımız asu nun teşekkür almasını benim de kadın vücudunu tanımamı sağladı. Yaklaşık 6 ay devam eden stratejik ortaklığımız Bana "kazan kazan" stratejisiyle de sonuca ulaşılabileceğini öğretti. ayrıca teklif etmek kötü birşey değildi. sen önerini sunuyor karşı tarafın cevabını bekliyordun. kötü birşey yoktu. fırsatları değerlendiriyordum sadece.

    Ortaokul bitiminde asu nun babasının tayininin çıkmasıyla yine abaza günlerime döndüm.

    Lise dönemindeyken annem dayımın düğün hazırlıkları için köyümüze gitmişti. Ben de annemin yokluğunu fırsat bilip eve geç geliyordum. Bir gün eve erken gelesim tuttu. Kapıdan girip de converse leri gördüğümde nuri nin eve kız attığını anladım. "Sarılmış romantizm yapıyordur salak içeri gireyim de korkutayım" diye düşündüm. Odasının kapısını açıp girdiğimde ikisinin de üstleri çıplak altlarında kotları olduğu halde seviştiklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde korkudan ölecek gibiydiler. Yanakları acaba panikten mi kızarmıştı yoksa biraz önce yaşadıklarından mı? kızı tanımıştım arka apartmandaki komşunun tombul kızıydı nuri ile aynı sınıfta okuyorlardı. nuri "abi ocağına düştük. Kimseye söyleme" diye yalvarmaya başladı. Ulan kimseye söyleyeceğim yoktu zaten ama onlar bu kadar tırstıkça kötü reflekslerim harekete geçiyordu. Ben umursamamaya çalıştıkça nuri ısrarla özür diliyordu. Gaza geldim. Fırsat bu fırsat deyip nuri yi omuzlarından tutup ayağa kaldırdım. Elimin tersiyle bir tokat attım ikisinin de korkusu panik derecesine ulaştı. Kolundan tutup dış kapıya doğru sürüklerken "siktir git lan parkta beni bekle. O zamana kadar yediğin boku düşün. Ben (içerdeki orospuyla) konuşup geliyorum" dedim.

    Nuri ikiletmedi. Odaya geri döndüğümde kız üstünü giymeyi bile akıl edememişti. Bıraktığım gibiydi. eminim ki kılını bile kıpırdatamamıştı.

    - çömez bir hatun - check
    - o hatunu korkutacak koz - check
    - süreci doğru yönetirsen herkes için (öncelikle ben tabi ki) kazan-kazan olması - check
    - iş üstünde basılma riski (çok düşük) - check

    ilk checklistimi zihnimde gözden geçirirken yüzümde şeytanca bir gülümseme belirmişti. Daha doğrusu bunu farketmemiştim. ilknur un gülümsememden korkarak çarşafın altında büzülmesi ile olmayacak zamanda gülümsemenin bağırmaktan daha korkunç olabileceğini öğreniyordum.

    ilknur a yaşının daha küçük olduğu, cinsellik için erken olduğu, ailelerin bunu duyması sonucunda kötü olaylar yaşanabileceği vb. konularda nasihat verebilirdim. Bunu yapmak yerine hayatımın ilk ters ilişki deneyimini yaşamayı tercih ettim. Benim için zevk olan tecrübe ilknur için acı doluydu. Aynı olaya farklı gözlerden bakıldığında sonuçlar da farklı oluyordu. Hayat çok tuhaftı.

    Lisedeki kalan 1.5 senede zaman zaman ilknur ile birlikte oldum. Artık nuri ile kaçamak yapmalarına da bir şey demiyordum. ilknur hem nur iyi hem beni idare ediyordu ama hiç de pişman değildi. Ben de aynı şekilde kardeşine destek olan, sırrını tutan "kral ağbi" rolü ile "kayan ağbi" rolleri arasında gidip gelmekten sapıkça bir zevk alıyordum. Bu durum lise bitene kadar devam etti.

