şimdi öncelikle başlıktan dolayı bir illuminati-billumonati olayı sanıp endişelenmeyin sayın yazarlar. uykusuz'un 29 kasım 2012/49 sayısında, fırat budacı'nın elini ayağını korku hikâyesine sıvamış olmasıyla birlikte yazdığı gerçek kesit tadındaki hikayeyi elceğizleriminen yazıp paylaşmaktı bütün derdim. gerçek kesit demeyeydim iyiydi fakat. velhasılkelâm, biyroon;
"geçen haftanın özeti: fırat budacı dergide yalnız olduğu bir gece, dışarıdan gelen garip seslerin de etkisiyle havaya girerek bir korku öyküsü yazmaya karar verir. ilerleyen saatlerde derginin mutfağında yaşadığı paranormal bir olay yüzünden korkuya kapılır. fakat bu gizemli olayın paranormal değil, dergiye sessizce giren ender yıldızhan kaynaklı olduğunu anlayınca rahatlar. rahatlaması uzun sürmez. çünkü yıllardır tanıdığı ender'in tekinsiz davranışları onu yeniden korkunun kucağına itmiştir. ender'in nihayet gitmesiyle gerçekten rahatlayan yazar, yaşadığı bu garip gecenin verdiği esinle hikâyesi için konu bulmak konusunda yavaş yavaş açılmaya başlar. hikâyenin çatısını kuran fırat budacı, okurlarına eski bir apartmanda yaşanan akıl almaz cinayetlerle dolu bir köşe yazacağını müjdeler. hatta hikâyeye merdivenlerden yuvarlanan korkunç bir top (bunu bir filmde görmüştür) ve gerçek bir baykuş sokacağını bile iddia eder. bu iddiasıyla, baykuş gibi kafasını çeviren yüzü kanlı karakterlerle dolu kalitesiz korku eserlerine meydan okumaktadır. çünkü yazar hikâyesinde uyduruk değil gerçek korkunun peşindedir.
-tek göz bizi görüyor-
zemin katta oturan yaşlı kadın apartmana her girdiğimde dairesinin kapısını aralayarak tek gözüyle beni izliyordu. her gün izlenmek sinir bozucu olsa da bu yaşlı kadına tepki vermek hiçbir zaman aklımdan geçmemişti. fakat bir cuma akşamı bu aralık kapıya aniden ayağımı soktum. normalde asla yapmayacağım bu hareketi, bütün gün yaşadığım aksilikler yüzünden artık kontrol edemediğim öfkemin bu zavallı kadına patlaması olarak açıklayabilirdim. niyetim sadece yüz yüze gelmek ve bu tek göze haddini bildirmekti. kapıyı ittiğimde herhangi bir direnişle karşılaşmadım. içeride korkudan titreyerek benden aman dileyen yaşlı bir insanla karşılaşmayı bekliyordum ama antre boştu. neyse ki kalitesiz korku filmlerideki gibi koridorun sonuna kadar ilerlemem gerekmedi; girişin hemen sağındaki salona kafamı uzattığımda tek gözün sahibini koltukta oturuyor buldum. bu kadar hızlı hareket etmesi, üstelik saatlerdir kucağındaymış gibi mayışmış bir kediyi seviyor olması korkunçtu. kaçıp gitmem gerekirken, yerini büyük bir hızla korkuya bırakan öfkeme son anda tutunarak bağırmayı başardım: ''niye sürekli beni takip ediyorsunuz?'' kafasını yavaş yavaş kaldırıp suratıma baktı. sonra parmağını kaldırıp sağ gözünü işaret ederek, ''bu göz her şeyi gördü,'' dedi. işaret ettiği göz diğerinden daha büyüktü.
karşımda titrek bir yaşlı bulacağımı sanırken kapı aralığına dayadığı gözü mutasyona uğramış (her şeyi gören?) bir yaratıkla karşı karşıyaydım. tek göz, beni izlemeyi bırakıp aniden dış kapıya doğru baktı. kalkıp üzerime doğru yürümeye başladığında hareket edemedim. yanımdan süzülüp açık bıraktığım daire kapısını tek göz aralığı kalacak kadar örttü. sanki beni unutmuş gibi dışarıyı izliyordu. dışarıdan apartman kapısının kapanma sesini ve ardından birinin ayak seslerini duydum. ayak sesleri bulunduğumuz dairenin önünde kesilince tek göz kapıyı telaşla kapatarak bana döndü. zaten büyük olan sağ gözünü biraz daha açarak, ''12 numara... beni gördü!'' dedi. en üst katta oturan ender bey'den bahsediyordu. dışarıdan hiç ses gelmiyordu. tek göz'ün yarattığı gerilim yüzünden kalbim hızla atmaya başladı. tek göz, ''buraya bakıyor, içeri girmek istiyor,'' diye fısıldadığı an kapı çaldı.
