tayyip erdoğan sayesinde imf ye borcun bitmesi

entry37 galeri1
    37.
  1. kendisi sayesinde aynı zamanda

    benzin 5 tl
    euro 3 tl
    et 35 tl
    ve fasulye 17 tl
    dir.
    1 ...
  2. 36.
  3. Şükürler olsun(!) japonlardan aldığımız borçla ımf'ye olan borcumuzu kapattık. Cari açık anasının cinsel organı kadarken güldürmeyin eşcinseller.
    1 ...
  4. 35.
  5. 34.
  6. bazı asalaklar hala bunu inkar ediyor. yok şöylede yok böylede. kudurun oğlum kudurun adam bitirdi işte.
    0 ...
  7. 33.
  8. kemal derviş'in hazırlayıp insanların sırtına bindirdiği ekonomi programına hiç elini sürmeden sadece uygulayarak gerçekleşen durum.
    bunu köyden himmet ağa gelse o da yapar. ona giren çıkan yok sonuçta. zamanı gelince milletin sırtına bindirdiğin vergilerin parasıyla öde.
    tek olay zamanında öde.

    millet ski tutmuş kimin umuru. maçası yiyen ekonomi bakanı çıkıp bankalar kanunu değiştirsin vatandaş lehine?
    ya da vergi oranlarını düşürsün ama vergilendirme sistemini adil hale getirip artan gelir oranında artan vergi uygulasın ve bunun da azrail gibi takibini yapsın he yer mi?

    yemez.
    çünkü o zaman halkın refahı yükselir,
    refahı yükselen halk bilinçlenir.
    neyine lazım bu halkın huzurlu yaşam, bilinçli insan olmak.