    Zamanla ilknur boy attı ve kilo verdi. Gerçi tombul bir kızken bile iyi iş görüyordu. Bu süreçte ağzını, dilini ve ellerini öyle bir kullanmayı öğrenmişti ki o zamandan bu zamana bu kadar iştahlı oral seks yaşamamıştım. Bu da bir dersti. Beklenmedik insanlardan sürpriz faydalar sağlayabilirsin. Elinden koz varsa çirkin/güzel demeden kullan. Hem ben adil bir adamdım. Çirkin diye ayrımcılık yapamazdım.

    Ortalama bir şehirde ortalama bir üniversiteyi kazanmıştım. Aslında kız arkadaşlarım da vardı. Kızları elde etmeyi de öğrenmiştim. Strateji kurabiliyordum. Bazen yaklaşıp bazen uzaklaşıyor, tuhaf hallerimle onları mutsuzluğa itiyor, sonra şefkatli sevgili rolünü oynuyordum. Birisiyle beraberken en güzel şey başka bir kızın peşinden koşmaktı. mevcuttakine yakalanacağım elde etmek istediğime çaktıracağım korkusu, yenisini elde edip edemeyeceğimin belirsiz olması tuhaf bir zevk veriyordu. Eski kız arkadaşlarımda deneme yanılma yöntemiyle edindiğim taktikler işe yaramadıkça her kıza aynı taktik yapılmayacağını kızın karakterine göre taktikleri rötuşlamam gerektiğini de öğrenmiştim.

    Bir gün proje ödevi ile ilgili hocaya bir şey sormaya gidiyordum ki aralık kapıdan enteresan bir konuşmaya şahit oldum. Hocanın sesiydi "sen kariyerini yakmak mı istiyorsun nuran? işsiz kalındığında iş bulmak ne kadar zor biliyor musun? Sana bir şey olursa annen ve kardeşine kim bakacak? Hadi yüksek lisans tezinde intihal yaptın bir şey demedik. Seni koruduk kolladık. Mutlu ettik. Sen de canımız istediğinde bizi mutlu edeceksin."

    "Vay amk. Hocaya bak. Asistanın pompacısı olmuş" diye düşündüm. Tıpkı yıllar önce babamın gözünün içine baktığım gibi gözlerinin içine dik dik bakmak istedim. Kapıyı bile vurmadan içeri girdim.

    işte bu anı çok seviyorum. Panik, korku, konuşulanların duyulmadığına dair umut, şüphe, evham, iyi görünme çabası, mahzunluk çaresizlik yok yok anasını satayım. Tabi bunların hepsi nuran'dan okunanlardı. Hoca nispeten daha rahattı. Gözlerinden okunulduğu kadarıyla ne duyduğumu anlamaya çalışıyor, duymuş olsam bile sonuçlarını / sonraki adımları / nasıl inkar edeceğini hesaplıyordu.

    Hoca atarlandı. "nasıl öğrencisin sen. Kapı çalınmadan hocanın odasına girilir mi? bir şey konuşuyoruz duymadın mı?" Fırçayla karışık olta atıyordu. "duydum hocam duydum. Hatta duymam gerekenden fazlasını duydum. Yürüyün nuran hocam daha fazla burada durmayalım" dedim. Bir ipte cambazlık yapıyorsanız tek dostunuz kendinize olan güveninizdir. Hoca kalakaldı. Asistan Nuran kuzu kuzu beni takip etti. Daha sonra söylediğine göre gözlerimdeki ifadeden korkmuştu. Okuldan çıkıp yürüdük. Yalnız kalacağımız bir yerde konuşmak istiyorduk. Bir parkta durduk. Nuran hoca gözleri dolu dolu anlatıyordu. Yüksek lisans tezi sırasında Turgay hoca danışman hocasıymış. Araları o dönem iyiymiş hatta hoca ev ziyaretine gelip annesi ile tanışmış. Yüksek lisans tezini hoca vermiş ve son kontrolü o yapmış. sonra tez savunması başarılı geçmiş. Nuran hoca doktoraya başlayarak asistanlığa devam etmiş. 1 yıl sonra yüksek lisans tezinde bir konuya bakarken alıntı yaptığı halde kaynak belirtmediğini anlamış. Nasıl düzeltebiliriz şeklinde danışmak amacıyla turgay hocaya gitmiş. Turgay hoca "bu artık yayınlandı ve bir kopyası yök'te. aman kimse duymasın yoksa intihal nedeniyle akademik kariyerin biter" demiş. Kendi ellerimle kendimi yaktım diye devam etti nuran hoca. Bu olaydan sonra turgay hocanın kendisine olur olmaz işler yaptırdığını, üzerindeki baskıyı artırdığını, zamanla tacize başladığını, en son da birlikte olmaya zorladığını anlattı. "Biliyor musun onunla birlikte olduğumda ben daha bakireydim" dedi. O günden beri kendinden nefret ediyormuş ama ailesine bakmak zorunda olduğundan işini bırakamıyormuş. Son 1 yıldır üniversiteye yakın ev tuttuğunu, bu evde birlikte olduklarını üzerinde her türlü fanteziyi denediğini artık bıktığını ama doktora tezini vermeyi beklediğini sonra başka bir üniversiteye geçeceğini anlattı.

