Kervanlar geçip gider altın-ateş karışımıyla bulutlanan çöllerden, bir sam yeli eser alıp gider beni benden. Eski çağlarda kalan anılar çoğalır birikir, devasa ruh fırtınaları yaratır, bütün sözlerde kalanlar içimde toplanır; temize çekilmiş cümlelerin düzgün anlatımı değilsin sen, ümitlerimin yeşillerine otağ kurmuş gezgin göçebem.
Ey; her dem buruk hallere dil yarası açan hançer sırtı sözleri, gülümseyen çehresiyle yumuşatıp teskin eden, kumların üstünde çocuklara gülden hareli harfler çizen, yazdığının izleri kumlardan bile silinmeyen, ibadet edenin huşusuyla
ellerini açıp yağmur getiren, bütün maslahların sihrini uzaklardan yanına çeken; ayaklarını saran sandalete asaleti giydiren, masum yüzündeki çizgilerden kaç kere hatim indirdim, ne olur bir ses ver.
Nice kervanlar geldi geçti, nice insanlar bir an sana benzeyecekmiş gibiydi. Kaç kere kırılırsa kırılsın bu ümit, her seferinde varlığının bilinmekliğiyle tazelenip yeşerdi. Etraf toz toprak, dört duvar yeknesak, sensiz bir alem ferah değil, kuzey dahi gerçek değil.
Baktığım pencerede yeni ay var, ince bir hilal. Bir kılıç gibi gönlüme batan, inceliklerin sahibini hatırlatan..