entry: bu tasavvur gerçek olsa bile türkiye ipleri elinden bırakmamalıdır.
sscb döneminde bile rusların orta asyadaki petrolü işleyecek tesisleri rus topraklarına kurduklarını duymuştum.
bu örnekte olduğu gibi olur da bu suni birliktelik kurulursa muayyen bi tarihte dağılabileceği hesaba katılıp stratejik tesislerin vatan topraklarında kalması sağlanmalıdır. söz gelimi petro kimya tesislerinin musul ve kerkük te kurulması yerine iskenderunda kurulması elzemdir.
ve olası kürt özerk bölgesi sınırının akdeniz e ulaşmasına izin verilmemelidir. söz gelimi latakia özerk kürt yönetimi elinde olur buraya petrol boru hatları ile petrol taşınırsa çok önemli bir liman kenti haline gelebilir. bu da kendi elimizle kendimize rakip yaratmak olur.
yazımda belirttiğim latakia (lazkiye) konusu bugün selahattin demirtaş tarafından dillendirilmiştir. (karga ağzındaki peyniri düşürdü!)
"suriye'deki kürt oluşumu lazkiye'yi de içine alırsa büyük bir sorun ortadan kalkar." (yani diyor ki kürtler denize açılmış olur!) http://www.haberturk.com/...i-bitti-artik-geri-gelmez
planları türk - kürt konfederasyonu üzerine yapıyorsunuz bu gerçekleşse bile ipleri elinizde tutun!
- petro kimya tesisleri adana / ceyhan'a kurulsun.
- kürtlerin sahip olduğu petrol ve doğalgaz hatay / iskenderun limanından dünyaya açılsın.
- hatay'ın hemen altında olan lazkiye'yi kürtlere bırakmayın! orası suriye nusayri devleti'nin olsun! böylece hem kürtler akdeniz'e ulaşmamış hem de suriye'de yeni kurulacak nusayri devleti ile doğrudan bağlantı sağlanmış olur.
kürtler daha ileri bir gelecekte konfederasyondan ayrılır ve bağımsız olurlarsa orta asya türk devletlerinin ekonomik olarak rusya'ya bağlı olduğu gibi kürtler de ekonomik olarak türkiye'ye bağlı olsun!
uzun vadeli planları kötü ihtimalleri de düşünerek yapın!
"sonra esad 3 ay da düşer" örneğinde olduğu gibi öngörünüz gerçekleşmezse başkalarının götünü yalamak zorunda
kalmayın!
aylar sonra edit:
--- alıntı ----
Ama "Barzanistan"ın ABD'ye sağlayacağı fayda bir yere kadardır. Her şeyden önce denize kapısı olmayan "Barzanistan", yaşamak açısından Bölge devletlerine "mâhkum"dur.
ABD daha en başından bu gerçeği saptamış ve planlamasını buna göre yapmıştır. 1992 yılında hazırlanan bir CIA raporunda bu gerçek olanca açıklığı ile belirtiliyor:
"Irak'ın kuzeyinde bir özerk Kürt Devleti, muhtemelen Türkiye, iran ve Suriye topraklarını kapsayacak bir Kürt devletinin çekirdeğini oluşturabilir. Ancak böyle bir yapı, ayakta kalmayacak, gelip geçici olacaktır. Çünkü geniş bir dağlık alanla çevrili ve en önemlisi denizle kıyısı olmayan bir Kürt devleti, ticaret güzergâhlarına, ticaret ortaklarına ve güvenli sınırlara erişim anlamında komşularına bağımlı olacaktır ve daha sofistike silahlar olmaksızın ve sınırlarına dair uluslar arası güvence olmaksızın savunulması ve yaşaması çok zor olacaktır." (Ömer Özkaya, Amerikan istihbarat Belgeleriyle Kürtler, Pegasus Yayıncılık, 1.b. istanbul, Mayıs 2013, s. 258)
Demek ki ABD açısından tayin edici olan Irak'ın kuzeyindeki oluşum değil, bu oluşumu denize ulaştıracak bir koridorun olup olmamasıdır.
'Aksi takdirde Barzanistan gelip geçici olmaya mahkumdur.' Olaya böyle bakıldığı için ilk BOP haritalarında, düşünülen "Free Kurdistan"a, neden Artvin üzerinden Karadeniz'e açılan bir "koridor" ihsan edildiği daha iyi anlaşılır.
Ama daha sonra devreye Suriye girdi. "Yeni Osmanlı" rüyaları gören AKP hükümeti, "koridoru", Suriye veya Türkiye üzerinden Akdeniz'e doğru açmanın önündeki engelleri temizlemek için gönüllü olarak öne atıldı.
--- alıntı ---- http://www.ulusalkanal.co...litikasi-makale,1822.html
mesleki hastalık gereği kendi yazılarını kategorize eden yazar.
çok megolamanca oldu ama ne yapayım belirli bir zaman geçince aradığımı bulamıyorum.
en baştan önlem almak en iyisi. sanırsam. galiba.
insan neden kötü olur? Kötü bir çocukluk mu? Tacize uğramış olması mı? ailesi yüzünden mi? yoksa kötü bir çevrede yetişmesi mi? bu sebepler çoğunuzun aklına ilk gelenlerdir. Bence sebebi daha basittir:
Kötülük yapmaya fırsat bulmasındandır.
Yaptığı kötülükten çıkar sağlıyorsa (ya da en azından yaptıkları yanına kar kalıyor hesabı sorulmuyorsa) bu zamanla karakter halini alır. En azından bende öyle olmuştu.
Ortaokul ikinci sınıfı bitirdiğim senenin yazıydı. iyi hatırlıyorum çünkü vücudumdaki değişikliler iyiden iyiye hissediliyordu. Sakallarım çıkmış, sesim kalınlaşmış, koltuk altlarım ve cinsel organımın çevresi kıllanmaya başlamıştı. Olur olmaz zamanda erekte oluyordum. Bunu çevremden saklamak için şekilde şekle giriyordum. her sabah neden erekte olmuş bir halde uyandığımı ya da geceleri kamyon devirmiş olmamı anlamlandıramıyordum.
Kapı komşumuzu da alarak iki aile denize gitmiş, büyük bir Çadır kurmuştuk. Akşamları ortasına çarşaf gerildiğinde iki göz oda gibi olan bir çadırdı. Babamla galip amcanın çokça rakı içtiği bir akşamdı. Onların muhabbeti uzayınca çocukları yatmaya göndermişlerdi. Ben ve kardeşim nuri çadırın bizim olan yarısında galip amcaların kızı melike diğer yarısında uyuyordu. babamın galip amcanın koluna girerek de olsa onu çadıra getirdiğinde çıkan seslere uyandım ama geri uykuya daldım. Sonra babam annemi çadırın bizim tarafımızda duran köşesine yatırdığında uykum bir daha bölündü. Babam da benim ve çadırın ortasındaki çarşafın arasına yatmıştı.
Gece ne olduysa uyanmıştım. Büyük ihtimal çişim gelmiştir. Her gece çişe kalkardım. Tam kalkmaya yelteniyordum ki babamın şortunun aşağı sıyrılmış olduğunu ve ortadaki çarşafı babamın omuzlarında doğru gelmiş olduğunu gördüm. Çıplak olan poposu bir öne bir geriye hareket ediyordu. Etrafımı kolaçan ettim. içkiye dayanıksız olan annem ve uykusu ağır kardeşim horul horul uyuyordu. Aslında olanları dikkatle izlemek istiyordum ama yan dönmüş babam ve onun omzuna dökülen çarşaf yüzünden hiç birşey göremiyordum. Yakalanma korkusuyla kıpırdayamamam ve babamın poposuna bakmak istememem nedeniyle gözlerimi kapadım. Böylece seslere daha çok konsantre olabiliyordum. Duydukça da Erekte oluyordum. Babam melike yi mi naciye teyzeyi mi beceriyordu acaba? Meraklanmıştım...
Babamın işi bittiğinde pijamasını üstüne çekti. birazdan döneceğini anlamıştım. Uyuyor numarası yapabilirdim.
Ama yapmadım...
Doğrudan gözlerinin içine baktım "ne yaptığını biliyorum" der gibi. Babam önce bir irkildi. Birşeyler açıklamak için ağzını açıyordu ki sırtımı dönüp yatıyor numarası yaptım. Kızsam mı? kapris mi yasam? Yoksa anneme mi söylesem? Anneme söylersem ailemiz dağılır mıydı? Karasızdım. Tüm bunları düşünerek uykuya daldım.
Ertesi sabah kimse uyanmadan kalkmıştım. Sabah erkenden henüz sahilde kimse yokken denize girmeyi seviyordum. belime havluyu sararak şortumu mayo ile değiştirdim. Kumsaldan denize doğru gidiyordum ki arkamdan babam koşturdu. Gözlerinin altı çökmüştü geceden bu yana uyumamış olduğu her halinden belliydi. "sen artık erkek adam oldun. Erkek adamlar sır tutar" vb. şeyler söylemeye başlamıştı ki daha fazla dinlemedim döndüm arkamı denize gittim. Babam gözümde küçülmüştü. Omurgasızlaşmıştı. Ben yüz vermedikçe onun daha çok ezilmesinden tuhaf bir zevk alıyor gibiydim. Bir süre sonra naciye teyze denize geldi. Üçgen şekildeki bikinisi büyük memelerinin yalnızca yarısını kapatabiliyordu. Açıkta kalan kısımların beyazlığı geri kalanı hakkında fikir veriyordu. Sabahın erken saatlerinde buz gibi olan suyun etkisi ile ürperdiğini, tüylerinin diken diken olduğunu ve göğüs uçlarının belirginleştiğini seçebiliyordum. Gözlerini gözlerime dikmiş kendinden emin bir şekilde geliyordu. "Dün gece gördüklerin aramızda kalması için ne istersen yaparım" dedi.
"demek melike değilmiş naciye teyzeymiş. Acaba ne kadar zamandır birlikteler? Anneme bunu nasıl yaptılar?" şeklinde düşünceler zihnimi işgal ediyordu. Teyze bildiğim bu kişiye "orospu, fahişe, kaltak" diye bağırıp hakaret etmek istiyordum. Tüm bu düşünce buhranı içinde ağzımdan tek kelime çıktı.
"Meme"
Naciye teyzenin Dudakları sağ yana doğru asimetrik şekilde kıvrıldı. Gülümsüyordu. Elde etme, kafalama, kendine güvenme, küçük görme ve kendini beğenme ile karışık bir gülümsemeydi bu.
"babasının oğlu" dedi elleri bikinisine giderken. birkaç saniyeliğine bikinisini yukarı kaldırdı ve bende bıraktığı etkiden memnun bir şekilde arkasını dönerek sahile yüzdü.
O birkaç saniye yeni bir dünyayı keşfetmiştim. Ne güzel bir şeydi meme. Yuvarlak. Estetik. Bakmaya ve ellemeye güdüleyen. Cezbedici. Bizim zamanımızda internet yoktu. Dergiler vardı. Dergilerde bundan daha estetik olanlarını da görmüştüm elbet ama. Bu canlıydı karşındaydı. Bir de aileden bildiğim bir kişinin memeleriydi. Kendimi yasak meyveyi yemiş gibi hissediyordum. doğal olarak erekte olmuştum...
Tatil dönüşü babamın aylardır yalvarmama rağmen almadığı 18 vites bisikleti hediye etmesiyle tatilde hayatının dersini aldığımı anladım. Bilgi güçtü. insanların zayıflığını/hatalarını/korkularını bilmek ise getirisi olan karşı konulamaz bir güçtü.
Babamla çadırdaki geceyi hiç konuşmadım. Elimdeki kozu sürekli hatırlatarak onu bezdirmek istemiyordum. Gerçekten gerekli olursa kullanacaktım. Ayrıca ben mesafeli durdukça ve babam benden çekindikçe naciye teyzeyi daha fazla bana itiyordu. Naciye teyze pasta börek yapıp beni çağırıyor. Çay doldururken göğüs dekoltesinden memelerini dikizlemem için fırsat sunuyordu. Ara ara memelerini okşamama izin veriyordu. Hatta bir kez emmeme bile izin vermişti.
Son zamanlarda beni kızı melike konusunda cesaretlendiriyordu. Melike'nin benden hoşlandığını söyleyerek beni ince ince işledi. Bir gün beni eve çağırdığında memelerini açtı ve okşamamı istedi. Şaşırmıştım. Çünkü genelde ben ısrar ederdim. ilk kez kendiliğinden izin veriyordu. Melike'nin banyoda olduğunu söylerken beni ilk kez dudaklarımdan öptü. iyice erekte olmuştum patlama noktasındaydım. Bunu anladığında "ben bir anne bakayım geleyim seni merak etmesin. Sen de sakın ha anahtarı yok diye kapı deliğinden melikeyi izleme" dedi. Mesajı almıştım. bir an bile düşünemedim. Şartlanmış bir şekilde banyo kapısına doğru ilerledim. Ne Giriş kapısından banyo kapısının görüldüğünü ne de naciye nin kapıyı kapatmadığını farketmedim bile. Kapı deliğinden melike nin tazecik vücudunu körpecik memelerini izliyordum.