    Usulca dinledim. Sonra birkaç soru sorup ayrıntıları aldım. Tuttuğu evin anahtarının bir kopyası olduğunu, genelde Perşembe akşamları 18:30 da buluştuklarını, önce kendisinin eve gittiğini arkasına hocanın geldiğini, hocanın ailesine tezsiz yüksek lisans olduğunu söyleyerek diğer günlerde olduğu gibi saat 22:00 civarı evine gittiğini, hocanın değişik fantezilerinin olduğunu ve kendine lise üniforması giydirdiğini öğrendim.

    Bugünden sonra belki korkar seni tekrar aramaz ama ararsa bana haber ver dedim. ilk perşembe aramadığını sevinçle haber verdi bana nuran asistan. Bunu okula yakın bir barda birer bira ile kutladık. ikinci hafta Perşembe günü öğle sonu kantinde otururken nuran yanıma gelmişti. Yüzü düşmüştü. "ben bu beladan kurtulamayacağım. Benim kaderim bu" dedi. Sakin olmasını ve dediklerimi harfiyen uygulamasını söyledim.

    Bu sefer hocayla tecavüz fantezisi yapacaklardı.

    Nuran'ın "bugün değişik bir şey yapalım. bana zorla sahip olun. Ben direneceğim. bugün de böyle olsun" dediğini yan odadan duymuştum.

    Ben Kamera kaydına başladığımda nuran "hocam bu kez son değil mi? yeter artık dayanamıyorum" diyordu. Hoca nuran'ın üzerinde gidip gelirken "ben istediğim kadar devam edecek. Benimsin" diyordu. Nuran'ın yalvarmaları arttıkça hoca kendini rolüne fazla kaptırdı. Gittikçe hoyratlaşıyordu. Nuran'a tokat atıyor, küfür ediyor, ısırıyor nuran'ın acı içindeki çığlıklarının zevk çığlığı olduğunu düşünerek sapık fantezisini iyice abartıyordu.

    Hoca işini bitirip sırt üstü yatana kadar kayda devam ettim. Hoca üzerinden kalkana kadar nuran'ın ne halde olduğunu anlamamıştım. Nuran'ın vücudunun bazı kısımlarında morarmalar başlamıştı. Bu görüntü bana bile ağır gelmişti. Daha fazla dayanamadım. Evden dışarı çıktım. Hızlıca hareket ettim. Eve gidip görüntünün bir kopyasını taşınabilir belleğe attım. Cd ye iki kopya aldım. Bir kopyasını zip'leyip şifreli bir şekilde internetteki bir sitede sakladım. Sonra kopya cd lerden birini ve kamerayı alarak hocanın aşk yuvasına geri döndüm.

    Apartmanın girişinde oyalanırken düşünüyordum. "kötü biri olmanın okulla, yaşla ya da kariyerle alakası yoktu. Kötü biri olmak kötülük yapmaya fırsat bulmakla alakalıydı. O fırsatın cazibesine takılan herkes 'iyi' olmaktan çıkabilirdi. Belki de tam tersi doğruydu. 'iyi' olan insanlar kötülük yapmaya fırsat bulamayanlardı."

