milenyumdan önce çekilmiş türk filmlerinde, meşhur olmak için köyünden şehre göç eden bir genç kız teması vardır. işte bu kızın başına gelenler televizyonda gördüklerini gerçek hayatta da göreceğini sanmaktan gelir.
televizyonda görünen herkes mutlu, mesut, bahtiyar... en büyük tasası modacısının tuvaletini özel bir güne yetiştirememe olasılığı olan kızlar, üç gün biriyle birlikte olup dördüncü gün bir başkasıyla görünen ünlüler; yeni çıkan araba modelinin ilk sahibi olabilme , gecelerin en şıkı olabilme, en zengin kişiyle birlikte olabilme, en güzel olabilme, en en olabilme yarışı.
bunlarla dolu ya televizyon, genç kız da özenip kaçıyor köyünden. sonrası malüm ''sana kaset yapıcam, türkiye'nin en meşhuru yapıcam seni'' diyen yapımcıların elinden geçip ya coşkun'a ya nuri'ye meze olmak.
erkek için farlı mı? tabii ki hayır. hiçbir manken evlenme teklifi etmiyor gerçekte, kimse durduk yere yalakalık yapmıyor, garajın arabalarla dolu olmuyor, bir gün onla bir gün başkasıyla olamıyorsun, hafta sonları karayiplere gidemiyorsun, aşk-şehvet-entrika dönmüyor etrafında, yaralanıp yaralanıp iyileşemiyorsun dizi de değilsin çünkü gerçek hayattasın. kızlar da teklif etmiyor, sen ediyorsun.
gerçekten büyüyünce anlıyorsun; orada yapımı değil, sonucu görüyorsun.
seda sayan-nihat doğan, kuşum aydın, george bush, erol köse, nicholas sarkozy, gülben ergen, silvio berlusconi, şahin k. , hülya avşar ve sayabileceğim nice karakteri gerçek hayatta görememekten mütevellit şikayetçi olmadığım durumdur.