Elimin kasıklarımda olduğunu annemin evhamlı çığlığı ile farkettim. "oğlum napıyorsun sen?"
bu kelimelerle başladı annemin günler süren psikolojik çöküntüsü, naciye teyzeden durmaksızın özür dilemeleri, onun yanında ezildikçe naciye teyzenin kırılgan ama affedicilikle yoğrulmuş mağrur tavrı, bana "melike nin kardeşim sayıldığı" yönündeki öğütler...
Elimdeki koz gitmiş hatta zararlı çıkmıştım. Bu saatten sonra naciye teyze ile babamın yediği haltı anlatsam bile inandırıcı olmayacağını biliyordum. Artık "küçük sapık" muamelesi görüyordum. annemler yattıktan sonra tv'de film bile izliyor olsam nöbetleşe annem ve babam gelip porno film izleyip izlemediğimi kontrol ediyorlardı. Babam bile rahatlamıştı. Hayatımın ikinci dersini almıştım. elindeki kozu kaybedersen eskisinden de beter olursun!
Gözüm erken açılmıştı fırsatları kollamayı öğrenmiştim. Bir sürü hakkım cezam nedeniyle kaldırılmış olduğu için mecburiyetten odamda ders çalışıyordum. Bu beni bayağı geliştirmişti. Orta 3 ün ilk sınavları geldiğinde önümde oturan ve matematikten hiç anlamayan asu'ya kopya veriyordum. Asu yıllardır zayıf gelen matematik dersinden ilk kez 4 almıştı. kaz gelecek yerden tavuk esirgmeyen asu sonraki sınavlarda kopya vermemi garanti altına almak için benimle yakından ilgileniyordu. geometri sınavından önceki gün. "Yarınki sınava hiç çalışmadım sana güveniyorum" dedi. "gönlümü yaparsan neden olmasın" demiş oldum. Nasıl olacağını sorunca onu dudaklarından öpmek istediğimi söyledim. "saçmalama" dedi. Ama önerimi düşündüğü gözlerinden belli oluyordu.
"Sadece bir öpücük ileriye gitmek yok" denilerek başlayan stratejik ortaklığımız asu nun teşekkür almasını benim de kadın vücudunu tanımamı sağladı. Yaklaşık 6 ay devam eden stratejik ortaklığımız Bana "kazan kazan" stratejisiyle de sonuca ulaşılabileceğini öğretti. ayrıca teklif etmek kötü birşey değildi. sen önerini sunuyor karşı tarafın cevabını bekliyordun. kötü birşey yoktu. fırsatları değerlendiriyordum sadece.
Ortaokul bitiminde asu nun babasının tayininin çıkmasıyla yine abaza günlerime döndüm.
Lise dönemindeyken annem dayımın düğün hazırlıkları için köyümüze gitmişti. Ben de annemin yokluğunu fırsat bilip eve geç geliyordum. Bir gün eve erken gelesim tuttu. Kapıdan girip de converse leri gördüğümde nuri nin eve kız attığını anladım. "Sarılmış romantizm yapıyordur salak içeri gireyim de korkutayım" diye düşündüm. Odasının kapısını açıp girdiğimde ikisinin de üstleri çıplak altlarında kotları olduğu halde seviştiklerini gördüm. Onlar beni gördüklerinde korkudan ölecek gibiydiler. Yanakları acaba panikten mi kızarmıştı yoksa biraz önce yaşadıklarından mı? kızı tanımıştım arka apartmandaki komşunun tombul kızıydı nuri ile aynı sınıfta okuyorlardı. nuri "abi ocağına düştük. Kimseye söyleme" diye yalvarmaya başladı. Ulan kimseye söyleyeceğim yoktu zaten ama onlar bu kadar tırstıkça kötü reflekslerim harekete geçiyordu. Ben umursamamaya çalıştıkça nuri ısrarla özür diliyordu. Gaza geldim. Fırsat bu fırsat deyip nuri yi omuzlarından tutup ayağa kaldırdım. Elimin tersiyle bir tokat attım ikisinin de korkusu panik derecesine ulaştı. Kolundan tutup dış kapıya doğru sürüklerken "siktir git lan parkta beni bekle. O zamana kadar yediğin boku düşün. Ben (içerdeki orospuyla) konuşup geliyorum" dedim.
Nuri ikiletmedi. Odaya geri döndüğümde kız üstünü giymeyi bile akıl edememişti. Bıraktığım gibiydi. eminim ki kılını bile kıpırdatamamıştı.
- çömez bir hatun - check
- o hatunu korkutacak koz - check
- süreci doğru yönetirsen herkes için (öncelikle ben tabi ki) kazan-kazan olması - check
- iş üstünde basılma riski (çok düşük) - check
ilk checklistimi zihnimde gözden geçirirken yüzümde şeytanca bir gülümseme belirmişti. Daha doğrusu bunu farketmemiştim. ilknur un gülümsememden korkarak çarşafın altında büzülmesi ile olmayacak zamanda gülümsemenin bağırmaktan daha korkunç olabileceğini öğreniyordum.
ilknur a yaşının daha küçük olduğu, cinsellik için erken olduğu, ailelerin bunu duyması sonucunda kötü olaylar yaşanabileceği vb. konularda nasihat verebilirdim. Bunu yapmak yerine hayatımın ilk ters ilişki deneyimini yaşamayı tercih ettim. Benim için zevk olan tecrübe ilknur için acı doluydu. Aynı olaya farklı gözlerden bakıldığında sonuçlar da farklı oluyordu. Hayat çok tuhaftı.
Lisedeki kalan 1.5 senede zaman zaman ilknur ile birlikte oldum. Artık nuri ile kaçamak yapmalarına da bir şey demiyordum. ilknur hem nur iyi hem beni idare ediyordu ama hiç de pişman değildi. Ben de aynı şekilde kardeşine destek olan, sırrını tutan "kral ağbi" rolü ile "kayan ağbi" rolleri arasında gidip gelmekten sapıkça bir zevk alıyordum. Bu durum lise bitene kadar devam etti.
Zamanla ilknur boy attı ve kilo verdi. Gerçi tombul bir kızken bile iyi iş görüyordu. Bu süreçte ağzını, dilini ve ellerini öyle bir kullanmayı öğrenmişti ki o zamandan bu zamana bu kadar iştahlı oral seks yaşamamıştım. Bu da bir dersti. Beklenmedik insanlardan sürpriz faydalar sağlayabilirsin. Elinden koz varsa çirkin/güzel demeden kullan. Hem ben adil bir adamdım. Çirkin diye ayrımcılık yapamazdım.
Ortalama bir şehirde ortalama bir üniversiteyi kazanmıştım. Aslında kız arkadaşlarım da vardı. Kızları elde etmeyi de öğrenmiştim. Strateji kurabiliyordum. Bazen yaklaşıp bazen uzaklaşıyor, tuhaf hallerimle onları mutsuzluğa itiyor, sonra şefkatli sevgili rolünü oynuyordum. Birisiyle beraberken en güzel şey başka bir kızın peşinden koşmaktı. mevcuttakine yakalanacağım elde etmek istediğime çaktıracağım korkusu, yenisini elde edip edemeyeceğimin belirsiz olması tuhaf bir zevk veriyordu. Eski kız arkadaşlarımda deneme yanılma yöntemiyle edindiğim taktikler işe yaramadıkça her kıza aynı taktik yapılmayacağını kızın karakterine göre taktikleri rötuşlamam gerektiğini de öğrenmiştim.
Bir gün proje ödevi ile ilgili hocaya bir şey sormaya gidiyordum ki aralık kapıdan enteresan bir konuşmaya şahit oldum. Hocanın sesiydi "sen kariyerini yakmak mı istiyorsun nuran? işsiz kalındığında iş bulmak ne kadar zor biliyor musun? Sana bir şey olursa annen ve kardeşine kim bakacak? Hadi yüksek lisans tezinde intihal yaptın bir şey demedik. Seni koruduk kolladık. Mutlu ettik. Sen de canımız istediğinde bizi mutlu edeceksin."
"Vay amk. Hocaya bak. Asistanın pompacısı olmuş" diye düşündüm. Tıpkı yıllar önce babamın gözünün içine baktığım gibi gözlerinin içine dik dik bakmak istedim. Kapıyı bile vurmadan içeri girdim.
işte bu anı çok seviyorum. Panik, korku, konuşulanların duyulmadığına dair umut, şüphe, evham, iyi görünme çabası, mahzunluk çaresizlik yok yok anasını satayım. Tabi bunların hepsi nuran'dan okunanlardı. Hoca nispeten daha rahattı. Gözlerinden okunulduğu kadarıyla ne duyduğumu anlamaya çalışıyor, duymuş olsam bile sonuçlarını / sonraki adımları / nasıl inkar edeceğini hesaplıyordu.
Hoca atarlandı. "nasıl öğrencisin sen. Kapı çalınmadan hocanın odasına girilir mi? bir şey konuşuyoruz duymadın mı?" Fırçayla karışık olta atıyordu. "duydum hocam duydum. Hatta duymam gerekenden fazlasını duydum. Yürüyün nuran hocam daha fazla burada durmayalım" dedim. Bir ipte cambazlık yapıyorsanız tek dostunuz kendinize olan güveninizdir. Hoca kalakaldı. Asistan Nuran kuzu kuzu beni takip etti. Daha sonra söylediğine göre gözlerimdeki ifadeden korkmuştu. Okuldan çıkıp yürüdük. Yalnız kalacağımız bir yerde konuşmak istiyorduk. Bir parkta durduk. Nuran hoca gözleri dolu dolu anlatıyordu. Yüksek lisans tezi sırasında Turgay hoca danışman hocasıymış. Araları o dönem iyiymiş hatta hoca ev ziyaretine gelip annesi ile tanışmış. Yüksek lisans tezini hoca vermiş ve son kontrolü o yapmış. sonra tez savunması başarılı geçmiş. Nuran hoca doktoraya başlayarak asistanlığa devam etmiş. 1 yıl sonra yüksek lisans tezinde bir konuya bakarken alıntı yaptığı halde kaynak belirtmediğini anlamış. Nasıl düzeltebiliriz şeklinde danışmak amacıyla turgay hocaya gitmiş. Turgay hoca "bu artık yayınlandı ve bir kopyası yök'te. aman kimse duymasın yoksa intihal nedeniyle akademik kariyerin biter" demiş. Kendi ellerimle kendimi yaktım diye devam etti nuran hoca. Bu olaydan sonra turgay hocanın kendisine olur olmaz işler yaptırdığını, üzerindeki baskıyı artırdığını, zamanla tacize başladığını, en son da birlikte olmaya zorladığını anlattı. "Biliyor musun onunla birlikte olduğumda ben daha bakireydim" dedi. O günden beri kendinden nefret ediyormuş ama ailesine bakmak zorunda olduğundan işini bırakamıyormuş. Son 1 yıldır üniversiteye yakın ev tuttuğunu, bu evde birlikte olduklarını üzerinde her türlü fanteziyi denediğini artık bıktığını ama doktora tezini vermeyi beklediğini sonra başka bir üniversiteye geçeceğini anlattı.
Usulca dinledim. Sonra birkaç soru sorup ayrıntıları aldım. Tuttuğu evin anahtarının bir kopyası olduğunu, genelde Perşembe akşamları 18:30 da buluştuklarını, önce kendisinin eve gittiğini arkasına hocanın geldiğini, hocanın ailesine tezsiz yüksek lisans olduğunu söyleyerek diğer günlerde olduğu gibi saat 22:00 civarı evine gittiğini, hocanın değişik fantezilerinin olduğunu ve kendine lise üniforması giydirdiğini öğrendim.
Bugünden sonra belki korkar seni tekrar aramaz ama ararsa bana haber ver dedim. ilk perşembe aramadığını sevinçle haber verdi bana nuran asistan. Bunu okula yakın bir barda birer bira ile kutladık. ikinci hafta Perşembe günü öğle sonu kantinde otururken nuran yanıma gelmişti. Yüzü düşmüştü. "ben bu beladan kurtulamayacağım. Benim kaderim bu" dedi. Sakin olmasını ve dediklerimi harfiyen uygulamasını söyledim.
Bu sefer hocayla tecavüz fantezisi yapacaklardı.
Nuran'ın "bugün değişik bir şey yapalım. bana zorla sahip olun. Ben direneceğim. bugün de böyle olsun" dediğini yan odadan duymuştum.
Ben Kamera kaydına başladığımda nuran "hocam bu kez son değil mi? yeter artık dayanamıyorum" diyordu. Hoca nuran'ın üzerinde gidip gelirken "ben istediğim kadar devam edecek. Benimsin" diyordu. Nuran'ın yalvarmaları arttıkça hoca kendini rolüne fazla kaptırdı. Gittikçe hoyratlaşıyordu. Nuran'a tokat atıyor, küfür ediyor, ısırıyor nuran'ın acı içindeki çığlıklarının zevk çığlığı olduğunu düşünerek sapık fantezisini iyice abartıyordu.
Hoca işini bitirip sırt üstü yatana kadar kayda devam ettim. Hoca üzerinden kalkana kadar nuran'ın ne halde olduğunu anlamamıştım. Nuran'ın vücudunun bazı kısımlarında morarmalar başlamıştı. Bu görüntü bana bile ağır gelmişti. Daha fazla dayanamadım. Evden dışarı çıktım. Hızlıca hareket ettim. Eve gidip görüntünün bir kopyasını taşınabilir belleğe attım. Cd ye iki kopya aldım. Bir kopyasını zip'leyip şifreli bir şekilde internetteki bir sitede sakladım. Sonra kopya cd lerden birini ve kamerayı alarak hocanın aşk yuvasına geri döndüm.