    Normal şartlarda hocanın 21:30'a kadar kaldığını öğrenmiştim. Ama bugün performansından memnun kalmış olacak ki her zamankinden bir saat önce apartmanı terk ediyordu. Geri dönebileceğini düşünerek 15 dakika daha bekledim. Bu sürede nuran da dışarı çıkmayınca ben eve yöneldim. Dış kapıyı açıp da içeri girdiğimde dağınık bir oda, gelişigüzel atılmış birkaç tane prezervatif, kan ve sperm izlerinin bulaştığı bir çarşaf ve her ne kadar bakmak istemesem de nuran'ı gördüm.

    Sırt üstü yatmıştı, sağ ayağı dümdüz uzanıyordu, sanki ritim tutuyor gibiydi bir sağa bir sola hareket ediyordu. Sol ayağı basenden dize kadar dışa doğru çıkıktı izden kırılarak sağ ayağa doğru yaklaşıyor nedeyse bir üçgen oluşturuyordu. Basenlerinin iç kısımlarına ve kadınlığının den geldiği yerdeki çarşafta açık renk kan izleri vardı. Göbeğinde ve göğüsleri üzerinde terle karışık sperm izleri vardı. Göğüsleri ve boynundaki morluklar bariz belli oluyordu. Yüzü; ağlamaktan, akan makyajından, terden ve spermden ötürü korkunç gözüküyordu. Ayrıca yediği tokatlar nedeniyle göğüslerindeki ve boynundaki kadar olmasa da açık renk bir morarma söz konusuydu. Ağlamaktan kızarmış gözlerini tavana dikmiş kırpmadan bakıyordu. Geldiği mi fark etmedi mi umursamadı mı anlamadım. Yanına gitmek için adım atıyordum ki midemde kaynayan volkanın harekete geçtiğini anladım. Kendimi tuvalete zor attım. Bir süre kustuktan sonra çıktım. Odaya girdiğimde nuran aynı halde duruyordu. Ritim tutuyormuş gibi bir sağ bir sola hareket eden sağ ayağı haricinde kıpırdamıyordu. Yanına gittim. Başını kendime doğru çevirdim. Şokta gibiydi. Bakıyor ama görmüyordu.

    Doğrulttum. Koluna girdim. Banyoya götürüp küvete uzanmasını sağladım. Duş başlığından suyu akıtarak su ılıyana kadar bekledim. Sonrasında üzerine su tuttum. bir süre bekledikten sonra küvetin gider kapağını kapadım. Küvet ılık su dolana kadar bekledim. Sabun bezi yardımıyla nuran'ın vücudunu sabunladım. Omuzlarına masaj yaptım. Sanki ılık su gözlerindeki donukluğu da çözmüştü. Şoktan çıkıp kendine geldiğinde kafasını kaldırım yüzüme baktı. Sonra hıçkıra hıçkıra çocuk gibi ağlamaya başladı. "Geçti. geçti. Bir daha yanına yaklaşamayacak" diye teselli ettim. Her an Kırılacak bir dal gibi geldiğinden midir yoksa ateşi körükleyip hocayı iyice azdırmam nedeniyle nuran'ın durumundan kendimi sorumlu tutmamdan mıdır bilinmez gözlerim gözyaşlarımı daha fazla zapt edemedi. Beraberce ağladık.

