futboldan sonra en severek izledigim spor tenisdir. ondan sonra da masa tenisidir.
futbola pek yetenegim yoktur ama aksine masa tenisinde iyi oldugumu söyleyebilirim ve masa tenisi izlemeyi de çok severim.
aynı şey tenis için de geçerli. tenisi çok iyi oynadıgımı söyleyemem ama yine de oynarım ve grand slam turnuvalarından hiçbirini kaçırmam diyebilirim.
yok öyle bir sorunsal izleyen izliyor, ben izliyorum. senin gibi sığ adamlar izlemese de olur diyorum. hayır hoşlanmaman doğal. ama tenisi tık tık, alkış sesi olarak düşünürsen bu senin gerizekâlı olduğun sorunsalını ortaya çıkarır.
tenisin neyi sıkıcı lan diyesi geliyor insanın? madem öyle tık tık tık diye düşünceksek, futbolda aynı hesap. hatta barça'yı hiç izlemeyelim. adamlar sürekli tık tık pas yapıyor.
ben izliyorum, bir de kuzenim var o da meraklıdır. bir de kardeşimle roland garos ve wimbledon'u kaçırmayız.
uğur dündar anlatmıştı vakti zamanında trt'de tenis maçı anlatıyor bir spiker;
"ahmet, mehmet, ahmet, mehmet, sayı..." o zamandan bu zamana çok şey değişti. tenis maçlarının kurallarını bilen, popüler tenisçilerin isimlerini, hayatlarını vs. bilen birçok insan var artık. onlar izliyor olabilir. zira izlemeden bunca bilgiye sahip olmak kolay değil.
kitap okumayan bünyenin kitapları kim okuyor sorunsalı diye başlık açması kadar saçma başlık denemesi. futbolu kim izliyor, müziği kim dinliyor, şiiri kim okuyor vs.
kendisinin yapmadığı şeyi kimse yapmıyor sanmak nasıl bir mantıktır.
kıymetini bilenlerin ortada sorunsal falan bırakmayıp "been!" çığlıkları attığı hede.
ayrıca: (bkz: vamos rafa)
gece yarılarına kadar beklenir o maçlar, oha diye diye, kaybedilen ya da kazanılan her sayıda, basit hataların değiştirdiği durumlarda oturduğunuz yerden hareketlenmeler başlar.
olimpik bir sporu "kim izliyor" tarzı basit ve avam bi çizgiye indirgeyen "sorunsalların" sorunudur.
tenis gerek kültürü gerekse estetiği ile sporların en önde gelenlerindendir.
benim içinse sporun bir numaralı kraliçesidir.