Apartmanın girişinde oyalanırken düşünüyordum. "kötü biri olmanın okulla, yaşla ya da kariyerle alakası yoktu. Kötü biri olmak kötülük yapmaya fırsat bulmakla alakalıydı. O fırsatın cazibesine takılan herkes 'iyi' olmaktan çıkabilirdi. Belki de tam tersi doğruydu. 'iyi' olan insanlar kötülük yapmaya fırsat bulamayanlardı."
Normal şartlarda hocanın 21:30'a kadar kaldığını öğrenmiştim. Ama bugün performansından memnun kalmış olacak ki her zamankinden bir saat önce apartmanı terk ediyordu. Geri dönebileceğini düşünerek 15 dakika daha bekledim. Bu sürede nuran da dışarı çıkmayınca ben eve yöneldim. Dış kapıyı açıp da içeri girdiğimde dağınık bir oda, gelişigüzel atılmış birkaç tane prezervatif, kan ve sperm izlerinin bulaştığı bir çarşaf ve her ne kadar bakmak istemesem de nuran'ı gördüm.
Sırt üstü yatmıştı, sağ ayağı dümdüz uzanıyordu, sanki ritim tutuyor gibiydi bir sağa bir sola hareket ediyordu. Sol ayağı basenden dize kadar dışa doğru çıkıktı izden kırılarak sağ ayağa doğru yaklaşıyor nedeyse bir üçgen oluşturuyordu. Basenlerinin iç kısımlarına ve kadınlığının den geldiği yerdeki çarşafta açık renk kan izleri vardı. Göbeğinde ve göğüsleri üzerinde terle karışık sperm izleri vardı. Göğüsleri ve boynundaki morluklar bariz belli oluyordu. Yüzü; ağlamaktan, akan makyajından, terden ve spermden ötürü korkunç gözüküyordu. Ayrıca yediği tokatlar nedeniyle göğüslerindeki ve boynundaki kadar olmasa da açık renk bir morarma söz konusuydu. Ağlamaktan kızarmış gözlerini tavana dikmiş kırpmadan bakıyordu. Geldiği mi fark etmedi mi umursamadı mı anlamadım. Yanına gitmek için adım atıyordum ki midemde kaynayan volkanın harekete geçtiğini anladım. Kendimi tuvalete zor attım. Bir süre kustuktan sonra çıktım. Odaya girdiğimde nuran aynı halde duruyordu. Ritim tutuyormuş gibi bir sağ bir sola hareket eden sağ ayağı haricinde kıpırdamıyordu. Yanına gittim. Başını kendime doğru çevirdim. Şokta gibiydi. Bakıyor ama görmüyordu.
Doğrulttum. Koluna girdim. Banyoya götürüp küvete uzanmasını sağladım. Duş başlığından suyu akıtarak su ılıyana kadar bekledim. Sonrasında üzerine su tuttum. bir süre bekledikten sonra küvetin gider kapağını kapadım. Küvet ılık su dolana kadar bekledim. Sabun bezi yardımıyla nuran'ın vücudunu sabunladım. Omuzlarına masaj yaptım. Sanki ılık su gözlerindeki donukluğu da çözmüştü. Şoktan çıkıp kendine geldiğinde kafasını kaldırım yüzüme baktı. Sonra hıçkıra hıçkıra çocuk gibi ağlamaya başladı. "Geçti. geçti. Bir daha yanına yaklaşamayacak" diye teselli ettim. Her an Kırılacak bir dal gibi geldiğinden midir yoksa ateşi körükleyip hocayı iyice azdırmam nedeniyle nuran'ın durumundan kendimi sorumlu tutmamdan mıdır bilinmez gözlerim gözyaşlarımı daha fazla zapt edemedi. Beraberce ağladık.
Sonra kaldırdım onu kapı arkasındaki havlu temiz mi diye umursamadan ona sardım. Nuran'ın da havlunun temizliğini umursadığını sanmıyordum. Yavaşça kuruladım. Bir annenin yavrusuna davrandığı gibi onu incitmemeye çalışıyordum. Nuran'ı banyodan çıkarıp küçük odaya geçirdim çekyatın üstüne yatırdım. içerideki yatak daha rahattı ama nuran'ın yaşadıklarını hatırlayıp şoka girmesi riskini göze alamazdım. Çantasında kremi olup olmadığını sordum. Evet deyince kremi alıp morluklar üzerine sürmeye başladım. Yaptığımın morluklara bir faydası olup olmayacağını bilmiyordum ama nuran için bir şeyler yapmak zorunda hissediyordum ve elimden bir tek bu geliyordu. "Uyu istersen" dedim yanından kalkmaya yeltenirken "gitme" diyerek sarıldı. "yanımda yat" dedi. Yanına uzandım. Banyoda kotum ıslanmıştı. "Kotumu çıkarabilir miyim?" diye sordum. Bir şey demedi. Kotumu ve üzerimdeki gömleği çıkardım üzerimde sadece boxer olduğu halde yanına uzandım. O ise çıplaktı. Sırtı bana dönüktü. Arkadan onu sardım. Tenim tenine değdiğinde küçük bir çocuk gibi iyice sokuldu bana. Elleriyle onu sardığım kolumu tutup, için için ama sarsılarak ağlıyordu.
O gün kendime şaşırdım. Bütün akşam karşımda çıplak bir kadın olmasına rağmen en ufak bir ereksiyon kıpırtısı bile yaşamamıştım. Bu nuran'a acıdığım için mi böyleydi? Yoksa son yıllarda cinsel tecrübemi artırdığım için miydi? Sebebini bilmiyorum . Bu arada "tenin ilaçtır" sözünün ne derece doğru olduğunu anladım. Sabah ben günahlarımdan, Nuran da kötü anılarından kurtulmuş şekilde uyanmıştık.
Gözümü açtığımda bana gülümserken buldum onu. Ben de gülümsedim. "sen çok iyi bir insansın" dedi. "ben sandığından çok daha kötü bir insanım" diye karşılık verdim. "inanmam" dedi. Bunu öyle bir imanla söylemişti ki ben bile bir an acaba iyi bir insan mıyım diye düşündüm. "Madem gaza getirdin dur sana bi kahvaltı hazırlayayım" diyerek ayağa kalktım. Ayağa kalkıp da hadi sen de kalk der gibi elimi uzattığımda yatakta çıplak bir kadın olduğu hatırladım. Utandım başımı başka yere çevirdim. Akşamdan çıkardığım gömleğim vardı onu uzattım. Giyindi. Süper mini bir eteğin kapatacağı kadar kapatmıştı bacaklarını. üstten iki düğmeyi açık bıraktı. Dönüp baktığımda çok seksi geldi bu hali. "Ulan gerizekalı biraz önce yanında çıplaktı o zaman göğüslerin tamamına bakmadın da şimdi bir kısmını görüp etkileniyorsun" dedim kendi kendime. Elele tutuşarak holden mutfağa doğru yürüyorduk ki dün geceki olayın yaşandığı yatak odası önünde kala kaldığını gördüm. Yavaşça kapıyı kapattım "unut bu odayı, bugün bitecek" dedim. Mutfağa geçtik bir sandalyeye oturttum onu. Buzdolabına baktım tamtakırdı. Tekrar odaya döndüm kotu giydim. Üzerime alacak bir şey var mı diye bakındım ama yoktu. Mutfağa döndüm. "bakkala gideceğim de gömleği..." diyebildim. "beni soymak mı istiyorsun?" dedi. "yok ben şey bakkala çıplak gitmeyim..." diye saçmalarken çok aptalca göründüğümü nuran'ın da bana güldüğünü fark ettim. Ayağa kalktı gözlerini gözlerimden ayırmadan tek tek gömleğin düğmelerini açtı. Gömleği bana uzatırken kızardığımı hissediyordum. "hemen geliyorum" dedim. Bunu derken sonunda yutkunmasaydım iyiydi ya yapmış oldum bi kere. Cebimdeki para 4 yumurta 1 ekmek, 2 üçgen peynir, 1 margarin ve bir kutu poşet çay almaya yetti. Hızlıca yukarı çıktım.
Kapıdan girdikten sonra gömleği çıkardım tahmin ettiğim gibi üzerine bir şey almamıştı. Bu sefer ben gözlerini gözlerinden ayırmadan uzattım gömleği. O da yavaşça giyindi. Oynadığımız oyun ikimizi de keyiflendirmişti. "Biliyor musun? Ben annemle kız kardeşimin yanında bile üzerimi değiştirmem. iç çamaşırlarımla görsünler istemem. Ama senin yanında utanmadığımı fark ettim. Bilmiyorum belki de beni en kötü halimle gördüğün içindir bu belki de sana güvendiğim içindir" dedi. Kendimle gurur duymuştum...
Yumurtaları kızartıp sallama çay ve peynir eşliğinde yaptığımız kahvaltıyı şimdi bile hatırlıyorum. Çanakkale savaşı öncesi üzüm hoşafı ve ekmek yiyen askerler gibi onurlu ve gururlu hissettik kendimizi. Yokluğu paylaşmanın varlığı israf etmekten zevkli olduğu zamanlardandı.
Kahvaltıdan sonra nuran'a sağlık raporu aldık. Hemşirenin morlukların sebebi benmişim gibi beni kesmesi biraz gıcık etmişti ama. Annesine telefon açıp kongreye gideceğini bir hafta olmayacağını söyledi. benim öğrenci evine geçtik. Ev arkadaşıma 1 hafta başkasında kalmasını söyledim.
Sonra okula doğru yürümeye başladım. Adım adım hesaplaşmaya gidiyordum. Birazdan kuracağım cümleleri düşünüyordum. dik dik konuşup aynı şekilde hocanın gözlerinin içine mi bakacaktım? Tehdit mi edecektim? Sinirli mi yoksa şeytanca gülümseyen tavrımı mı takınacaktım? Blöf yapıp kıvranmasını mı seyredecektim? Kurbanına hangi aletle işkence edeceğine karar veremeyen cellat huzursuzluğu yaşıyordum.
Okula geldiğimde direkt odasına çıktım.
Kapıyı vurmadan girdim. Bilgisayar başında oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu Yüzüme küçümser bir tavırla baktı. "Şimdi meşgulüm sonra gel" dedi. Elimdeki cd yi yukarı doğru kaldırarak masasına doğru yanaştım. Masanın önündeki sandalyeye kurulurken Cd yi yavaşça masaya bıraktım. "Nuran hoca bunu izlemeni istedi" dedim. Nuran'dan bir şey aldığını bilmek merak uyandırmıştı. Kamerada kendini nuran'ın üzerine abanmış halde görünce panikledi. "Sesini kıs" dedim emredici bir şekilde. Panikle sesi kısmaya çalıştı birkaç saniye sonra gerçekleştirdi. Elleri titriyordu. "Nasıl eserinden memnun musun? Kız 1 hafta rapor aldı. Her tarafı morardı" dedim. Bir şeyler söylemek kendini savunmak istiyordu ama yaptıklarını telafi edecek bir söz yoktu. O özür için çırpındıkça sözünü hiç kesmedim. Acı içinde kıvranmasını belli belirsiz bir tebessümle dinledim. Hareketlerimde hocayı sinir ediyor daha fazla paniğe sürüklüyordu. Sıkıldığımda sözünü kestim. "Şimdi sana ne yapman gerektiğini söylüyorum" diyerek başladım. "öncelikle nuran'ı unutacaksın. tez danışmanlığından ayrılacaksın. Senin ayak işlerini yapması için başka bir asistan isteyeceksin. Nuran ile hiçbir şekilde iletişim kurmayacaksın" diye devam ettim. Gözünden yaşlar geliyordu. Ne desem kafa sallıyordu. Uslu bir bobi olmuştu. "Söz ne dersen yapacağım söz. Bir daha rahatsız etmem" diye sayıklıyordu.
"Son olarak yaptıklarının bedeli olarak haftaya cumaya kadar 130 Bin TL hazırla" dedim. "çok para. nasıl bulurum? Biraz indirim yap. Biraz süre ver" şeklinde biri dizi talebini umursamaz bir şekilde dinlemenin hazzını size anlatamam. Hayattaki roller ne kadar kolay değişebiliyordu. Bu olay olmasaydı. Belki de ben sınav kağıdımı 5 puan artırsın diye yalvarıyor olacaktım. "bu parayı yardım olarak vermiyorsun, bu parayla özgürlüğünü satın alıyorsun" dedim. Sonra hocayı çıldırtan bir yavaşlıkla ama kendimden emin bir şekilde doğrularak çıktım ve kapıyı ardımdan çarptım.
işler beklenildiği ve olması gerektiği gibi gitti. hoca dersini almış, harfiyen uyguluyordu. Hoca nuran'ın tez danışmanlığından ayrıldı. Nuran'ı başka bir hocaya asistan yaptılar. 130 Bin TL'yi teslim aldık. 110 Bin TL'si ile Nuran'a üniversiteye yakın mütevazi bir ev aldık. Artık ailesine bakma baskısını daha az hissedecekti. 20 Bin TL'si çeşitli masraflara, bakım ve onarıma ve eşyalara gitti. nuran'ın raporlu olduğu 1 haftalık süreçte başlayan yakınlığımız gittikçe arttı. Adını koymamıştık ama beraber olmaktan mutluyduk. Ben de hayatımda ilk güvenilen ve iyi biri olduğumu hissediyordum. Yaptıklarımla gurur duyuyordum.