    Sonra kaldırdım onu kapı arkasındaki havlu temiz mi diye umursamadan ona sardım. Nuran'ın da havlunun temizliğini umursadığını sanmıyordum. Yavaşça kuruladım. Bir annenin yavrusuna davrandığı gibi onu incitmemeye çalışıyordum. Nuran'ı banyodan çıkarıp küçük odaya geçirdim çekyatın üstüne yatırdım. içerideki yatak daha rahattı ama nuran'ın yaşadıklarını hatırlayıp şoka girmesi riskini göze alamazdım. Çantasında kremi olup olmadığını sordum. Evet deyince kremi alıp morluklar üzerine sürmeye başladım. Yaptığımın morluklara bir faydası olup olmayacağını bilmiyordum ama nuran için bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum ve elimden bir tek bu geliyordu. "Uyu istersen" dedim yanından kalkmaya yeltenirken "gitme" diyerek sarıldı. "yanımda yat" dedi. Yanına uzandım. Banyoda kotum ıslanmıştı. "Kotumu çıkarabilir miyim?" diye sordum. Bir şey demedi. Kotumu ve üzerimdeki gömleği çıkardım üzerimde sadece boxer olduğu halde yanına uzandım. O ise çıplaktı. Sırtı bana dönüktü. Arkadan onu sardım. Tenim tenine değdiğinde küçük bir çocuk gibi iyice sokuldu bana. Elleriyle onu sardığım kolumu tutup, için için ama sarsılarak ağlıyordu.

    O gün kendime şaşırdım. Bütün akşam karşımda çıplak bir kadın olmasına rağmen en ufak bir ereksiyon kıpırtısı bile yaşamamıştım. Bu nuran'a acıdığım için mi böyleydi? Yoksa son yıllarda cinsel tecrübemi artırdığım için miydi? Sebebini bilmiyorum . Bu arada "tenin ilaçtır" sözünün ne derece doğru olduğunu anladım. Sabah ben günahlarımdan, Nuran da kötü anılarından kurtulmuş şekilde uyanmıştık.

    Gözümü açtığımda bana gülümserken buldum onu. Ben de gülümsedim. "sen çok iyi bir insansın" dedi. "ben sandığından çok daha kötü bir insanım" diye karşılık verdim. "inanmam" dedi. Bunu öyle bir imanla söylemişti ki ben bile bir an acaba iyi bir insan mıyım diye düşündüm. "Madem gaza getirdin dur sana bi kahvaltı hazırlayayım" diyerek ayağa kalktım. Ayağa kalkıp da hadi sen de kalk der gibi elimi uzattığımda yatakta çıplak bir kadın olduğu hatırladım. Utandım başımı başka yere çevirdim. Akşamdan çıkardığım gömleğim vardı onu uzattım. Giyindi. Süper mini bir eteğin kapatacağı kadar kapatmıştı bacaklarını. üstten iki düğmeyi açık bıraktı. Dönüp baktığımda çok seksi geldi bu hali. "Ulan gerizekalı biraz önce yanında çıplaktı o zaman göğüslerin tamamına bakmadın da şimdi bir kısmını görüp etkileniyorsun" dedim kendi kendime. Elele tutuşarak holden mutfağa doğru yürüyorduk ki dün geceki olayın yaşandığı yatak odası önünde kala kaldığını gördüm. Yavaşça kapıyı kapattım "unut bu odayı, bugün bitecek" dedim. Mutfağa geçtik bir sandalyeye oturttum onu. Buzdolabına baktım tamtakırdı. Tekrar odaya döndüm kotu giydim. Üzerime alacak bir şey var mı diye bakındım ama yoktu. Mutfağa döndüm. "bakkala gideceğim de gömleği..." diyebildim. "beni soymak mı istiyorsun?" dedi. "yok ben şey bakkala çıplak gitmeyim..." diye saçmalarken çok aptalca göründüğümü nuran'ın da bana güldüğünü fark ettim. Ayağa kalktı gözlerini gözlerimden ayırmadan tek tek gömleğin düğmelerini açtı. Gömleği bana uzatırken kızardığımı hissediyordum. "hemen geliyorum" dedim. Bunu derken sonunda yutkunmasaydım iyiydi ya yapmış oldum bi kere. Cebimdeki para 4 yumurta 1 ekmek, 2 üçgen peynir, 1 margarin ve bir kutu poşet çay almaya yetti. Hızlıca yukarı çıktım.