ender bey'in bu manyak karıdan kurtulmak için bir fırsat olduğunu düşündüm. kapıyı açmak için uzandığımda tek göz elimi tutarak, ''açma, o bir katil, bizi öldürebilir,'' diye fısıldadı. kapı yeniden çalınca belime sarılarak yalvarmaya başladı. o an, tek göz'ün manyak değil zavallı bir yaşlı olduğunu düşündüm. titriyordu. ''tamam, sakin ol, açmıyorum,'' diyerek sakinleştirmeye çalıştım. ender bey gidinceye kadar birbirimize sarılarak bekledik. merdivenden çıkan ayak seslerini duyduğumuzda tek göz elimden tutarak beni salona götürdü. hemen döneceğini söyleyerek ortadan kayboldu. etrafı inceledim. evdeki ağır yaşlı havası, uzun yıllar içinde bütün eşyaları neredeyse aynı renge çevirmişti. duvarda ölen kocası olduğunu tahmin ettiğim çok kaşlı bir adamın fotoğrafı vardı. fotoğrafı incelemek için ayağa kalktığım an, rengârenk bir top yerden yuvarlanarak salona girince irkildim. topun geldiği yöne baktığımda salon kapısının kenarından taşan bir göz gördüm. bana bakıyordu. içimde ona dair en ufak bir korku kalmamıştı. çocuk azarlar gibi, ''napıyorsun sen?'' dedim. cevap vermeden bakmaya devam etti. ''gel buraya, kimin bu top?'' diye sordum. ''torunumun,'' diyerek içeri girdi. elinde bir bardak süt vardı. sanki hâlâ o tek gözüyle kapıdan bakıyormuş gibi, diğer küçük gözü kapalıydı. gülmeye başladım. darwin'in ''kullanılan organ gelişir'' teorisini ispat eden bir fosilden başka bir şey değildi bu zavallı kadın. ''neden yuvarladın topu?'' diye sordum. cevap vermek yerine bardağı uzatarak, ''ılık'' dedi, ''ılık süt sizi sakinleştirecek.''
ertesi gün apartmandan girerken 12 numarada oturan ender bey'le rastlaşınca biraz tedirgin oldum. tek göz'ün kapısının önünden geçerken ender bey, ''şuna bak yine dikizliyor, yazık ya!'' deyince, yaşadığım gerginlik ortak bir konu bulmanın sevinciyle bir anda işgüzarlığa dönüştü: ''ya evet yazık, dün bana sizin katil olduğunuzu söyledi.'' ayarı kaçırmıştım. ender bey kısa bir suskunluğun ardından bir kahkaha patlattı. ''bana da sizin bir katil olduğunuzu söyledi,'' dedi. kısa suskunluk ve ardından patlayan kahkaha sırası bendeydi. kahkahalarla merdivenlerden çıkarken ''ılık süt'' konusunu açtı. meğer tek göz ona da ılık süt ikram etmiş ve dahası apartmanda evine almadığı ve ılık süt ikram etmediği kimse kalmamış. dairemin bulunduğu kata ulaştığımızda gülmekten gözlerimizden yaş gelmişti. ender bey'e ''iyi akşamlar,'' dileyip eve girdiğimde sahtekar kahkahalarım bir anda kesildi. kapıyı kapatırken merdivende yukarı kata dönmek üzere olan ender beyin sırtını gördüm. onun da gülüyormuş gibi bir hali yoktu. buz gibi bir suratla kapıyı kapattım.
ayakkabılarımı bile çıkarmadan telaşla salona girdiğimde karımın fotoğrafıyla göz göze geldim. ''bu göz her şeyi gördü,'' cümlesi kafamda yankılanırken en büyük sırrıma çarparak şiddetini artırıyordu. tek göz beni görmüştü. bir hafta önce sabaha karşı karımın cesedini arabaya taşırken kapı aralığından beni izlemişti. hızla evden çıktım. ikinci katın merdivenlerine ulaştığımda, tek göz'ün en anlamsız görünen cümlesi korkunç bir boyut kazanarak beni aniden durdurdu: ''ılık süt size iyi gelecek.'' geri dönüp hızla yukarı çıkmaya başladım. en üst kata ulaştığımda ender bey'in ziline tereddüt etmeden bastım. ender bey beni gördüğüne hiç şaşırmadı. mana yüklü kısa bir bakışmanın ardından, ''tamam gidelim,'' dedi. kafamla onayladım. beraber aşağı inerken daire kapılara teker teker açılmaya başladı. bize katılıyorlardı. birinci kata ulaştığımızda toplam dokuz kişiydik. onsekiz gözlü bir organizma gibi ortak bir bilinçle tek göz'e gidiyorduk. zemin kata ulaştığımızda grubu bir el hareketiyle durdurdum. ortak bilinç, liderleri olmamı kabullenmişti. zile bastım. kapı açıldığında fırat budacı'yla karşılaştık. elinde bir top vardı. ''demek torunu buymuş,'' diye düşündük. hemen arkasına sığınan tek göz'ü görünce hep bir ağızdan, ''onu bize ver!'' diye haykırdık. budacı çok öfkeli görünüyordu. elindeki topu bize doğru fırlatarak, ''lan bu kadar saçma kurgu olmaz, dağılın!'' diye bağırdı. en önde olduğum için top benim kafama denk geldi. dağıldık.
not: yuvarlanan korkunç topu hikâyeye zorla soktum, ama geçen hafta iddia ettiğim baykuş işi olmadı. onun yerine ılık süt koydum."
vesselam...
Edit: başlığın daha ilk cümlesini okumayıp ve haliyle olayın illuminati saçmalığıyla ilgili olmadığını anlamayıp saçma sapan bkz atan gözleri** balkondan selamlıyorum.