Ama bazen Dinsizin hakkından imansız gelir derler ya işte o imansız ben olduğumu hatta Hoca kötüyse kendimin şeytanın ta kendisi olduğum düşünüyordum. Böyle düşündüğüm zamanlarda hocaya hırsımın henüz geçmediğini anladım. Okulda ara ara koridorda karşılaştığımızda, daha doğrusu o beni görsün diye onun karşısına çıktığım zamanlarda onun kanının çekildiğini, yüzünün bembeyaz olduğunu, panikle yolunu değiştirdiğini görmek bana zevk veren küçük oyunum olmuştu. Dönem dönem yaşattığım bu sancılar da beni kesmez olmuştu. Bir gün hocanın yanında lise üniformalı bir kız olduğu halde merdivenlerden indiğini gördüm. Yanına gittim. "Hocam nasılsınız?" dedim "iyiyim" derken tedirgindi. Kıza doğru baktığımı görünce "kızım ayla" diye açıklamak zorunda hissetti. Ayla'nın gözlerinden gözlerimi ayırmadan "hocam çok güzel bir kızınız varmış" dedim. Ayla Kendinden büyük bir erkek tarafından beğenilen liseli kız tepkisi verdi. Hoşuna gitmişti. Hoca ise kızına gülümsememle büyük bir huzursuzluk duydu.
Onun benden huylanması mıydı beni motive eden yoksa yaptığının cezasını almadığına dair adalet inancım mı bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şe var ki bu liseli kızı arzulamıştım. Nuran ile sevişirken bile onu düşünür olmuştum. Hatta birinde kendimi çok kaptırmış ve hırçınlaşmıştım ki nuran beni durdurmak zorunda kaldı. Bu dürtü beni kemiriyordu. Hoca yaptıklarının cezasını çekmeliydi. Tanrının gazabı olan ben bu cezayı yaşatmalıydım ona.
Ayla'nın üniforması ile aynı üniformayı kullanan üniversiteye yakın bir lisenin önünde ayla'yı bekliyordum. Bir süre sonra arkadaşlarının yanında onu gördüm. Okuldan çıkmış üç kız yürüyorlardı. Yaklaşıp selamlaştım. Ayla'da beni gördüğüne sevinmişti. Bir süre beraber yürüdükten sonra ayla'nın yanındaki iki kızın bizden ayrılmasıyla daha derin daha eğlenceli bir sohbete daldık ayla ile. Sonrasına ayla ile telefonlarımızı birbirimize verdik ve evlerinin önünde ayrıldık. Ayla'ya babasına (turgay hoca) selamımı iletmesini söyledim. Kızıyla ilgilendiğimi bilmesini ve başına geleceklerden korkmasını istiyordum.
Ertesi gün dersteyken bir öğrenci beni turgay hocanın çağırdığını söyledi. kapısını çalmadan lakayt bir şekilde odasına giriyordum ki benim yakamdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Kapıyı kilitledi ve konuştu "bana bak. Ben iyi bir insan değilim. Yaptıklarımdan pişmanım ve cezamı çekiyorum. Elinde koz var bana ne istersen yapabilirsin. Ama kızımdan uzak dur. Yoksa yemin ediyorum. Yaşatmam seni".
Bu konuşmadan farklı bir şey öğrenmiştim. Mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şey yoktu. insanlar bazı insanlara kötülük yaparken diğerlerine karşı şefkatli ya da fedakar olabilirlerdi.
yine de hocaya olan hıncım geçmemişti. Hoca yine yerini bilmemişti. Ona bir ders gerekiyordu. Ömrü hayatınca unutamayacağı bir ders...
birkaç hafta sonrasıydı. Kızın bedenine uygun bir iç çamaşırı aldım. Tam da noktasına birkaç damla kan damlattım. Akşam tezsiz yüksek lisans dersinin bitmesine yakın bir zamanda (21:30 civarı) bir poşet içinde paket yaparak hocanın kapısına astım. Hoca dersten çıktığında bir alt katın merdiven boşluğundan onun odasını kesiyordum. Hoca hediyemi gördü alarak odasına geçti, kapıyı kapattı. Birkaç saniye sonra "hayııııırrrrrrrrrrr" şeklinde çığlığını duydum. Benim için operasyon tamamlanmıştı. Zevkten dört köşe bir şekilde okuldan dışarı çıktım. Fakülteden ana caddeye çıkana kadar yürümem gereken birkaç yüz metrelik yol vardı. Ağaçlarla çevrili ve bu saatte yer yer karanlık olan yolda hilal olan ayın ışığında keyifli bir şekilde yürüyordum. "seeeennnnn" diye bir haykırış duydum dönmemle soğuk metalin karnımdan içeri doğru süzüldüğünü hissetmem bir oldu.
Hiç bıçaklandınız mı bilmiyorum ama bıçak derinizi ilk kestiği anda bir acı hissedersiniz. Bu acıyla kasılırsınız bıçak vücudunuzdan içeri doğru ilerledikçe farklı bir acı hissetmezsiniz. Çünkü olan biteni algılayamamış anlamdıramamışsınızdır. Birkaç saniye sonra kesilen iç organlardaki kan dışarı çıktığında ve iç organlarınız doğrudan hava ile temas ettiğinde yanmayı duyarsınız. Bıçak sokulduğu yerden çıkarıldığında sanki etiniz tırnağınızdan ayrılıyordur.
işte bu kadar! birkaç dakikalık kan kaybım sırasında hayatıma dair gözümün önüne gelenler bunlar. Pek de matah bir hayatım olmamış. Kan kaybımı durdurmam lazım ama elimizi üzerime koydum. T-shirt ümü kesilen yere doğru tampon yapmaya çalıştım ama nafile.
Bugün yeni bir ders almıştım. kapana kısılan kediyi yeterince sıkıştırırsan seni tırmalardı. Tırmalamıştı pezevenk ama ne tırmalama delmişti beni orospu çocuğu. Hem de kantincinin ekmek bıçağı ile delmişti. "madem kediyi iyice sıkıştırdın arkanı niye dönüp gidersin be adam! bu da bana ders olsun" dedim kendi kendime. Sonra dediğimin saçmalığına bakarak güldüm. bu son gülüşüm müydü acaba?
Kan kaybım arttı. Ayaklarım uyuştu. Üşüyorum. parmak uçlarım soğumaya başladı. Ölüm ürperterek geliyormuş. Şimdi şehadet mi getirsem acaba? Hıh kimi kandırıyorum? Yıllardır alnım secdeye değmedi. Bulduğum her fırsatta her türlü piçliği yaptım. Allah'ım canımı al n'olur. al canımı. Yoksa sen de biliyorsun. Yaşarsam sikeceğim o kızı...
Masallardaki gibi bir aşktı demeyeceğim. Öyle değildi. Ne oğlan beyaz atlı prensti ne de kız uyuyan güzel. Yurdumun alışılagelmiş gençlerinden iki tanesiydi. ikisi de çukurova üniversitesinde öğrenciydi. Kız çalışkandı, dersi dinlerdi. Erkek bir kıza bir de seyhan baraj gölüne bakar sonrasında hayallere dalardı. Elinde kalem kağıtla onu görenler ders dinlediğini zannederdi ama o ya Galatasaray kadrosu yapmakla meşgul olurdu ya da iddia kuponu hazırlamakla...
Kızın oğlana aşık olması için hiçbir sebep yoktu. Klasik bir kot, siyah t-shirt, dersle alakasız bir tip. Ama oğlan durup durup bazen öyle bir espri yapardı ki gülmemek elde değildi. Çok yakışıklı bir çocuk değildi. Ama doğrudan gözlerinin içine bakardı. Gözlerinin varlığından haberdar olmadığı derinliklerine indiğini hissederdi. Bir de çok güzel gülerdi.
üçüncü sınıfta aldıkları saçma bir ödev ile hayatları değişti. Oğlanın kızda hep gönlü vardı ama sonunda kız da oğlanı kendine yakıştırdı. ikisi de orta halli ailelerin çocuklarıydı. Hayatlarında fevkaladelikler yoktu. Birkaç sene çıktılar. Oğlanın askerliğini bitirip devlet memuru olması ile birlikte evlendiler.
Sıradanlığı ile bazılarını boğacak olan hayatları kendileri için bir lütuftu. Kendi dünyalarında, kendi yuvalarında mutluydular.
Çukurova'da evlenmeden önce zorunlu yapılan testlerdendir akdeniz anemisi. Her çift gibi onlar da prosedürlere küfrede küfrede yaptırmışlardı. Oğlan taşıyıcı çıkmıştı. Kızda kansızlık olması sebebiyle ileri bir tarihte testin tekrarlanması tembihlenmişti. Aklı bir karış havada olan her genç gibi sallamamışlardı.
Mutlu evliliklerinin birinci yılı dolmuştu. Aileleri yavaştan torun diye tutturmaya başlamıştı. Kendilerini hala çocuk gördüklerinden mi yoksa birbirlerine doymadıklarından mı bilinmez çocuk yapmaya niyetlenmemişlerdi.
Bir akşam her zamanki gibi oğlanın saçma kızın ise duygusal bulduğu dizilerden birini izlerken kız "randevu aldım, yarın doktora gidiyorum. Şu akdeniz anemisine bir baktıracağım" dedi. Bir ara hallederiz modundaki oğlana kalsa yıllarca bekleyecek olan test için kız tez canlıydı. Belli ki içten içe bebek istiyordu. Erkek ise bıyık altından güldü. "vay beee baba olacağım diye" düşündü. Sonra kendi kendine güldü, "daha erken, bir ara oluruz diye" mırıldandı. Ama eşine bir şey söylemedi. Hevesini kırmak istemedi. O üzüldüğü zaman boynunu bükerdi. O boynunu büktüğünde oğlanın canından can kopardı.
Ertesi gün oğlan eve gelmiş yaptığı işe pür dikkat kesilmişti. Eşi dün bir şey demişti ama ne olduğunu hatırlamıyordu. Daha doğrusu hatırlamak için kendini yormuyordu. Şimdi çok önemli işi vardı. Kapı tıkırtısını duyduğunda eşinin geldiğini anladı ama işinden başını kaldırmadı. Eşi başladı söylenmeye "yine mi pes? Ne zaman bıkacaksın maç yapmaktan" eşinden cevap gelmeyince devam etti "bu maç son değil mi?" bu soru cümlesinden çok emir cümlesiydi. Erkek sadece kafa salladı. Konsantresini dağıtmamaya çalışıyordu. Eşinin söylenmeye başladığı her zaman olduğu gibi yine gol yedi. Hay amınakoyim diye küfür savurduğu anda eşiyle göz göze geldi yuttu hemen dediğini. Eşi sevmezdi evde küfredilmesini. Kalktı kapattı oyunu.
"Sen niye geciktin?" diye sordu erkek. "Dün söylemiştim ya akdeniz anemisi testi için doktora gideceğim diye. Tabi elinde bilgisayar olduğu için bir kulağından girip diğerinden çıkmış. Ne varsa bu bilgisayarda. Aldatıyor musun sen beni yoksa?" diye cevap verdi kız. Erkek sorduğu bir sorudan aldatma çıkarımına nasıl ulaşıldığına anlam veremez halde kalakalmışken kız devam etti. "Testin yapılması için kansızlığın geçmesi lazımmış. Demir ilacı verdi doktor."
Sonrasında bu muhabbet hiç geçmedi aralarında. Kız her gün ilacını kullandı.
Bir perşembe akşamı oğlan erken gelmişti eve. Eşini beklerken kitabını okuyordu. Anahtar sesini duydu. Kapı açıldı. Sonrasında eşinin ayak seslerini duydu. Her zaman tezcanlı olan eşinin ayak sesleri yavaşlaması moralinin bozuk ya da normalden daha yorgun olmasın delaletti. Eşi salonun kapısından girdiği anda kötü bir şey olduğunu fark etti.
Kız elinde beyaz bir kağıt ile ruh gibi yaklaşıyordu. Süzülerek yanına oturdu. Şokta gibiydi. Erkek ne olduğunu sormak istiyor ama alacağı felaket haberinden korkarcasına sormaya cesaret edemiyordu. Öylece kalakaldılar bir süre.
Sonunda kız konuştu. "test sonuçları çıktı" dedi. Sesi çok uzaklardan geliyordu. Sonra kağıdı uzattı. Oğlan aptallaşmıştı. Ne testi diye düşündü ama soramadı. Kağıdı eline aldı. Okudu. Eşinin de akdeniz anemisi taşıyıcısı olduğu yazıyordu kağıtta. Anlamamıştı. "hasta mısın? Bir sorun mu var? Ameliyat mı lazım?" gibi aptalca sorular döküldü ağzından.