    Kapıdan girdikten sonra gömleği çıkardım tahmin ettiğim gibi üzerine bir şey almamıştı. Bu sefer ben gözlerini gözlerinden ayırmadan uzattım gömleği. O da yavaşça giyindi. Oynadığımız oyun ikimizi de keyiflendirmişti. "Biliyor musun? Ben annemle kız kardeşimin yanında bile üzerimi değiştirmem. iç çamaşırlarımla görsünler istemem. Ama senin yanında utanmadığımı fark ettim. Bilmiyorum belki de beni en kötü halimle gördüğün içindir bu belki de sana güvendiğim içindir" dedi. Kendimle gurur duymuştum...

    Yumurtaları kızartıp sallama çay ve peynir eşliğinde yaptığımız kahvaltıyı şimdi bile hatırlıyorum. Çanakkale savaşı öncesi üzüm hoşafı ve ekmek yiyen askerler gibi onurlu ve gururlu hissettik kendimizi. Yokluğu paylaşmanın varlığı israf etmekten zevkli olduğu zamanlardandı.

    Kahvaltıdan sonra nuran'a sağlık raporu aldık. Hemşirenin morlukların sebebi benmişim gibi beni kesmesi biraz gıcık etmişti ama. Annesine telefon açıp kongreye gideceğini bir hafta olmayacağını söyledi. benim öğrenci evine geçtik. Ev arkadaşıma 1 hafta başkasında kalmasını söyledim.

    Sonra okula doğru yürümeye başladım. Adım adım hesaplaşmaya gidiyordum. Birazdan kuracağım cümleleri düşünüyordum. dik dik konuşup aynı şekilde hocanın gözlerinin içine mi bakacaktım? Tehdit mi edecektim? Sinirli mi yoksa şeytanca gülümseyen tavrımı mı takınacaktım? Blöf yapıp kıvranmasını mı seyredecektim? Kurbanına hangi aletle işkence edeceğine karar veremeyen cellat huzursuzluğu yaşıyordum.

    Okula geldiğimde direkt odasına çıktım.

    Kapıyı vurmadan girdim. Bilgisayar başında oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu Yüzüme küçümser bir tavırla baktı. "Şimdi meşgulüm sonra gel" dedi. Elimdeki cd yi yukarı doğru kaldırarak masasına doğru yanaştım. Masanın önündeki sandalyeye kurulurken Cd yi yavaşça masaya bıraktım. "Nuran hoca bunu izlemeni istedi" dedim. Nuran'dan bir şey aldığını bilmek merak uyandırmıştı. Kamerada kendini nuran'ın üzerine abanmış halde görünce panikledi. "Sesini kıs" dedim emredici bir şekilde. Panikle sesi kısmaya çalıştı birkaç saniye sonra gerçekleştirdi. Elleri titriyordu. "Nasıl eserinden memnun musun? Kız 1 hafta rapor aldı. Her tarafı morardı" dedim. Bir şeyler söylemek kendini savunmak istiyordu ama yaptıklarını telafi edecek bir söz yoktu. O özür için çırpındıkça sözünü hiç kesmedim. Acı içinde kıvranmasını belli belirsiz bir tebessümle dinledim. Hareketlerimde hocayı sinir ediyor daha fazla paniğe sürüklüyordu. Sıkıldığımda sözünü kestim. "Şimdi sana ne yapman gerektiğini söylüyorum" diyerek başladım. "öncelikle nuran'ı unutacaksın. tez danışmanlığından ayrılacaksın. Senin ayak işlerini yapması için başka bir asistan isteyeceksin. Nuran ile hiçbir şekilde iletişim kurmayacaksın" diye devam ettim. Gözünden yaşlar geliyordu. Ne desem kafa sallıyordu. Uslu bir bobi olmuştu. "Söz ne dersen yapacağım söz. Bir daha rahatsız etmem" diye sayıklıyordu.

