yaşamın uzayan geçit törenleri
girdaplar, kanyonlar, fay kırıkları, çatlaklar arasında
ki çatlak en acımasızı
dağıtır, acıtır, dağlar
zamanı
külle kaplı tarih sayfalarında
bütün adreslerin merkezi
sıcak terkedilmiş yaz öğlenlerini
yazmadılar
poyrazlı kış gecelerini
tonozların arasına sızan nemi
Hardal sarısı sonbaharlar geldi geçti
toz toprak yapılar var şimdi yerlerinde
kırık merdivenler
kurt yeniği konsollar, sararmış danteller
kuyu başında yıkılmış nar ağacı
duygular duygular duygular
ne kaldı onlardan
sanki hiç varolmadılar
imbikten altın çekilen zamanlardı
Pirinç ve bakır karışımı akşamlarda
Bembeyaz patiskalar üstünde uykuya dalar
Bağ kulesindeki genç kadın
sadece düşlerinde uzun yolculuklara çıkardı
titrerdi rüyalarında ay ışığından
kapalı kepenklerden sızan
eline mala alan bir usta gibi
zamandan duvarı sislerle ören
Tükenen ne varsa hepsi ağır hesap işi
bu kadının gergefinde
Çivit mavisi duvara yansıyan
Enginar güllerinde perdelerin el oyası
Kuşlar ne çok kelebek ve bebek yüzleri
Yaşama arkasını dönmüş, korkudandı
Kapıları kendi örtmüş
Pencereye kendi örmüş perdelerini
Hastalıktan, yaşlılıktan, sevilmemekten ürkerek
bir tığ gibi yüreğinden iplik çekti
Kendi tadını beğenmedi, kendi dokusunu, kendi kokusunu
En öfkeli kendisiydi, ilk korkan o
gökyüzü bir kaya gibi ezdi yavaş yavaş
yapıştırdı bulutla geceyi
kayıplar ve bulunanlar hepsi önemsiz
yürek ne umduysa kaybetti
anılar rivayetti
hepsinde farklı yorum
gölgemi çekip gidiyorum taş kuleden
gölgem suretimdi..