Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir ülke ile olan sınırının belirlenmediği Lozan Antlaşması, 21 Kasım 1922 ile 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında 9 ayda tamamlandı. Çok çetin görüşmeler yapıldı ve hatta bir kez de görüşmeler yarıda kesilerek heyetler kendi ülkelerine döndüler. Kurtuluş savaşından galip olarak çıkan Türkiye ile dünyaya ve bilhassa Ortadoğu bölgesine patron olmaya çalışan ingiltere’nin çıkarları Lozan masasında pek çok kez çatıştı. işte bu esnada ingiltere’nin o meşhur Avrupalı kurnazlığı daha doğrusu tilkiliği devreye girdi.
isviçre’nin Lozan kenti konferans yeri olarak seçildi ama bu durum ülkesinden binlerce kilometre uzakta bulunan Türk tarafına iletişim konusunda büyük zorluklar yaşattı. Türk tarafı müzakereler ilerledikçe, yeni ortaya çıkan durumlarla başa çıkmakta giderek daha fazla zorlandı. Heyet, Ankara’dan yola çıktığında hükümet tarafından kendisine verilen 25–30 sayfalık talimatların yetersizliği fark edildi. Bu yüzden sık sık T.B.M.M Hükümetinden yeni talimatlar istemek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla telgraf trafiği muazzam ölçüde arttı ve Ankara’dan Lozan’a gönderilen telgrafların Lozan’dan Ankara’ya gönderilenleri aştığı bir noktaya gelindi. Bu telgraflar ayrıca inönü ile Başbakan Rauf Orbay arasında gerginliğe de sebebiyet veriyordu. Haberleşme zorluklarından kaçınmak amacıyla Rauf Bey, Romanya-Köstence hattını önerirken, ismet Paşa, daha güvenilir ve hızlı olduğu ve Köstence hattına göre telgrafların daha düzgün geldiği gerekçesiyle Doğu hattını tercih ediyordu.1Eksik ve bozuk gelen telgraflar ve gecikmeler nedeniyle her iki taraf da zamanında cevap alamamaktan yakınıyordu. Dolayısıyla ismet Paşa, bir sonraki oturum için hızlı cevap almak üzere birçok kez Başbakan Rauf Orbay’ı atlayarak doğrudan Mustafa Kemal’e telgraf göndermeyi tercih etti. Böylelikle yaptıklarına itiraz eden ve Başbakanlığı münasebeti ile emir vererek nasıl davranması gerektiğini söyleyen Başbakan Rauf Orbay problemini de ortadan kaldırmış oluyordu. ismet Paşa’nın Rauf Bey’i devreden çıkartarak doğrudan Mustafa Kemal Paşa ile irtibata geçmesi, ismet Paşa’nın Türk Hükümeti karşısındaki konumunun zedelenmesine de yol açtı2 .
Lozan’ın seçimi Türkleri istihbarat açısından da dezavantajlı bir konuma getirdi. ingiliz istihbarat görevlilerince tutulan birçok rapor, Türklerin bakış açısı konusunda çok ayrıntılı bilgiler vermekteydi. Ama konferanstaki en önemli katkı ‘ingiliz Haberalma Servisi’ tarafından gerçekleştirildi. Türk heyetinin Ankara ile yaptığı çok gizli telgraf görüşmelerini ele geçiren ingiliz haberalma servisi bu telgrafları Lord Curzon’a ulaştırdı. Böylelikle ingilizlerin görüşmeler boyunca Türklerin ne düşündüklerini ve ne yapmak istediklerini daha iyi değerlendirilmesini sağladı. Uluslararası ilişkilerde istihbaratın çok büyük yararı olduğuna inanan Winston Churchill, politikalarını belirlerken istihbarat raporlarına ayrıca önem verdiğini ifade etmiştir. Bu konuda tıpkı Churchill gibi düşünen Curzon şöyle diyordu;
“Yabancı hükümetlerin şifresi kırılan telgrafları, onların politikalarını ve eylemlerini değerlendirmede kuşkusuz bizim en kıymetli bilgi kaynağımızdır3.”
Bu açıdan Lozan Konferansı “gizli istihbaratın” kullanımı ve değeri konusunda en önemli vaka incelemelerinden biridir. ismet Paşa’nın tercih ettiği ve Türkler tarafından kullanılan Doğu Telgraf hattı ingiltere’nin denetimi altında olduğundan, deşifre edilen telgraflar ingilizlere Türklerin pazarlık konumunu değerlendirme fırsatı vermişti. Curzon, ele geçirilip ingiliz Dışişleri Bakanlığı’na aktarılan Türk telgraflarını düzenli bir şekilde inceleyerek, Lozan’da ismet Paşa ve Ankara’da Türk Hükümeti’nin karşı karşıya bulunduğu zorlukları öğreniyordu. Böylece Curzon, ismet Paşa’nın konferansın kabul edebileceği şartlar ile Ankara Hükümetinin arzuları arasında sıkıştığı gerçeğinin son derece farkında idi. Konuları nereye kadar zorlayabileceğini biliyordu. Çünkü Türk heyetinin müzakereleri hangi noktada keseceği konusunda birinci elden bilgi sahibi idi. Türklerin hangi konularda hassas olduklarını bizzat Lozan Ankara arasında çekilen Türk telgraflarından öğreniyordu.
Curzon, bu telgraflardan yalnızca Türkiye’nin değil, diğer müttefiklerin politikaları hakkında da bilgi sahibi oluyordu. Bu da onu güçlü bir konuma yerleştiriyor ve karşı politikalar oluşturmasını sağlıyordu. ingiltere’nin sahip olduğu bilgi ve verilere bakılırsa, hazırlıkları son derece yetersiz olan Türklere karşı tam bir üstünlüğe sahip olduklarını söylemek abartılı olmaz. ingilizler’in, Türkler arasında çekilen telgrafların şifrelerini çözerek günü gününe sabah kahvaltı sofralarında okuduklarını, kendi aralarında değerlendirdiklerini bizzat o zamanın ingiltere Dışişleri Bakanı Churchill, son yıllarda yayınladığı hatıralarında bizzat anlatmaktadır.5
Tüm bu yan unsurlara rağmen ingiltere, Lozan masasına hakimâne ve tarihi ingiliz küstahlığı ile oturduğunda esasında çok kötü ve yılgın bir vaziyetteydi. Nitekim bu durum ingiliz askerî ve politik arşiv belgeleri ve o günün savaş bakanlığının raporlarında açıkça belirtilmiş ve “içinde bulunduğumuz bu zor durumu çaktırmayın” denmiştir. Bunun yanı sıra ingiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, okuduğu Türk telgrafları sayesinde Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu çok iyi tahlil etti ve kullanmayı başardı.
Ne tuhaftır ki, bugünlerde mevzunun bu kısmını bilmeyen bir kısım ‘çağdaş’ tarihçiler, araştırmacılar ve yazarlar, bu üç mesele hakkındaki başarıyı ismet inönü’ye mâl etmekte ve işin ingilizler tarafından okunan Türk telgraflarındaki kesin ve net tavrın, ingiliz ve Fransızlar üzerinde nasıl tesir ettiğini görmezden gelmektedirler.
Muhabbetle.Ahmet Anapalı-Yeni Akit 21 Mart 2016
1Bilal Şimşir, Lozan Telgrafları 1, 1922-23, Ankara Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara, 1990, s.15.