    "Son olarak yaptıklarının bedeli olarak haftaya cumaya kadar 130 Bin TL hazırla" dedim. "çok para. nasıl bulurum? Biraz indirim yap. Biraz süre ver" şeklinde biri dizi talebini umursamaz bir şekilde dinlemenin hazzını size anlatamam. Hayattaki roller ne kadar kolay değişebiliyordu. Bu olay olmasaydı. Belki de ben sınav kağıdımı 5 puan artırsın diye yalvarıyor olacaktım. "bu parayı yardım olarak vermiyorsun, bu parayla özgürlüğünü satın alıyorsun" dedim. Sonra hocayı çıldırtan bir yavaşlıkla ama kendimden emin bir şekilde doğrularak çıktım ve kapıyı ardımdan çarptım.

    işler beklenildiği ve olması gerektiği gibi gitti. hoca dersini almış, harfiyen uyguluyordu. Hoca nuran'ın tez danışmanlığından ayrıldı. Nuran'ı başka bir hocaya asistan yaptılar. 130 Bin TL'yi teslim aldık. 110 Bin TL'si ile Nuran'a üniversiteye yakın mütevazi bir ev aldık. Artık ailesine bakma baskısını daha az hissedecekti. 20 Bin TL'si çeşitli masraflara, bakım ve onarıma ve eşyalara gitti. nuran'ın raporlu olduğu 1 haftalık süreçte başlayan yakınlığımız gittikçe arttı. Adını koymamıştık ama beraber olmaktan mutluyduk. Ben de hayatımda ilk güvenilen ve iyi biri olduğumu hissediyordum. Yaptıklarımla gurur duyuyordum.

    Ama bazen Dinsizin hakkından imansız gelir derler ya işte o imansız ben olduğumu hatta Hoca kötüyse kendimin şeytanın ta kendisi olduğum düşünüyordum. Böyle düşündüğüm zamanlarda hocaya hırsımın henüz geçmediğini anladım. Okulda ara ara koridorda karşılaştığımızda, daha doğrusu o beni görsün diye onun karşısına çıktığım zamanlarda onun kanının çekildiğini, yüzünün bembeyaz olduğunu, panikle yolunu değiştirdiğini görmek bana zevk veren küçük oyunum olmuştu. Dönem dönem yaşattığım bu sancılar da beni kesmez olmuştu. Bir gün hocanın yanında lise üniformalı bir kız olduğu halde merdivenlerden indiğini gördüm. Yanına gittim. "Hocam nasılsınız?" dedim "iyiyim" derken tedirgindi. Kıza doğru baktığımı görünce "kızım ayla" diye açıklamak zorunda hissetti. Ayla'nın gözlerinden gözlerimi ayırmadan "hocam çok güzel bir kızınız varmış" dedim. Ayla Kendinden büyük bir erkek tarafından beğenilen liseli kız tepkisi verdi. Hoşuna gitmişti. Hoca ise kızına gülümsememle büyük bir huzursuzluk duydu.

    Onun benden huylanması mıydı beni motive eden yoksa yaptığının cezasını almadığına dair adalet inancım mı bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şe var ki bu liseli kızı arzulamıştım. Nuran ile sevişirken bile onu düşünür olmuştum. Hatta birinde kendimi çok kaptırmış ve hırçınlaşmıştım ki nuran beni durdurmak zorunda kaldı. Bu dürtü beni kemiriyordu. Hoca yaptıklarının cezasını çekmeliydi. Tanrının gazabı olan ben bu cezayı yaşatmalıydım ona.

    Ayla'nın üniforması ile aynı üniformayı kullanan üniversiteye yakın bir lisenin önünde ayla'yı bekliyordum. Bir süre sonra arkadaşlarının yanında onu gördüm. Okuldan çıkmış üç kız yürüyorlardı. Yaklaşıp selamlaştım. Ayla'da beni gördüğüne sevinmişti. Bir süre beraber yürüdükten sonra ayla'nın yanındaki iki kızın bizden ayrılmasıyla daha derin daha eğlenceli bir sohbete daldık ayla ile. Sonrasına ayla ile telefonlarımızı birbirimize verdik ve evlerinin önünde ayrıldık. Ayla'ya babasına (turgay hoca) selamımı iletmesini söyledim. Kızıyla ilgilendiğimi bilmesini ve başına geleceklerden korkmasını istiyordum.