"Eşi araştırsaydın bilirdin. Ama sen her zamanki gibi umursamazsın" diye çıkıştı. Eşi klasik kız serzenişlerinde bulunmazdı. Genelde hatalarını yüzüne vurmazdı. Gülümseyerek kafasını salladığında oğlan mahcup olur hatasını anlardı. Olağan davranmadığına göre sandığından da büyük bir halt yemişti ama ne yaptığını bilmiyordu.
Oğlanın aptalca kala kaldığını gören kız devam etti sözlerine "sen de akdeniz anemisi taşıyıcısın ben de. Bu hastalığın taşıyıcı olana etkisi yok. Ancak iki taşıyıcı evlenir ise çocuk %25 sağlıklı, %50 taşıyıcı, %25 hasta olur. Bir taşıyıcı ile bir akdeniz anemisi olmayan insan evlenseydi hiçbir şey olmazdı. Ama lanet olsun ki ikimiz de taşıyıcıyız. Hasta olacağını bile bile nasıl çocuk yaparız!"
Matematiğin anlamsızlaştığı zamanlar vardır. Bu da o zamanlardandı. Bir masumun bir ömür acı çekeceği ihtimali 25'i 75'ten büyük yapmıştı. iddia oynuyor olsaydı %75 kazanılacak bir maça para basıyor olurdu. Kazanma oranının çok daha düşük olduğuna inandığı zamanlarda oynamış ve kazanmıştı. Ama şimdi bu riski alabilecek miydi? Evlat sahibi olmak adına bir ömür acı çekme ihtimali olan bir çocuğun dünyaya gelmesine vesile olabilir miydi? Çocuk istiyor muydu hiç düşünmemişti. Ağlayan çocukları gördüğünde babalık kendine çok uzak gelirdi. Ama son birkaç dakikadır olmayacak çocuğunun özlemi içini yakıyordu.
Eşine bir şey diyemedi kalktı. Bilgisayarı açtı. Akdeniz anemisi ile ilgili ne bulursa okudu. Sonrasında Adana'daki uzmanları araştırdı. Birçok yerde adı geçen bir doktordan randevu almak için özel hastaneyi aradı. Ertesi gün sabahına randevu aldı. O an için yapılacak her şeyi yapmış olması içini ferahlatmıyordu. Eşinin de bu umarsız çabalarını neredeyse alaycı denebilecek bakışlarla izlemesi işini hiç kolaylaştırmıyordu.
O gece hayatının en zor gecelerinden biriydi. Sırt sırta vermiş yatan iki yabancıydılar. ikisi de diğerinin uyumadığını bildiği halde uyuyormuş gibi yapma oyununu bozmadı.
Ertesi gün özel hastanedeki doktor malumun ilanından başka bir şey söylemedi. Riskliydi ama kontrollü bir şekilde çocuk yapabilirlerdi. Sürekli gözetim alıntında olursa sağlıklı bir çocuk yapabilirlerdi. Ama çocuğun hasta olamayacağına ilişkin %100 garanti veremiyordu.
Hastane çıkışı eşini işine bıraktı kendi işine gitti. Günlerden Cuma olduğu aklına geldi. Öğlen izin aldı camiye gitti. Hiç adeti değildi. Hatta inançlı bir insan bile olduğu söylenemezdi. Ama çaresiz kalan her insan gibi sığınacak bir yer arıyordu. Belki de ağladığının belli olmayacağı bir yer. Gözlerinde yaşlarla namazını kıldı...
Günler günleri kovalarken eşiyle bu konu hakkında hiç konuşmadılar. Ama ikisi de yokmuş gibi davrandıkları gerçeğin altında eziliyordu. Doktorun "gözetim altında çocuk yapabilirsiniz" telkinine karşılık ikisinin de gözlerinin önüne akdeniz anemisi hastası çocukların fotoğrafları geliyordu.
Burun kökü çökük, alın ve elmacık kemikleri çıkık, üst dişler öne fırlamış, baş dört köşe şeklinde... çoğu ergenlik dönemini bile göremeyecek çocukların fotoğraflarıydı onların birbirine dokunamamasının nedeni.
Bir beyaz kağıdın tabuta dönüştürdüğü bir zaman huzur buldukları evlerindeki ölüm sessizliği kadının konuşması ile bozuldu. "bu böyle devam etmez. Ben boşanmak istiyorum..." sırtından bıçaklandığını hisseden erkeğin haykırışları, çığlıkları sese dönüşmedi. Ağzı mühürlenmiş gibiydi. içi daraldı. Nefes alamıyordu. ağlamak isteyip de ağlayamadığı zamanlarda olduğu gibi boğazı düğümlenmişti...
Zorla kendini evden dışarı attı. Bir yandan yürürken diğer yandan %100 garanti veremeyen doktora, tıp’a, hastalığa, kadere en çok da kendine ağız dolusu küfür etti.
Şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşandılar...
Oğlan ara ara hafiye gibi gider kızı izlerdi. Kız bankacıydı. Masası bankanın sokağa bakan tarafındaydı. Hala çok güzeldi. Bir şekilde yaşama tutunmaya çalışıyordu.
Ortak arkadaşlarından eski karısının evleneceğini öğrendiğinde kahrolacağını bile bile düğününe gitti. Sanki kendine çektirdiği acılar artınca huzura erecek gibi psikopat bir cellat iştahıyla kendine eziyet ediyordu. Kapıda bir zamanlar anne baba dediği kayın validesi ile kayın babası düğüne gelenleri karşılıyordu. Onu görünce boyunlarını büktüler. Bir şey diyemediler. Oğlan da oraya arıza çıkarmaya gelmemişti zaten. Usulca en izbe köşeye geçti. Göz yaşlarını içine akıtarak düğünü izledi.
Düğün gününden sonra eski karısını takip etmeyi bırakmıştı. Çoğu zaman eski karısının çalıştığı bankanın bulunduğu sokaktan bile geçmiyordu. Ama bazen dayanamıyor. Arabayla bankanın önünden geçip birkaç saniyeliğine de olsa eski eşine bakıyordu. yaraya tuz basmak dert miydi yoksa derman mı bilmiyordu...
Bir beyaz kağıdın kaderini değiştirdiği o günden sonra oğlanın hayatta keyif aldığı tek şey eski eşi ile onun çocuğunu birlikteyken izlemekti. insanın canını yakan şeyin aynı zamanda yaşamının anlamı olmasına bir anlam veremeden buna yıllarca devam etti.
Oğlan bir ömür evlenmedi. Herhangi bir çocuğu kucağına alıp sevemedi... Bir park, bir anne ve bir çocuktan ibaret cehenneminde yandı, durdu...
Bu kelimeler sadece nefeslerin değil bedenlerin de birbirine karıştığı o anı tanımlamaya yetmezdi. Her dokunuşta yumuşaklığının verdiği hazza doyamadığı bacakları belinde, altında inlerken çıkardığı sesler kulaklarında, nefesi koynunda hissediyordu. Nemli olan sadece kadınlığı değildi. Her ikisi de terden sırılsıklamlardı. Ritmini artırdığında kadının kalçalarını yukarı kaldırarak en derinlerine ulaşmasına izin vermesini keyifle fark etti. Ritmini artırırken doruğa ulaşmaya saniyeler kaldığını hissediyordu. Tam o anda dudaklarında "ceyla" adı döküldü. işte o anda gözlerini açtı. Altında zevkten inleyen kadının ceyla olmadığını fark etmesiyle penisinin küçülmeye başlaması bir oldu. Saniyeler önceki aslan yerini süt dökmüş kediye bırakmıştı. Altındaki kadın penisinin boşalmadan önce küçüldüğünü anlasaydı gururu daha çok incinir miydi acaba? Neyse ki o orgazma ulaşmış suratında aptalca bir sırıtma ile uzanıyordu.
Bilirsiniz. Dünyanın en gizli sırrı değildir. Sevişmek keyiflidir. En olmayacak kişileri baştan çıkarmanın, en sapık fantezilerin uygulanacağı fahişeyle birlikte olmanın hatta sizi çekmeyen fiziğe/kişiliğe sahip kişilerle bile sevişmenin bir tadı vardır. Ama sevdiğinde sevişmek başkadır. Benzersizdir. Tarif edilemez. Sadece hissedilir. Sevişirken değil ama. sevişme bitiminde tüm kaslara tatlı bir yorgunluk yayılırken göz kapaklarınız bile açılamayacak kadar ağırlaşmışken zihninizde sevdiğinizin görüntüsü ya da kesif bir karanlık yerine alakasız bir görüntü canlanıyorsa ya da içiniz en ufak bir huzursuzluk hissediyorsanız sevdiğinizle sevişmemişsinizdir ve mutlak zevki tatmamışsınızdır. Ender işte bu huzursuzluğun pençesinde kıvranıyordu ve bir zamanlar tattığı mutlak zevki farklı bedenlerde arıyordu.
----------------- 12.11.2010 ------------
Ceyla'nın ısrara hiç tahammülü yoktu. Ama ısrar eden 5 yaşındaki torunu olunca karşı koymadı. dur dedi şoföre. Menüde hediye ettikleri oyuncaklarıyla çocukların kalbini fetheden bir fast food zincirine girdiler. Ceyla hiç hazzetmezdi bu tip yerlerden. Bu hissiyatın oluşmasında buraları kalitesiz, ucuz, bayağı bulmasının yanında halka karışmış olmanın verdiği huzursuzluk da etkiliydi. Sipariş verirken kendisine de su söyledi. Gelen su asitli içeceklerde ünlü bir markanın kalitesiz suyu olunca tezgahtan almaya tenezzül etmedi. Bilgün daha yemeğini bitirmeden oyun parkına geçince Ceyla da kendini ortamdan soyutlamak adına telefonuna daldı. Bir süre sonra Bilgün'ün çığlığı ile hızlıca yerinden kalkıp bahçeye koştu.
Gençten bir çocuk bilgün'ü kucağını almıştı. Bilgün'ün kanayan dizine peçete koymuştu. Ceyla koşaradım yetişti. Eğilerek bilgün ile ilgilenmeye başladı. Canı yanan ve Kandan korkan küçük kızı teselli ediyordu. Ceyla geldiği andan itibaren ender doğrulmuştu ama gidemiyordu. Bilgün'ün paniği geçmesiyle birlikte gencin hala ayakta durduğunu anlayan ceyla teşekkür etmek için doğrulurken gencin göğüslerine bakıyor olduğunun farkına vardı. Yakalanmanın verdiği mahcubiyetle pembeleşen yanaklarıyla çok sevimli geldi çocuğun yüzü.
Ceyla masaya davet etti. Bir yandan sohbet ederlerken diğer yandan en son ne zaman birinin pürdikkat göğüslerini kestiğini düşünüyordu. Epey olmuştu... Kızması gerekirdi belki ama gencin kendisinden etkilenmiş olması gururunu okşadı.
"Ender"di çocuğun adı üniversite 3. sınıftaydı, işletme okuyordu. Devlet yurdunda kalıyordu. Orta halli bir ailenin çocuğu olduğu her halinden belliydi. Kendisiyle ilgili bir sürü gereksiz ayrıntıyı anlatırkenki doğallığı çocuk yüzünü daha da güzelleştiren gamzeleriyle birleştiğinde dikkat çekici oluyordu.
Telefonu çalıyordu. Randevusuna geç kalmıştı. Aceleyle kalktılar. Çocuk onları arabalarına kadar eşlik etti. Ceyla arabaya bindikten sonra kartvizitini ender'e neden verdiğini düşünüyordu. Kartını uzatırken öğrencilere burs veren bir vakfın başkanı olduğunu söylemeyi ihmal etmemişti. Kendini düğünlere sahip olduğu tüm takıları takıp takıştırarak giden görgüsüzlere benzetti. "aman neyse ne" dedi başına buyruk bir şekilde uzun yıllardır yaşamadığı kadar farklı birkaç saat geçirmişti ya önemli olan oydu.
Günler sonra ender aradığında, oltasına takılan balığı yavaş ama keyifle çeken bir balıkçı gibi hissetti kendini. Vakfa görüşmeye çağırdı. Hoş vakfa çağırmadan da bursu çıkarabilirdi ama "çıtırı" bir daha görmek hiç fena olmazdı. "Çıtır?" nereden hatırlıyordu bu kelimeyi. "Evet ya şimdi oldu". Boşandığı kocası o sürtük sekreter için kullanmıştı bu kelimeyi. insan nasıl da nefret ettiğine benziyordu...
----------------- 03.05.2011 --------------
Tarihler 3 Mayıs'ı gösteriyordu. Uğursuz bir gündü. Kızı ile serseri damadının aşırı doz uyuşturucudan ölümlerinin yıldönümüydü. Bilgün'ün öksüz ve yetim kaldığı günün yıldönümü... Çevresindeki kalabalık bugün görmek isteyeceği en son kişilerdi. O da ender'i aradı.
