"Ağzının, güzel dudaklarının yanında bir gülümseme yaratmak için, ne uzun yollardan geçiyorsun. Kendinden veriyorsun ve durmadan eksiliyorsun. Oysa bazı insanlar, oldukları gibi kalarak, elde ederler istediklerini. Ben, kanımı damla damla süzerek veriyorum."
--spoiler--
"Ülkemiz büyük bir oyun yeridir. Her sabah uyanınca, biraz isteksiz de olsak, hepimiz sahnenin bir yerinde, bizi çevreleyen büyük ve uzak dünyanın sevimli bir benzerini kurmak için toplanırız. Küçük topluluklar olarak, birbirimizden bağımsız davranarak ve birbirimizi seyrederek günlük oyunlarımıza başlarız.
...
Hem sonra, kendini bir kez oyunların büyüsüne kaptırdı mı insan, kolay kolay sahneyi terketmek de istemiyor.."
--spoiler--
oğuz atay'ın insan tasvirleri, iç dünyaları betimlemesiyle türkiye'den çıkan bir franz kafka olduğunu ispatladığı kitap. değeri bilinmedi. eğer yurtdışına yayılabilseydi ciddi anlamda dünya edebiyatında yer edecek yazılara sahip bir yazardı oğuz atay.
ayrıca kitaptan bir mektup için :
--spoiler--
Sevgili bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yârim kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. insanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklini basına topla. Ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve simde geri dönmek istiyorum, ya da donuyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne ask ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. sen, ask ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yasamış birinin olu yargılarıydı bu kararlar. Simdi her satiri, bu satiri da neden yazdım? Diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar ayni görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. çünkü baksa turlu bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. oysa, sevgili bilge, aziz varlığımı artik ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklim, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana donuyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akil beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. bu bir çeşit alin yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem olunur ve hem de dünya bu olumun anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alin yazısı da olumun anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere Gore bu durum daha acıklıdır. ben ölmek istemiyorum. Yasamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle, sevgili bilge, mutlak bir yalnızlığı mahkûm edildim. (insanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artik benden çekiniyor. ona bağırıyorum. (bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.) gecen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan aksama kadar radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir sure sonra sikildi. (insandır elbette sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) bunun üzerine onu zayıf bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakki olmadığını yüzüne bağırdım. (ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.) bazen Nurhayat hanıma gidiyorum; karşılıklı susarak oturuyoruz. Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. insan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, hakli çıkmak istiyor. Fakat kelimeleri insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor. Dul kadın iyi: bana kahve pişiriyor, sigaramı yakıyor. Onun yanında biraz huzura kavuşuyorum. Pilleri, kutusundan büyük bir radyosu var; onu dinliyoruz. Nurhayat hanim sıkılmıyor. Bazen dul kadının evinde, bir iki söz ettiğim oluyor: kendi kendime konuşur gibi. Nurhayat hanim hiç söze karışmaz; aman iste biri konuşmağa başladı varlığını ortaya koydu, dur ben de bir şeyler söyleyeyim kişiliğimi göstereyim gibi küçük çabalamalar içinde değildir dul kadın. Onunla oyunlar dinliyoruz radyodan. Yıllardır sesleri değişmeyen, fakat adları farklı olan oyuncuların piyesleri; ayni heyecanlı titreşimler, ayni yükselip alçalmalar. Sanki yıllardır şurup giden uzun bir oyunu parça parça oynuyorlar. Kahkahalar atıyorlar - çocukluğumdan beri dinlediğim kahkahalar. ayni kapıları yıllardır açıp kapıyorlar. Ayni güç durumlarda kalıyorlar. Yavaş konuş bizi duyacak diyorlar, siz burada ne arıyorsunuz bakalım diyorlar. Ben yalnız sesleri dinliyorum, anlamlarla ilgili değilim. Kuş sesi dinleyerek huzur duyanlar varmış; onlar gibiyim...
--spoiler--
"hepinize göstereceğim: bir köle tutacağım kendime. insan hakları filan vız gelir bana. ulan köle, diyeceğim: ben napolyon muyum? napolyon'sun generalim diyecek. yalan söyleme köle diyeceğim, değilim. napolyon'sun diye tutturacak, burnumdan getirecek. değilim diye tepineceğim; sen aşağılık bir kölesin. napolyon'dan ne anlarsın diye hakaret edeceğim ona. canını çıkaracağım, evden kovacağım; gene direnecek, senin gibi napolyon görmedim diye, işte diyecek şöyle şöylesin; napolyon'dan daha üstünsün. asla kabul etmeyeceğim; fakat, onu da napolyon olduğum düşüncesinden vazgeçiremeyeceğim. ne yapsam fayda etmeyecek. fakat.. bir de sonunda bıkarsa ve peki napolyon değilsin derse, onu gerçekten kovacağım. dünyada köle mi kalmadı? benim gibi köle bulamazsın diye çırpınsın bakalım. kölenin iyisi kötüsü olur mu? en iyi köle, aslında en kötü köledir. cahil olsun zararı yok. bir iki karşılık vermesini öğrenecek zaten. nedir ki bu kadarcık bilgi? ingilizce biliyor musun köle? diye soracağım, yes diyecek o kadar.'here i come' doğru mudur üstadım diyeceğim. yes diyecek. bu kadar kolay işte. bir araba söze ne ihtiyaç var? cahil olursa, üstelik aptalca övmesini de beceremez. daha iyi. ne oyunlar yazılır böyle bir köleyle albayım, değil mi? cinsiyeti bile olmaz böyle bir kölenin. erkekçe bir ilişki istediğim zaman hemen kadın oluverir. napolyon bile olur, istediğim zaman. bana bak napolyon, derim ona; sende iş yok. haklısınız asteğmenim diye karşılık vermez mi? çok eğleneceğiz albayım."