    Ertesi gün dersteyken bir öğrenci beni turgay hocanın çağırdığını söyledi. kapısını çalmadan lakayt bir şekilde odasına giriyordum ki benim yakamdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Kapıyı kilitledi ve konuştu "bana bak. Ben iyi bir insan değilim. Yaptıklarımdan pişmanım ve cezamı çekiyorum. Elinde koz var bana ne istersen yapabilirsin. Ama kızımdan uzak dur. Yoksa yemin ediyorum. Yaşatmam seni".

    Bu konuşmadan farklı bir şey öğrenmiştim. Mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şey yoktu. insanlar bazı insanlara kötülük yaparken diğerlerine karşı şefkatli ya da fedakar olabilirlerdi.

    yine de hocaya olan hıncım geçmemişti. Hoca yine yerini bilmemişti. Ona bir ders gerekiyordu. Ömrü hayatınca unutamayacağı bir ders...

    birkaç hafta sonrasıydı. Kızın bedenine uygun bir iç çamaşırı aldım. Tam da noktasına birkaç damla kan damlattım. Akşam tezsiz yüksek lisans dersinin bitmesine yakın bir zamanda (21:30 civarı) bir poşet içinde paket yaparak hocanın kapısına astım. Hoca dersten çıktığında bir alt katın merdiven boşluğundan onun odasını kesiyordum. Hoca hediyemi gördü alarak odasına geçti, kapıyı kapattı. Birkaç saniye sonra "hayııııırrrrrrrrrrr" şeklinde çığlığını duydum. Benim için operasyon tamamlanmıştı. Zevkten dört köşe bir şekilde okuldan dışarı çıktım. Fakülteden ana caddeye çıkana kadar yürümem gereken birkaç yüz metrelik yol vardı. Ağaçlarla çevrili ve bu saatte yer yer karanlık olan yolda hilal olan ayın ışığında keyifli bir şekilde yürüyordum. "seeeennnnn" diye bir haykırış duydum dönmemle soğuk metalin karnımdan içeri doğru süzüldüğünü hissetmem bir oldu.

    Hiç bıçaklandınız mı bilmiyorum ama bıçak derinizi ilk kestiği anda bir acı hissedersiniz. Bu acıyla kasılırsınız bıçak vücudunuzdan içeri doğru ilerledikçe farklı bir acı hissetmezsiniz. Çünkü olan biteni algılayamamış anlamdıramamışsınızdır. Birkaç saniye sonra kesilen iç organlardaki kan dışarı çıktığında ve iç organlarınız doğrudan hava ile temas ettiğinde yanmayı duyarsınız. Bıçak sokulduğu yerden çıkarıldığında sanki etiniz tırnağınızdan ayrılıyordur.

    işte bu kadar! birkaç dakikalık kan kaybım sırasında hayatıma dair gözümün önüne gelenler bunlar. Pek de matah bir hayatım olmamış. Kan kaybımı durdurmam lazım ama elimizi üzerime koydum. T-shirt ümü kesilen yere doğru tampon yapmaya çalıştım ama nafile.

    Bugün yeni bir ders almıştım. kapana kısılan kediyi yeterince sıkıştırırsan seni tırmalardı. Tırmalamıştı pezevenk ama ne tırmalama delmişti beni orospu çocuğu. Hem de kantincinin ekmek bıçağı ile delmişti. "madem kediyi iyice sıkıştırdın arkanı niye dönüp gidersin be adam! bu da bana ders olsun" dedim kendi kendime. Sonra dediğimin saçmalığına bakarak güldüm. bu son gülüşüm müydü acaba?

    Kan kaybım arttı. Ayaklarım uyuştu. Üşüyorum. parmak uçlarım soğumaya başladı. Ölüm ürperterek geliyormuş. Şimdi şehadet mi getirsem acaba? Hıh kimi kandırıyorum? Yıllardır alnım secdeye değmedi. Bulduğum her fırsatta her türlü piçliği yaptım. Allah'ım canımı al n'olur. al canımı. Yoksa sen de biliyorsun. Yaşarsam sikeceğim o kızı...

    ----------- son ---------

    diğer hikayelerim (bkz: the barz/#18577774) kurgu hikaye kısmında
    11 ...
© 2025 uludağ sözlük