tek taraflı aşk ömür törpüsüdür. insanı harcar. sen bilmezsin tek taraflı olduğunu ama aradan zaman geçer bir bakmışsın ki verdiğin emek tek taraflı bir aşk içinmiş. ama olsun tek taraflıda olsa güzeldir yaşananlar. bugün gibi akılda kalır her sözcük her bakış. o bakışı yeniden gözlerde görmek için verilebilemiyecek şey yoktur ama zorlamamak lazım istekleri. olabilcek şey vardır olmayacak şey vardır. artık birşey istememeyi öğrendim. çünkü anladım ki ne istersen bu hayatta tam tersini alıyorsun. neyi istemezsende burnunda bitiyor.
zor olandır. yanar da tutuşursunuz ama karşı taradın umurunda olmaz. ne kötüdür, aşkı size en iyi öğretenler de o kişilerdir. görürsün de bakamazsın, yanına gidersin de dokunamazsın. o gülse gülersin, ağlarsa için kanar. elini tutup yatıştırmak istersin ama ne mümkündür. hele bir de onu başkasıyla görürseniz, beyninizden vurulmuşa dönersiniz. derbeder ve hayattan bihaber hale gelirsiniz, dünyanız başınıza yıkılır. ama dünyanın sonu değildir, en azından aşk nedir onu öğrendiniz. karşınıza daha neler çıkacak kim bilir. size aşkı öğreten insanlara ayrı bir değer verin, bu duyguyu size yaşattığı için minnettar kalabilirsiniz.
ne kadar uzarsa insanı o kadar mahveden rezil şey.
dile kolay, tam 8 sene hiçbir şey diyemedim ben ona.
ha, yakın bir zamanda dedik de ne oldu, olmadı o.
hala tek taraflı, platonik platonik takılıyorum.
tek tarafın sevmesi durumu. şahsımın da yaşamış olduğu durumdur.
eğitimimi aldıktan sonra tabi evlenme yaşına geldim evlenmek istiyorum ki annem ve babam da ısrarcı. ilk kez istanbula geldim. kadıköyün güzel sokaklarını gezdim,
zaten hakkında çok duymuştum. önceleri 2 sevgilim oldu bu arada.
istanbula 21 yaşımda geldim. 1 sene geçti. 22 yaşındayım. chevrolet markalı araba kullanıyordum. bir gün yağmurlu bir havada arabama bindim işe gidiyorum, fakat o sırada bir kızın taksi beklediğini gördüm. 19-20 yaşlarında. yeşil gözlü, kahverengi saçlı, beyaz tenli, takriben 170 boylarında, kırmızı şemsiyeli, siyah üzerinde mavi çizgileri bulunan kısa bir etek giymiş, yeşil kazaklı, kırmızıya çalan siyah ceketli bir hanım kız. öyle güzeldi ki.. en son 10 yaşımda böylesi bir güzellik görüp hayran kalmıştım. o zamanlar kamp yapmaya gitmiştik ailemle, geceleyin ateş yakmıştık. ateşin etrafına böyle kanatlı böcekler uçuşuyordu. öyle hayranlıkla izliyordum ki. işte bu kız o ateşin etrafına pervane olmuş böceklerden daha güzeldi. o böceklere de o ateş öylesi güzel geliyordu tabi.
"hanımefendi, atlayın" dedim. "taksi bekliyorum" dedi. "taksi olmasam da çok akasya durağı izledim hanımefendi, atlayın" dedim. güldü. tamam dedi bindi arabaya. bi adres tarif etti. daha doğrusu bi kağıt verdi üzerinde adres yazıyor. neresi bilmiyordum. neyse oraya doğru gidiyoruz 20-30 dk yol. "para alacak mısın?" dedi. senli-benli konuşuyordu. "hayır hanımefendi" dedim. "neden?" dedi. "gözleriniz hoşuma gitti." dedim. "ne alaka ahahah...." dedi. alay etti yani. "kel alaka" dedim. öyle öyle sohbet işte burda aktarmayayım gereksiz boş muhabbetler sürdü 5 dakka. sonra sadece sustuk. bi ara nerdeyse kaza yapacaktık. kızın gözüne öylesine odaklanmıştım ki. resmen yanıbaşımda at dururken ben eşşeğe binmiştim. fakat atın güzelliği beni öylesine büyülemişti ki.. elime kalem alıp bir kağıda yazmaya çalışsam bunu, kağıt da kalem de parça parça olur. mürekkepler akar, kocaman bir nehir oluşturur. tüm beden uzuvları birbirleriyle öylesine uyum ve ahenk içerisindeydi ki. bir şiir gibiydi. uzun değil çok kısa bir şiir. ama öyle bir şiir ki, tüm uzun şiirlere bedel.
en sonunda dediği yere vardık. yanındaki poşetimsi şeyden kırmızı bir elbise çıkardı. mini. "burası neresi?" dedim. "geceyıldızı pavyon" diye cevap verdi. teşekkürler bıraktığın için dedi, sonra da çekti gitti. sanki aşk bir bedene bürünmüştü de, sonra işte o mürekkep nehrinde boğup öldürmüşlerdi aşkı. büyük bir şaheser sandığım kız, abartılmış bir tablodan başka bir şey değilmiş meğer.
"lan kevaşe! gel parayı ver lan!" diye arkasından bağırıp çağırdım. duymamazlıktan geldi. arabadan indim pavyonun önünde rezil ettim pezevengi.