Ender gelen telefona şaşırmıştı ama hemen hazırlanmaya başladı. Kıyafetlerinden hangisi daha ciddi durur ve kendini daha büyük gösterirdi acaba? Nedense ceyla hanımın yanında kendini çocuk gibi hissediyordu. Ceyla hanıma hem saygı duyuyor hem de onu beğeniyordu. Fransız asilzadelerini anımsatıyordu ona. Niye bu benzetmeyi yaptığı üzerine epey düşünmüştü. belki asil deyince aklına Fransızların geldiğindendi. Belki de Audrey tautou'ya benzettiğinden... Onun gibi duru bir güzelliği, ince dudakları, çıkık elmacık kemikleri, karanlığında kaybolunacak büyük simsiyah gözleri vardı. Ama hayalindeki audrey'in aksine otoriterdi ceyla hanım, vahşiydi.
ilk karşılaşmalarının gecesini hatırladı. Rüyasında onu görmüştü. Islak bir rüyaydı. Sabah üstü başı batmışken "dostum çok mu milf filmi izledin" diye kendi kendine söyleniyordu. Sonrasında birkaç kez mastürbasyon yaparken ceyla hanımı düşünmüştü. kendisine yardımcı olan kadınla ilgili ahlaksızca hayaller kurduğu için kendinden utanıyordu ama aynı zamanda tanıştıkları ilk günü ve dikizlediği göğüslerinin güzelliğini düşünüyordu. Büyük değildi göğüsleri, belki de bu yüzden sarkmamıştı ama belliydi ki hala sıkıydı. ince bir fiziği ve yuvarlak kalçaları vardı. Düzenli spor yaptığı belli oluyordu. ince uzun bacaklarıyla da tamamlanıyordu sanat eseri. Arkasından gören kimse yaşlı bir kadın olduğunu düşünmezdi. Her ne kadar torunu olsa da ona yaşlı denemezdi. "Olgun" evet kelime bu. olgundu o. Yaşından genç gösteren bir olgun. Yaşının izlerinin ellerindeki yaşlılık benlerinde, gözlerinin kenarlarındaki kırışıklıklarda ve biraz da gıdısında görülebildiği bir kadındı o.
Sıkıca at kuyruğu yapılmış saçlarından bir tel bile o düzeni bozmaya cesaret edemeyecek gibiydi. Tam bir otorite abidesiydi. Bu onu daha cezbedici kılıyordu. Tekrar çadır kurmaya başladığını hissettiğinde "saçmalama" dedi kendi kendine "kadının torunu var. sen nasıl bir adamsın? Sana biraz şefkat gösterdi diye şımardın hemen" sonra kalktı ve saçlarını jöleledi. Çok jöle sürmüştü, saçları yapışıyordu. Bir şekil veremeyince saçlarını yıkadı kuruladı ve tekrar jöle sürdü bu sefer fena olmamıştı.
Buluştuklarında Ceyla'nın her zamanki haline göre daha durgun olduğunu anlamıştı. Ne demekti "her zamanki hali" Sanki çok mu yakından tanıyordu. sadece birkaç kez görüşmüştü. Bu görüşmelerden zihninde kalan dudağının kenarındaki hafif gülümsemeydi. Çok beğendiği bir espri olduğunda attığı kahkaha kulaklarındaydı. Nasıl tanımlamalıydı o kahkahayı? Şuh, yırtıcı, dominant, özgür... Evet özgür. Doğru kelime buydu. Bugün ise onu neşelendirme çabalarına donuk bir tebessümle karşılık veriyordu.
Moralinin bozuk olduğunun ender tarafından anlaşılmıştı. Ender onu neşelendirmek için türlü komik olayları anlatıyordu ama ne kadar istese de gülemiyordu. Şoföre izin vermişti arabayı kendi kullanıyordu. Bir alışveriş merkezinde lüks bir mağazaya geçtiklerinde aptalca bakan ender'e "sana birşeyler almak istiyorum sen beğen ama son onayı ben vereceğim" dedi. Ender'in şartsız itaati ve onun üzerinde hakimiyeti olduğunu bilmek durumdan keyif almasını sağlıyordu. Ender birkaç ürünü denemek içim soyunma kabinine gittiğinde aklına bu mağazayı nereden hatırladığı geldi. Kocasının o şırfıntı sekretere elbiseler aldığı mağazaydı bu. Fişlerini bulmuştu. 15 yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen bazı şeylerin unutulmadığını anladı. Düşünceleri kabinden çıkan ender'i görmesiyle dağıldı. Beğenmişti üzerindekileri. "Sen de yeni bir şey almalısın. Bugün yeni cicilerimizle dolaşalım" dedi ender. "Cici mi?" diye düşündü ceyla. "Bebelerle takılırsan bunları çekersin" diye geçirdi içinden. Ama söylendiği durum gülümsetmişti de kendini. "tamam sen seç" dedi. Sırtın bir kısmını açıkta bırakan göğüs dekolteli ve bir tarafı dizlerinin altındayken diğer tarafı üstünde olan asimetrik bir elbise ile geldi ender. Uzun zaman olmuştu bu kadar iddialı bir elbise giymeyeli. Ama yine de kırmadı ender'i. Göğüs dekolteli bir elbise seçmiş olması da hoşuna gitti. Demek beğenmişti göğüslerini...
Elbiseyi değiştikten sonra ender'e doğru yürüdü. Yavaşça eğildi. Ender'in yavaş çekimde önce göğüslerini, sonra dudaklarını, sonra da gözlerini görmesini sağladı. Sonra ender'in gözleri dudaklarının hizasına gelene kadar yükseldi ve şuh bir şekilde "yakışmış mı?" diye sordu. Ender'in cevap vermeden önce yutkunması cevap olmuştu zaten. Tam üstünü değiştirmek için kabine geri dönüyordu ki ender'in seslendiğini duydu "ceyla üstünü değiştirme lütfen" ilk kez ona "ceyla hanım" dememişti. Hoşuna gitmesine rağmen döndü "ama ayakkabılarım buna uygun değil" dedi. "uygun ayakkabıları da al o zaman" dedi pervasızca ender. Sonra ekledi "paran yoksa borç verebilirim" bu espri yüzünün gülmeyeceğini bile düşündüğü bir günde kahkaha attırmıştı ceyla'ya.
Beğendiğini ayakkabıyı denemesine yardımcı olan tezgahtarın bacaklarına baktığını görünce kıskanması ve "ben yardımcı olurum" diyerek tezgahtarı uzaklaştırması, sonrasında ayağını sanki bir hazineymiş gibi özenle tutarak ayakkabıyı giydirmesi, bu sırada çaktırmamaya çalışarak bacaklarını süzmesi ceyla'daki matem havasını dağıtmıştı. ilk kez o an sahip olmak istemişti bu çıtıra.
Ayakkabılar da tamamdı. Tam alışverişi bitirecekken. "Fileli çorap da giymeni istiyorum" dedi. Ondan herhangi bir şeyi emrivaki olarak isteyebilecek kimse yoktu dünyada. Ender'in çocuksu cüreti bir yandan kızdırsa da diğer yandan hoşuna gitti. "bu elbise ve bu ayakkabıyla uyumsuz olur" diyecekti ki vazgeçti. Bugün ender'in günüydü.
Alışverişi tamamlayıp mağaza dışına çıktıklarında ender koluna girmek isteyince refleks olarak izin vermedi. "bir gören olur" endişesi sınırsız özgülüğe sahip olan kişilerde bile vardı. Arabaya doğru geçtiler. Poşetleri yerleştirip arabaya oturduktan sonra ender'in yüzüne baktığında, elinden elma şekeri alınmış çocuk gibi somurtuyor olduğunu gördü. "Bozulma" dedi ve yanağına bir öpücük kondurduktan sonra kısık bir sesle noktayı koydu "evde sana kendimi affettireceğim".
Eve gittiklerinde ceyla hanım şarap servisi yapıyordu. Efes güneşine alışkın damak için zevke açılan kapıydı bu şarap. Karşısında ceyla'nın bacak bacak üstüne atmış olması ve gözlerinde iştahla kendini izliyor olması da ayrı bir keyif veriyordu ender'e. Kendisi kuklaydı, ceyla kuklacı. iplerini ceyla'ya teslim etmişti. Kuklacının kendisini şehvet denizinde boğulmaya götürdüğü hissettiğinden olsa gerek hiç de şikayetçi değildi halinden. Bilakis hoşlanmıştı bu oyundan. Yine çadır kuruyordu. Penisinin olur olmaz zamanlarda kalkmasını engellemek isterdi hep ama bugün o günlerden değildi. Bacaklarını ayırarak ceyla'nın da dikkatini çekmesini sağladı. Ceyla mesajı almış, elinde şarap kadehi olduğu halde süzülerek yanına kadar gelmiş teklifsizce dizlerinin üzerine çökmüştü...
Ender'in gözleri kapalıydı ve bu durumun kaç dakikadır sürdüğü konusunda bir fikri yoktu. 17 yaşından bu yana 4 farklı kız arkadaşı ile onlarca defa cinsel deneyimi olmuştu. Ama ceyla'nın sadece ağız ve diliyle yaptıkları cinsel deneyimlerinin toplamından fazla zevk almasını sağlamıştı. Gözlerini açtığında ceyla'nın halinden memnun ve kendinden emin bir şekilde gülümseyerek ayakta durduğunu gördü. "Bu kadar kolay elimden kurtulamazsın çocuk" sözlerini duyduğunda uzun bir gecenin kendisini beklediğini anlamıştı.
Boşandıktan sonra duygusal olarak yakınlaştığı birkaç erkek olmuştu ceyla'nın. Bu erkeklerin ortak özelikleri yaşları, kariyerleri, sosyo-ekonomik durumları vs. özellikleri itibarıyla aynı sınıftan olmalarıydı. Bazısıyla cinsel birliktelik de yaşamıştı ama kocası dahil hiçbir erkekle bir gece önceki kadar ateşli gece geçirmemişti. Yasak elmayı yemiş gibi hissediyordu kendini. Bir 3 mayıs gecesi kızını almıştı ama bir başka 3 mayıs gecesi kadınlığını geri vermişti. Meleği yanında mışıl mışıl uyuyordu. Onu bu kadar hırpalamış olmak kendisiyle gurur duymasına vesile oldu. Formundan bir şey kaybetmemişti demek ki.
Günler geçtikçe ceyla ender ile daha çok vakit geçiriyordu. Beraber alışverişe, sinemaya, konsere, tenise gidiyorlardı. ikisi de halinden memnunlardı. Ceyla çalan telefonunda boşandığı kocasının ismini görünce şaşırdı. Sinirli konuşmasından ender ile birlikte görüldüğünden haberi olduğunu anladı. Eski kocasının köpürerek konuşması havlama gibi gelmişti. Bir sonra verdiği birkaç saniyelik es "o çocukla yattın mı?" sorusuna cevap vermesi içindi. "bu soruyu sormak senin ne haddine" diye cevap verebilirdi daha aşağılayıcı bir cevabı olmasaydı. "Çocuk dediğin senin 25 yıllık evlilikte yapamadığını yapıyor. gecede 3 defa boşaltıyor beni. Ayrıca o çocuğun (çocuk kelimesini özellikle vurgulayarak) erkekliğini görseydin adamlığından utanırdın!" bel altı vurmuş olmanın hazzı mı? eski kocasının diyecek bir şey bulamayarak sinirli ama çaresizce telefonu kapatması mı? bağımsız olduğunun altını çizerken takındığı arsız tavır mı? yoksa yılların intikamını almış olmasından mı bilinmez çok keyiflendi. Kocasının sekreterler ilişkisinin başladığı dönemlerde çapkınlık arkadaşı ile yaptığı telefon konuşmasını hatırladı "ceyla kadın ise Zeynep nedir bilmiyorum!" Yıllar sonra içi soğumuştu.
Ceyla ile ender beraberliklerini alenen yaşamaya başlamışlardı. Davetlerde boy gösterirken ender'in koluna girdiğinde onun göğüslerinin kabardığını ve bu durumdan gururlandığını gözlemliyordu. Artık cemiyet hayatının en önemli gündemiydi beraberlikleri.
Bir öğle sonu ceyla'nın arkadaşları toplanmıştı konuşacak daha değerli bir konu olmadığından ceyla'nın yüzüne kendi dedikodusunu yapıyorlardı. "ceyla gözlerinin altı da morarmış uyutmuyor mu senin çocuk?" diye alayla karşılık merakla başlayan muhabbet olgun kadın ile genç erkeğin yatak odalarına ilişkin akıllara gelen türlü fantezilerle ilgili sorularla devam ediyordu. Ceyla'yı sorularla sıkıştıranların çoğu yaşıtlarıydı. Onlar için ateşli yatak odası maceraları geride kalmıştı. Çoğunun kocasının genç sevgilileri vardı. Kendilerinin de zaman zaman jigolo tuttukları yönünde dedikodular vardı ama bunlar süreklilikten ve duygusal bir tatminden uzak geçici çözümlerdi. Ceyla'ya sordukları soruların çoğu kendi fantezileriydi. ceyla sorulara ve hakkındaki yorumlara bıyık altından gülüyor. Bu hali arkadaşlarının onu daha da kıskanmasına neden oluyordu. ceyla yoğun ısrarlar sonucu "genç bir çocukla sevişmek nasıl?" sorusuna "yalnızca 20'li yaşlarının başındaki bir çocuk, 650 metrekare olan evde 6 metrekarelik ütü odasında sevişmek ister. Artık gerisini siz düşünün" demişti. Bu cümleyi yavaş yavaş ve ballandıra ballandıra söylemişti. Bu sözler üzerine karşısındakilerden bazılarının huzursuzca ayak ayak üstüne attığını, bazılarını ter basarak yellenmeye başladığını, bazılarının gözlerinin dalıp ellerinin boynuna gittiğini görebiliyordu. istediği etkiyi yaratmıştı.