onu sevindirmek istedim albayım. sevgi sevin dedim, elimi yıkadığım bütün bulaşıklar üstünde tek tek gezdirdim. onlar elimin altında gıcırdamadıkça yıkamaktan vazgeçmedim, bir daha yıkadım, bu sefer elim yağlıymışi yıkadıklarımı durularken yağ bardakları tabaklara bulaştı, lavaboya gidip elimi yıkadım, hay allah neden lavaboya gidip elimi yıkadım? allahtan sevgi uyanmadı, onu uyandırmadan bu işleri bitirebilmek için her şeyimi feda edebilirdim, çünkü sevişmiştik, çünkü yorulmuştu, ben de yorulmuştum, bütün bulaşıkları yıkamıştım, sevgi uyanmadan bütün işleri bitirebilirsem her şey böyle güzel gidecekti, benim her zaman sevişecek gücüm olacaktı, istikbalimi tehlikeye koymuştum, lavabodan yavaşça döndüm, uyanmadı, o zamanlar daha her şey yolunda gidiyordu, gıcırtı esasına göre bütün bardakları ve tabakları ve en zoru tencereleri yıkadım, tabakları yavaşça durulama telinin aralıklarına dizerken her seferinde her seferinde bir kere canım sevgi diyordum, yirmi beşi geçersem işim işti, oysa yetmişdört bile beni kurtaramadı, sevgi uyuyordu, ben uyumuyordum, aşkımızın geleceğini hazırlıyordum, canım tabaklar diyordum, beni mahçup çıkarmayın ilerde, onun yani sevginin tabiriyle konuşuyordum, kendi kendime bile, mahçup etmeyin demiyordum, kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeğe çalışıyordum, ara sıra ellerimin bulaşığıyla gidip onun uyuyuşunu seyrediyordum, demek onu seviyordum, demek onu seviyorum diyordum kendi kendime.
zamana yayılması gereken, sindire sindire okunması gereken kitaplardandır. "alıp bitireyim" yapılmamalı.
--spoiler--
-onunla evlenseydim korkunç bir şey olurdu. başkasıyla evlendim gene korkunç oldu.
-öyle demeyin doktor. şimdiye kadar hiçbir ıstırabımıbilinçaltına itmeyi başaramadım. bu yüzden çok boş kaldı orası.
-başkalarını mühim bulmayanlar, bir gün kendilerini de mühim bulmayanlarla karşılaşacakardır; fakat bu hakikat onların mühim bulmadıklarının mühim olduğu manasına gelmez.
-gezici din adamları gibi: "yalnızlığın dinini yayıyorum."
--spoiler--
aylar sonra editi: evet, şimdiye kadar okuduğum hatta hayatımın geri kalanında okuyacaklarımın arasında en iyi kitap diyebilirim. tekrar tekrar okumak istiyorum.
''onlar da yalnız kaldılar. deniz kıyısındaki evi tutmadıkları için, kimse denize girmek için mayosunu alıp onlara gelmedi. bahçeleri olmadığı için, "içkimizle gelip bir sofra kuramayız mehtaba karşı" dediler. ayrıca, onlar mutluluklarını yalnız yaşamak istiyorlarmış. "sevgi öyle söylemiyor muydu, bırakalım yaşasınlar" dediler. bırakalım, istedikleri gibi yaşasınlar. ve bıraktılar.
oğuz atay'ın master degree seviyesindeki baş yapıtıdır. tutunamayanlar falan bu kitabın yanında sönük kalır.
"haklısınız albayım." oturdu. "fakat allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? yok. peki albayım. ben de susarım o zaman. gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size, nasıl? kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. küçük oyunlar istemiyorum albayım."
oğuz atayın 2. romanı-benim en sevdiğim eseridir-. iletişim yayınların 1984 basımı varsa elinde önsözü okumamanızı öneririm her ne kadar Oğuz Atay romanlarında olay akışı önemli olmasa da kitabın sonunda olan bir noktayı yazmış . Bu da gayet tabii insanın okuma şevkini kırıyor. Ayrıca Seyyar Sahne bu kitabı oyuna uyarlamıştır gitmeniz kesinlikle önerilir.