Bütün çocukluğumu heder etmiş olan sözdür. Bir kızın peşinde ne hallere düşebileceğimizi ilk o sözlerle öğrendik erkek familyası olarak. Tey tey tey!..
küçükken anlamıyordum ben bunu.
-ahahahha bak bissürü prensesim oldu yeaaaa.
diyerekten masum mutlu çocukluğumu yaşadım. taki ingilizce öğrenene kadar.
teşekkür ederim mario. ama ben çakma prensesim, o yüzden sanırım daha çok kovalaman lazım tavşanları hadi sana iyi akşamları. gerçek kaleyi bulup gerçek prensese çakana kadar hazır gelmişken bana da çakabilirsin mayro. olarak dilimize çevirilmiş mario 4. el repliği.
marıo'nun her kalede masturbasyon yapmasına neden olan cümle. mario o zorlukları gecerken nasıl sevişeceğinin hayalini kuruyor fantzilerini düşünüyor ama kalede prensesi bulamıyor. sonrada masturbasyon yapıyor gusül abdesini alıyor ve diğer bölüme geçiyor.
"teşekkür ederim maryo, yakışıklı değilsin ama sempatiksin yine de. ben sana hiçbi'şekilde vermem de boşuna debeleniyon bunca zamandır." mealine geliyor esasında.
hiç unutmuyorum, ki ben unuttuğum bir şeyi de anlatamam, ilkokul yıllarındayım. o zamanlar neşeli çocuğum biliyo musun, ödev başlıklarını kırmızı kalemle atıyorum. benim için hayat ekmek arası salça ya da peynir, platonik aşkım deniz ve dokuz aylık üzerine kurulu. umutluyum, mutluyum yani. ta ki o ızdırabı sikilesice güne kadar. yarım yarım yardırıyoruz yok, olmuyor bir türlü. o bölümü geçsek bu sefer başka türlü yaratıklar çıkıyor. son can hakkımızla yeni bir bölüme geliyoruz, "oh lan ortada kimse yok kaptır" derken suyun içinden uçan balıklar çıkıyor ve "dı dıt dı dıt dıt dıt" diye ölüyoruz. onu da geçiyoruz durmadan zıplayıp ağzından ateş atan ezdiğimiz kaplumbağaların reisiyle karşılaşıyoruz.
ama birgün beklenen o an gelmişti sözlük. başında duvağı, kısacık boyu, endamlı vücudu, nazlı gözleriyle o, prenses, karşımdaydı. hemen dedim kızı alalım ve bu lanet dünyanın bütün temellerine dinamit döşeyelim derken, o yazı belirdi ekranda, "allah razı olsun kanka uğraştın ettin ama prenses başka yerde bu onun dublörüydü."
minik ellerim hayalkırıklığının korunaklı bir kalesi gibi taş kesilmişti adeta. delik deşik olmuş, iman dolu serhaddim ile bir sonraki bölüme başlayayım bari, "kadere itiraz olmaz, çok büyük günahı var" dedim.
ne bilirdim o torpidocu ibnenin bombaları gülümseyerek yolladığını. kısalmış boyumla engelleri tırnaklarımla aşarken gelmişti üstüme namert kurşunları.
işte o günden sonra sözlük, ben adam gibi gülümsemedim bir daha.
biz de bilirdik; ''princess is in another castle''. bizim alt komşunun nintendo'su vardı, orada zaten harita oluyordu, hangi şatoya gideceksin, daha ne kadar kurdeşen dökeceksin hepsini görürdük. ama bu yazı işgüzar işgüzar çıkardı bölüm sonunda; ''thank you mario but princess is in another castle''. biliyoruz güzelim, bizim amacımız zaten prenses falan değil, hatta mümkünse daha çok kale görelim, daha çok bayrak indirelim, daha çok kaplumbağa kabuğu fıydıralım. ''mesele prensese kavuşmakta değil yeğen, prensese giden yolda olmakta''. biz hayatı 6-7 yaşında böylesine naif, böylesine felsefi yaşamayı mario biraderden öğrendik işte.
şöyle bir okuyunca aklıma gelen not: evet alt komşuda oynardık. bizde normal adaptörlü, joystickli ''atari''lerden vardı. adaptör ısınırdı, joystick'in telleri haftada bir kez kopmazsa o haftayı yaşanmış kabul etmezdik. babam pazar günleri gazeteyi yere serer, tek tek lehimlerdi kablolarını. hey gidiyin.
benim hep görmekten hoşlandığım yazıydı lan bu. oyun bitmezdi, uzardı. bu da daha çok oyun, daha çok heyecan demekti.
şimdilerde böyle bir şey olsa "sikerim lan prensesi de seni de" der kapatırım oyunu muhtemelen. yaşlandık efenim, eski formumuzdan ve azmimizden eser yok.