------------ 08.09.2012--------------
Bir senelik beraberliklerinin sonunda ender yaz okuluna kalarak da olsa okulunu bitmişti. Eylül ayında Ceyla mezuniyet hediyesi olarak italya gezisine götürdü ender'i. Planlamayı serbest bırakmıştı. Ama milano'ya ayak bastıkları günün ertesinde inter-milan maçına gideceği aklının ucundan geçmezdi. Hayatı boyunca birkaç dakikadan fazla futbol maçı izlememişti. Ama bu çocukla beraberken olmaz diye bir şey yoktu. 90 dakika ayakta maç izlemiş, gollük pozisyonlarda heyecandan çığlıklar atmış, gollerde havaya uçmuştu. Hatta hakeme italyanca küfür bile etmişti. Tribündeki diğer taraftarlar telaffuzun farklılığından turist olduklarını anlamış küfürlerine gülmüşlerdi. çok eğleniyorlardı.
Duomo di Milano katedralini gezerken ender'in bu büyük mimari yapıdan etkilenmiş olmasını dikkatle izliyordu. Hemen hemen her köşesini fotoğraflamıştı. Nihayet katedral gezmesi bittiğinde "La Galleria" da alışveriş yapmışlardı. Gece "La Scala"ya operaya gitmişlerdi. Ceyla çok etkilenmişti ama ender'in sıkıldığı, müziği unutup binayı incelemesinden belli oluyordu. Program sonlanmadan kalkmışlar otellerine geçmişlerdi. Ceyla birazdan zevk dolu dakikaların başlayacağını biliyordu. Tahmin ettiğinden de iyisi olmuştu. Ender mutlu olduğunda adeta minnetini göstermek istercesine yatakta çok daha iştahlı oluyordu.
Ertesi günün sabahında kahvaltıda ceyla ender'e "hazır italya'dayken evlenelim" dedi. Bu bir teklifti ama emrivaki bir teklifti. Ender bunu beklemiyordu. Memnun oldu ama "emin misin? Çevren ne der buna? " diye sordu. Ceyla "beni tanımadın mı çocuk? Kararımı ben veririm çevrem de bunu kabullenir" dedi. ceyla sinirlendiğinde ender'e "çocuk" diye hitap ederdi. ender buna kırılıp üzülünce boynunu büker hakikaten çocuk gibi olurdu. ceyla sonrasında bu haline dayanamaz onu teselli eder ve genellikle bu teselli faslı yatakta sonlanırdı.
italya'da evlenmek ikisi için de pratik bir çözümdü. Ne ender'in ailesi kız isteme süreci yaşayacak - ki ceyla ender'in ebeveynlerinden daha yaşlıydı - ne de ceyla'nın düğünü magazin gündemine oturacaktı. Dönüştü başta kocası olmak üzere herkesin şok yaşayacağına emindi ama bundan da ayrı bir zevk alıyordu.
Venedik'te evlendiler. Birkaç gün de orada kaldılar. San marko bazilikası'nı gezerken ceyla sarıklı figürlerin osmanlı'yı temsil ettiğini söylediğinde ender'in ağzı açık kalmıştı. Ceyla ender'in yanında kendini çok daha kültürlü hissediyordu.
Ender planlamayı yaparken "pisa kulesine de" gidelim dedi. Ceyla "boşuna zaman kaybı kuleden başka bir şey yok. orada vakit harcayacağımıza roma'da daha çok eğlenirsin. Tarihe meraklısın roma'ya bayılacaksın" dedi. Ama ender meraklı gözlerle kendine bakıyordu. Bu bakışı ceyla'nın aklına yıllar önce kızına aldığı süs köpeğini getirdi. O da öyle ne zaman dışarı çıkıp gezmek istese gözlerini diker dilleri dışarıda, kuyruğunu sallayarak ceyla'ya bakardı. Bir an ender'in de kuyruğu var mı diye bakmak geldi içinden. Bu düşüncesi gülümsetti. Sonra ender'e "tamam pisa'ya gidelim" dedi.
Pisa kulesi gördüklerinde ender ilk başta çok etkilendi. Tüm aptal turistler gibi kuleyi eğiyormuş ya da sırtına yüklüyormuş fotoğrafları çekildi. Ender çevredeki zenci satıcılardan Michelangelo'nun David heykeline ithafen yapılan ancak penisin çok daha uzun olarak baskılandığı baksırdan aldı. Bunun komik olduğunu düşünüyordu. "ah bu çocuk" diye içinden geçirdi ceyla. Sonra kuleye çıkıp dolaştılar çevrede fazla bir şey görmeyince geri iniyorlardı ki ender "evet ya kuleden başka bir şey yokmuş pisa'da, sen söylemiştin ama, üfff hep haklı çıkmandan nefret ediyorum" dedi. Ceyla'nın yüzüne gururlu bir gülümseme yayılıyordu.
Uzun bir roma gezisi oldu. Kolezyum, antik roma kalıntıları, pantheon, vatikan ile tarihe ve mimariye doydular, ispanyol merdivenlerinde sarmaş dolaş oturdular, Trevi (aşk) Çeşmesine para atıp dilek tuttular. Tarihe baktıkça aşka geldiler. Aşka geldikçe öpüştüler. Ender'in vatikan'da melekler ve şeytanlar filminde gördüklerini tekrar gördüğünde gözlerinin açılması, ceyla'nın daha önce izlemiş olduğu filmi heyecanla anlatması internette araştırdığı kadarıyla bazı yüzeysel bilgileri vermesi ve kendini ceyla'ya ispatlama çabası onu çok sevimli kılıyor ve bu sıradaki mimikleri ceyla'nın hafızasına nakış gibi işleniyordu.
Roma yolculuğu yorucu olmuştu çünkü çoğu yeri yürüyerek dolaşmışlardı. Türkiye'ye dönüşlerinde bitkinlerdi. Buna rağmen aynı gün gecesinde ender italya'dan aldıkları şaraplardan birini açmıştı. Kafaları güzel olmaya başladığında dans ettiler, dans ettikçe içtiler, içtikçe dans ettiler. Sonrasında ateşli bir şekilde sevişmeye başladılar. Ceyla yorgundu buna rağmen aktif (üstte) olmak istemişti. Ritmi hızlandırdıkça nefesinin sıklaştığını ama ciğerlerinin buna karşılık vermede yetersiz kaldığını hissediyordu. Buna rağmen devam etti. Sırt üstü uzanmış ender'e ata biniyormuş gibi biniyor olmak, ona sahip olmak, onun gözlerinin zevkten kaymış olduğunu görmek kendini daha çok hırslandırıyordu. içkinin etkisinden olsa gerek ender'in boşalması uzun sürdüğünde sevişmeleri uzamıştı, yoruluyordu ama hiç şikayetçi değildi. Kan ter içinde kalmasına ve gittikçe nefesi daralmasına rağmen hızlanarak devam etti. Yoğun bir orgazm yaşadılar.
Kendini yatağa attığında dakikalar geçmesine rağmen ne terlemesi duruyor ne de rağmen göğsündeki ağrı dinmiyordu. Sancıları daha da arttığında bilincini kaybetmişti. Gözlerini açtığında hastanedeydi ceyla. yanıbaşında ender'i gördüğüne memnun oldu. Ender sevinçle ellerini tuttuktan sonra koşarak dışarı çıktı birkaç dakika içinde doktor ile geri dönmüştü. Doktor kalp krizi geçirdiğini, ender beyden öğrendiği kadarıyla tatilin yorucu olmasının bu durumda etkili olduğunu, bir gün daha hastanede kaldıktan sonra taburcu edileceğini ancak dinlenmesi gerektiğini söyledi.
Evlerine gittiklerinde ender etrafında dört dönüyordu, ilaçlarının saatini takip ediyor, kendine masaj yapıyor, her ayağa kalktığında koluna giriyor, hatta buna gerek olmadığını söylemesine rağmen yemeğini bile yediriyordu. arkadaşları ziyaretine geliyor, hasta yatağındaki ceyla'ya ender'in ilgisini gördükçe kıskançlıkları gözlerinden okunuyordu. italya'da bulundukları süre içinde dedikodulardan geri kalmıştı ceyla. Bir arkadaşından akım başlatmış olduğunu artık yakın arkadaşlarının çoğunun genç çocuklarla beraber olduğu yönünde dedikoduların bulunduğunu öğrendi. Hiç güleceği olmadığı halde bu habere kendine has kahkahalarından biriyle karşılık verdi.
Eski kocası ziyaretine gelmedi. Yanında arkadaşlarının olduğu bir zamanda telefon açmıştı. Geçmiş olsun dilemek yerine geçen seferki tartışmanın rövanşını almak ister gibiydi. Aklınca laf soktu "genç çocuklarla takılırsan yaya kalırsın". Ceyla dayanamadı "seni kocam hakkında saygılı konuşmaya davet ediyorum, artık evlendik bunu kabullensen iyi olur" dedi. Arkadaşlarının ağzı açık kalmıştı. Telefondaki kocasının da farklı olmadığını biliyordu. intikam almak isterken bir kez daha mağlup olmuştu. yine cevap vermeden telefonu kapattı. eski kocasının kuyruğunu kıstırması gelenek halini almıştı. Telefon konuşmasını duyan arkadaşlarının bu dedikodu hızla yayacağını bilmesine rağmen umursamadı.
Kalp krizinden sonra ceyla kendinden sonraki geleceği planlama gereği duydu. Kocasının olası hamlelerine karşılık ender'i ve torununu garanti altına almak istiyordu. Avukatıyla mütalaası sonucu hastaneden akıl sağlının yerinde olduğuna ilişkin heyet raporu aldı. Kendisine bir şey olması halinde servetinin yarısının bilgün'e (torununa) diğer yarısının da ender'e kalması için vasiyetini hazırlattı. Ne yıllardır kendisiyle ilgilenmeyen haset akrabalarının, ne eski kocasının ne de kızının ölümüne neden olan damadının çapulcu ailesinin tek kuruş almasını istemiyordu.
Kalp krizinden sonra hayatları daha kontrollüydü. Ender ceyla'nın üzerine titriyor yorulmamasını sağlıyordu. Birkaç ay sonraydı ceyla kendini iyi hissettiğinde ve ender ile sevişmek istediğini söyledi. Keyifli bir ön sevişmeden sonra ender kasıklarının arasına eğilmişti. Ender devam ettikçe olay artık ön sevişmeden çıkmış oral sekse dönmüştü. Ceyla bundan keyif almıştı ve beklediğinden çabuk boşalmıştı. Biraz dinlendikten sonra erkeğini boşaltmak için üzerine çıkacakken ender onu durdurdu. Kendisini yormaması gerektiğini söyledi. Ceyla'nın aylar sonra yaşadığı ilk orgazm buruk bir sevinç olarak kaldı içinde. ilk kez ender'in yanında kendini yaşlı hissetti.
---------14.11.2012-----------
Artık kendini iyi hissetmesine rağmen ender'in kuyruk gibi peşinde dolanmasına kızmaya başlamıştı. Üzerine titrediği için yaptığını biliyordu ama her ayağa kalktığında koluna girmeye çalıştığı için tersledi ender'i. Aslında yaptığı saçmaydı. Boşu boşuna kırmıştı çocuğu ama kendini yaşlı hissetmek istemiyordu. Son zamanlardaki sevişmelerinde ender'in eski haşinliği kalmamıştı. Bu duygusallık ilk başlarda hoşuna gitse de ender'in kendini korumak amacıyla böyle sevişmesi, bir zamanlar otorite ve güç timsali olduğu sevgilisinin gözünde narin bir çiçeğe dönüştüğünün göstergesiydi. bu durumun yol açtığı hayal kırıklığı hırçınlaştırmıştı ceyla'yı.
Aynı günün gecesiydi. Ceyla güzel bir sofra hazırlattı. Yemekte başladıkları şaraba ender'in yeter demesine inat gecenin ilerleyen saatlerinde de devam ettiler. Sonrasında yatak odasına geçtiler. ceyla iyi olduğunu ender'e ispatlamak istercesine her zamankinden daha agresifti. Muhteşem bir sakso ile ender'in erkekliğini uyandırdıktan sonra dirsekleri ve dizleri yatağa temas halinde kalçalarını havaya kaldırarak durdu. ender arkasına geçmesi gerektiğini anladı. Daha önce ender bu pozisyonda sevişmek istemesine rağmen ceyla kadını aşağıladığı düşündüğü bu pozisyonda sevişmeye yanaşmamıştı. Şimdi ise yapabildiğini göstermek istiyordu, narin bir çiçek olmadığını, ne pahasına olursa olsun erkeğini mutlu edecek bir kadın olduğunu ender'e ispatlamak istiyordu. Ölecekse bile ceyla gibi ölmeliydi. Gururlu. Güçlü. Gidişi bile muhteşem olmalıydı. Ender yumuşakça girdi ceyla'nın içine, kalçalarından tutarak narin bir şekilde sevişiyordu. Dakikalar geçtikçe ceyla'nın iyi olduğunu ve zevkle inlediğini gördükçe ender'in korkuları azaldı. Eski günlerdeki gibi sert ve haşince git gellerine başladı. Bir yandan kalçalarına tokat attıkça çıkan sesten keyif alarak daha da hızlandı. Ceyla tekrar kendini arzulanan kadın olarak görmeye başladı. Biraz yorulmaya başlamıştı ama şu an mola veremezdi. Hareketler hızlandıkça sırtından ter boşaldığını hissetti. Loş ışıkta sırtının terden parladığını ve ender'in bunu sevdiğini biliyordu. Omzunun üzerinden geriye doğru baktığında ender'in güçlü elleriyle kalçalarını avuçlamış bir şekilde git-gellerine devam ederken gözlerinin parladığını ve zirveye yaklaştığını anladı. Tekrar gençleşmiş gibi hissediyor, kendi de adım adım zirveye yaklaşıyordu. Terden saç diplerinin yapışmış nefes alış verişi hızlanmış ve göğsünde ince bir sızı başlamıştı. Şu an çok keyifliydi, birazdan geçerdi. Erkeğinin hareketleri iyice hızlanmıştı en derinlerinde ender'i hissederken nefes nefese kalıyordu. Acı yayılıyordu ama Nasıl olsa birazdan bitecekti o zaman dinlenirdi. Şu an bırakamazdı. Ender'in sesi yükselmeye başladığında kendi kasılmaları da artmıştı. Bir yandan kasıkları zevkle kasılırken diğer yandan göğsündeki kramp kendisini iyice hissettiriyordu. Acı ve zevkin karışımı ile hayatının en keyifli orgazmını yaşadı.
Ender yatağa yıkıldı. Sırt üstü uzandı. Ceyla kendine sokuldu bir kedi yavrusu gibi koynuna geldi. Nefesi toparlandıktan ve Biraz kendine geldikten sonra başını ender'in göğsünden kaldırdı gözlerinin içine bakarak "seninle yaşadığım her saniyeye değdi. Teşekkür ederim" dedi. Başı tekrar göğsüne düştüğünde ender kendini büyümüş hissediyordu. Gözleri ağırlaştı huzurlu bir uykuya daldı. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu. Bir ürpertiyle uyandı. Ceyla'nın vücut sıcaklığının düşmüş olduğunu hissetti. Uyandırmamak için özenle kalktı. Ceyla'nın üstünü örttü. Ama ceyla'nın yüzü olduğundan beyazdı. Endişelenmişti ve endişelenmekte haklıydı. Ceyla nefes almıyordu.
------------------
Hayatta iki türlü pişmanlık vardır. Hatadan geri dönülebilecek olan ve olmayan. Ender'inki en acı pişmanlıktı. Yapmamalıydı. Dikkatli olmalıydı. Ceyla'nın kendini ispatlama çabasına direnmeliydi. Doktorun dediklerini unutmamalıydı. Kendi eliyle mutluluğunu yok etmişti.
------10.02.2013-------------
Gerek cenaze işlemlerinde gerekse de taziye ziyaretlerinde ceyla'nın arkadaşı derin hanım oldukça yardımcı olmuştu Ender'e. ceyla derin'in hep kendini kıskandığını düşünürdü. Ama derin hanım iyi bir insana benziyordu. Taziye ziyaretine gelenlerin azaldığı bir dönemde eski anıları konuşup ceyla'yı yad ederken gözleri doldu ender'in. derin hanım onu teselli etmek için başını göğüslerinin arasına aldı saçlarını okşuyordu. Önce bu iyi geldi ender'e biraz daha ağladı ama derin hanımın başını göğsüne doğru bastırdığını ve saçlarını daha histerik bir şekilde okşadığını farketti. Derin hanımın taziye ziyareti yatakta bitmişti. Salonda başlayan sevişmeye ısrarla yatak odasında (ceyla ile aşk yuvalarında) devam etmek istemişti derin hanım. Tekrar bir kadınla beraber olmuştu. Derin hanımla sevişirken gözlerinde ceyla'da olan şehveti görmedi. Onun yerine en iyi arkadaşının ölümünden sonra bile devam eden rekabeti gördü, elde etme ve yerini alma hırsını hissetti. Sevişirken zevk almıştı. Ama şimdi yatağa uzanırken ceyla'nın hatırasını kirlettiği için Hem derin'den hem de kendinden nefret ediyordu. Seviştikten sonra huzur duyduğu günler geride kalmıştı.
------------------
Ender yaşıtı olan kadınlarda ceyla'nın olgunluğunu, kendinden büyük kadınlarda ise ceyla'nın enerjisini bulamıyordu. Acı bir tecrübe ile büyümüştü. Kaç defa öleceğini bile bile bunu serveti için mi yaptın? diyerek kendine yüklendi. içip içip sarhoş olarak unutmayı denedi. Bir gün yine sarhoş olduğu halde içip ağlıyorken içeri bilgün girdi. Sarılıp o da ağlamaya başladı. Ender önce kendini toparladı sonra bilgün'ü teselli etti. Ceyla'nın ölümünden sorumluydu bu da yetmezmiş gibi Ceyla'nın hatırasına bir kez ihanet etmişti ve bu pişmanlıklarından geri dönemezdi. Ama geride bilgün kalmıştı. Ceyla'nın kıymetlisi. Kendisi güçlü olup bilgün'e bakmalıydı. Belki böylece ceyla'ya borcunu ödeyebilir biraz olsun pişmanlığın ateşinin kendini yakmasını önleyebilirdi. Belki böylece ahirette ceyla'nın yüzüne bakacak gücü kendinde bulabilirdi... Bilgün'ü teselli ederek yeni bir hayata başlamıştı. Şimdi yine bilgün'ü teselli etmiş ve kaderine yeni bir yön vermişti.
ey rabbim
troll'ün bile akıllısını musallat et!
at sineği gibi olanla,
lafı götünden anlayanla,
yetersizliğinden anlamsız sonuçlara ulaşanla,
daha ana fikri algılamaktan uzak olup cımbızla çektiği kelime üzerinden yorum yapanla muhatap etme beni.
Erkekler genelde dayak yemezler. Ben de yemedim. Ondan "bir arkadaşın" anısını anlatacağım size ama izninizle birinci ağızdan anlatacağım.
-------------
"Çıkışta bekle" dedi. Davete icabet etmemenin ayıp olduğu zamanlardı. Misafirperver arkadaşlar bölünerek çoğalmış. Biri önde dördü arkasında olmak üzere beş kişi olmuşlar. Kadroyu sağlam görünce her mantıklı insanın yapacağını yaptım.
Ateşe körükle gittim. "Ben de seni delikanlı bilmiştim lan"
Birine lafı koydum. Beşi bir yerde bozuldu.
Cep telefonunun lise öğrencisinin elinde olmadığı zamanlardı ama "Word of mouth" çok güçlüydü. Hatırı sayılı bir kalabalık oradaydı.
Dayak yiyeceksen bile adabıyla yiyeceksin ağa! Slow motion'da ceketi çıkarttım. Kalabalığa bir göz atıp en güzel kıza verdim ceketi. Üzerine kravatı. Çantayı onun ayaklarının dibine bıraktım. Aheste aheste kollarımı çemredim.
Mantıklı bir adam olsam "kimsin lan sen kimsin" ile süreye oynardım. Ayıracak birilerini beklerdim. Ama tam saha pres ile başladım maça. iyi ki de öyle yapmışım...
Elemana kafayı bir geçirdim ki benim kafam acıdı ama onun da burnu kanamıştı. ilki dağıldı. Bir an hepsini dövebilir miyim diye düşündüm. Ama sadece bir an...
sonra beni öyle bir dövdüler. Öyle bir dövdüler ki elimde tek kalan o "an" oldu. ikisi tuttu kolumdan biri karnıma öyle bir geçirdi ki nefesim kesildi. Birkaç saniyeliğine nefes alamıyorum sandım. iki büklüm oldum. O haldeyken gökyüzünü görebileceğimi düşünmezdim ama bir "diz" nelere kadirmiş...
Çocukların hakkını yemeyeyim. işlerinin ehlilerdi. itinayla dövdüler. Acele etmeden. Hazmettire hazmettire. Aslında o ana kadar iyi idare ediyordum. Ama burnunu kanattığım çocuk gelip burnumun ortasına öyle bir yumruk attı ki gözüm karardı. Böyle bir yumruk yediyseniz bilirsiniz yüzünüz uyuşur sanki. Yumruğa dair hatırladığım içten bir sızı gibi gelen "kıtırt" benzeri bir sesti. Sonrasında burnun kırıldığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.
iki seksen yerde yatıyordum. Dudağıma doğru süzülen ılık sıvı muhtemelen kan olmalıydı. Acı tahammül edilir hale gelip de gözlerimi aralayabildiğimde gökyüzü olmaması gerektiği kadar güzel geldi.
Kalabalık da elemanlar da hoşnuttu olan bitenden. Hesap kesilmişti. aslında Kalkmasam olurdu ya zorlana zorlana kalktım. Ceketimi verirken gururu okşanan ve etkilenen kız bile küçümseyerek bakıyordu bana. Kalktığımı görünce biri geldi. yumruğunu salladığını görüyordum ama kaçabilecek atiklikte değildim. Yumruğu kaşıma doğru geldi. Bunda çocuğun suçu yok. ben pek dik duramamıştım.
Yine yerdeyim. Evet. Çok güzel. Burnum yetmemişti şimdi bir de kaşım kanıyordu. Çocuklar tatmin olmuş. Dönüp ceketlerine gidiyorlardı ki kalabalıktan birileri beni gösterdi. Yine ayağa kalkmıştım. Durabildiğim kadar dik durmaya çalışıyordum. Birkaç saniye sonra tekrar yerdeydim. Ne güzel! artık kaburgam da sızlıyordu. Yerde yatma ve doğrulma sürem uzamıştı. Kaşımın kanadığı yerde şişlik olmuştu. Göz kapaklarım kan topluyordu. Sol gözümü açık tutmak için bile büyük bir çaba göstermem gerekiyordu. Bunun yerine sol gözümün kapalı olması daha kolaydı. zaten dayak yemek için iki göze ihtiyacım yoktu.
Yine kalktığımda kalabalığın algısı değişmişti. insanların daha ne kadar ayağa kalkabileceğimi, ne inatçı olduğumu düşündüklerini tek gözümle bile görebiliyordum. Yeniden yere yapışmam birkaç saniye bile sürmemişti.
Tekrar doğrulmaya çalışırken ceketimi tutan kız bağırdı "aptal mısın? kalkma!" Bana aptallıktan bile daha çok zarar verecek olan şeydi inadım. Ama ben haklıydım. Tek kişi Beni kavgaya çağırırken de haklıydım beş kişiden dayak yerken de. Benim haklı olduğumu da kalkamayacak hale gelene kadar dayak yemekte ısrarcı olacağımı da beni kavgaya çağıran çocuk biliyordu.
Yavaşça yanıma geldi. Önümde dikildi. Ben ayağa kalkana kadar bekledi. Elleri iki yana düşmüştü. Ben doğrulmak için epey bir uğraştım. Elimin tersiyle kaşımdan ve burnumdan akan kanları sildim. Sonra gözlerinin içine baktım. Sonra geriye kalan tüm gücümü toplayarak bir tokat attım. O yıkılırken ben de yıkıldım...
Önce çocuk kalktı. Başı önünde, sessiz sedasız arkadaşlarının yanına gitti. çantalarını ceketlerini alıp uzaklaştılar. Biraz önce bana acıyarak bakan kalabalık saygı ile kaldırdı beni yerden, koluma girip çeşmeye götürdü birileri. Kan tadından sonra ağzımı çalkalamak iyi geldi. sağlam Dayak yemek susatıyormuş adamı. O gün öğrendim ben de. Kana kana içtim sudan. Sonrasında derin bir huzur hissettim...
Niye yumruk atmadım da tokat attım diye düşünürüm hala. Madem son noktayı ben koyacaktım ses gelsin istedim herhalde. Umduğumdan fazla ses getirdi...
O ses önce dalga dalga kulaklara ulaştı. Sonra fısıltı oldu dudaklardan döküldü. Uğultular öyle çok arttı ki okulda duymayan kalmadı. Benim dakikalarca yediğim dayak efsane ise sonunda attığım tokat onu taçlandırandı.
Tam 1 hafta cezalıydım Sözlük. Sebebi ise göt kılı borsası başlıkları altına yazdıklarım.
Anlaşılan bazı ak kardeşlerimizin çok zoruna gitmişti!
Bu süreçte inzivaya çekildim sözlük. Bayağı bir düşündüm. Hamama gittim 40 tas su dökündüm. Tövbe ettim!
Zaten uludağ sözlükte göt kılları yokmuş!
Bir tane yevmiyesi 30 tl olan münferit örnek genele mal edilemezmiş.
Moderasyon ikna etti beni! Artık ak entryler gireceğim.
Asddssads siktirin lan orada!
Hiç de akıllanmadım bildiğimi okumaya devam edeceğim.
Ama madem esprili bir dille yazarlar eleştirmek yasak ama x orospu çocuklarının düşündüğüdür şeklinde küfür etmek serbest bundan sonra ben de yazdıklarımı buna uydururum!
Seviyenin yerlerde olması yönetimin daha çok hoşuna gidiyor anlaşılan!
Neyse bu bir haftalık süreçte başka sözlükleri de gözlemleme fırsatım oldu. Veeeeee
Ne keşfettim biliyor musunuz?
(bkz: paralel göt kılı borsası)