    imf'ye borç bitmiş. he yarraaam he, yeni havalimanı da avrupa'ya kök söktürtecek.
    gerizekalı bilmez ki şu an yolcu başına 15$ öderken orada 25euro har(a)ç alacaklar, ve bu kadar pahalı harçlar varken kim gelir oraya.
    olan sana olacak ey habersiz insan, mevcut havalimanlarını kapattıkları için sen mecburen orayı kullanacaksın ve o parayı eşşşşek gibi sen ödeyeceksin.
    0 ...
  9. 32.
  10. ülkenin varını yoğunu satarak ödemiştir sağolsun.
    1 ...
  11. 31.
  12. IMF borcu geri ödenirken, alınan dış borçlar 2013 Nisan sonu itibariyle 340 milyar dolara yaklaştı. Yani AKP döneminde 210 milyar dolar yeni borç alındı, dış borçlar yüzde 162 arttı. IMF boyunduruğu gitti, daha ağırı, kısa vadeli ve toleranssız banka kredileri olarak geldi.
    0 ...
  13. 30.
  14. Bakkala borcunu manavdan aldiği borçla kapatmaktır. Bi numarası yoktur.
    0 ...
  15. 29.
  16. stand-by anlaşmasını devam ettirmek 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından iktidara gelen
    AKP Hükümeti'ne kalmıştır.
    IMF ile imzalanan 19. stand-by anlaşmasının Mayıs 2008'de sona ermesinin ardından girilen yeni
    dönem, kamuoyunda oluşan algının aksine "Türkiye'nin artık borçsuz bir ülke" olduğu anlamına
    gelmemektedir. 2002 yılında IMF’ye olan 22 milyar dolarlık borç sıfırlanırken, aynı tarihte devletin
    IMF dışındakilerle birlikte 64.5 milyar dolar olan toplam dış borcu, 2012 sonu itibariyle 103.1 milyar
    dolara ulaşmış durumdadır. Merkez Bankası'nın 7.7 milyar ve özel sektörün 226 milyar dolarlık
    borcuyla birlikte Türkiye'nin toplam dış borcu ise aynı dönemde 129.6 milyar dolardan 336.9 milyar
    dolara çıkmıştır. 2002-2012 döneminde Merkez Bankası'nın dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar
    dolara gerilerken, kamunun dış borcu yüzde 59,8 oranında net olarak 38.6 milyar dolar artmış; özel
    sektörün dış borcu ise yüzde 425 oranında net olarak 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetmiştir.
    Toplam dış borç stokunda on yılda yüzde 160 oranında 207 milyar dolarlık bir büyüme yaşanmıştır.
    Başka bi ifadeyle son 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha
    eklenmiştir. Bu gelişme, IMF'ye borcu sıfırlasa da kamunun toplam dış borcunun büyümeye devam
    ettiği, toplam ülke dış borcunun da yüksek bir hacme ulaştığını göstermektedir.
    AKP’nin 10 yıllık iktidarı döneminde kamunun rekor borç artışı, büyük oranda piyasadan yapılan iç
    borçlanmalardan kaynaklanmıştır. Bu dönemde özel sektör dışarıdan, devlet ise özel sektörden
    borçlanmıştır. Yoğun sıcak para girişlerinin reel döviz kurunu düşürmesinin de etkisiyle özel sektör
    çok yüksek oranlarda dış borç almış, aşırı bir kur riski üstlenmiştir. Dışarıdan yüklü borçlanmalara
    giden banka ve finans kuruluşları ise bu fonları, iç borçlanma ihalelerinde devlete satmış, özel
    sektörün dış borcu ile kamunun iç borcu paralel biçimde hızlı bir büyüme göstermiştir.
    Kaynak: http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html adresinde bahsi geçen dönem için veriler hazırlanmıştır.
    Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net olarak 253 milyar
    lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükselmiştir. Aynı dönemde kamunun dış borcunun
    TL karşılığı da 102 milyar liradan 154.6 milyara yükselmiştir. Böylece kamunun iç-dış toplam borcu
    2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net olarak 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya
    yükselmiştir. Yani Cumhuriyet’in ilk 80 yılında devletin 257 milyar lira olan toplam borcuna, son on
    yılda 316 milyar lira eklenmiştir.
    2002 - 2012 döneminde en hızlı artış hane halklarının borçluluğunda yaşanmıştır. Son 10 yıldır
    uygulana ekonomi politikaları çalışan kesimlerin reel alım gücünü geriletirken, halk borçlanarak
    tüketmeye özendirilmiştir. Geliri artmamasına rağmen, finans sektörünün imkanlarıyla eskisinden
    çok daha fazla tüketmeye alıştırılan halka sanal bir refah yaşatılmıştır. Bankacılık kesimi yurt
    dışından, vatandaşlar da bankalardan borçlanmaya teşvik edilmiştir. “Yüksek faiz-düşük kur”
    politikasını dünyadaki en yüksek reel faizi vererek uygulayan hükümet, bankaları zenginleştirirken,
    vatandaşı tüketici kredisi ve kredi kartlarına mahkum etmiştir. Tüketici kredileri ve bireysel kredi
    kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255
    milyara yükselmiştir. Tüketici kredilerinin 2002 sonunda sadece 2.2 milyar TL olan bakiyesi 2012
    sonunda 185.9 milyar liraya, kredi kartlarındaki borç bakiyesi de 4.1 milyar liradan 68.8 milyar
    liraya yükselmiştir.
    Kaynak: TUiK, Hane Halkı Endekslerinden türetilmiştir. http://www.tuik.gov.tr
    Bir de rezerv meselesine bakalım. Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama
    oranı 2002 sonu itibariyle yüzde 169 düzeyindeydi. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin her 100 dolarlık
    kısa vadeli dış borcuna karşılık, Merkez Bankası’nın kasasında 169 dolarlık döviz rezervi
    bulunuyordu. Aynı tarihte toplam rezervlerin kısa vadeli dış borç ve cari açığı karşılama oranı da
    yüzde 163 düzeyinde bulunuyordu. Merkez Bankası’nın altın ve döviz rezervlerinin kısa vadeli dış
    borçları karşılama oranı 2012 yılının sonu itibariyle yüzde 116.6’ya; cari açıkla birlikte toplam
    yükümlülüğü karşılama oranı ise yüzde 80.8’e indi.
    Kısa vadeli dış borç ve cari açık toplamının 155.1 milyar dolar olduğu baz alındığında, 2002 yılındaki
    yüzde 169’luk karşılama oranına ulaşmak için ya rezervlerin 253 milyar dolar olması ya da kısa
    vadeli dış borç-cari açık toplamının 77 milyar dolara çekilmesi gerekmektedir.
    Bunlara ek olarak Türkiye’nin, orijinal vadesine bakılmaksızın, önümüzdeki bir yıl içinde yapması
    gereken toplam dış borç servisi 149.6 milyar dolardır. Yani 100 milyar dolara ulaştığı her fırsatta
    tekrarlanan rezervler, bir yıl içinde yapılacak bu geri ödemeye yetmemektedir.
    Bir ülke için olumlu bir gelişme olan rezervlerdeki artış, o ekonomi için güveni artırıp, kırılganlığı
    azaltıcı etki yapar. Türkiye’nin rezervlerinin de son on yılda hızlı bir artış gösterdiği aşikardır. Ancak,
    rezerv artışının ne şekilde gerçekleştiği, yani kaynağının ne olduğu büyük önem taşımaktadır.
    Harcadığından daha fazla döviz kazanan ekonomilerin ödemeler dengesinde ortaya çıkan cari
    işlemler fazlası kaynaklı rezerv artışı, bu ekonomiler için sağlıklı bir gelişme niteliğinde olsa da
    Türkiye gibi dış açık veren, yani harcadığından daha az döviz kazanan bir ekonomide, yabancı
    sermaye yatırımları da yeterli değilse, net borcu artırmadan rezerv artışı gerçekleşemez. Başka bir
    ifadeyle dış açık veren ekonomide rezerv artışı, bununla paralel biçimde dış borcun da artması
    anlamına gelmektedir. 100 milyar dolara ulaşan mevcut rezervlerimizle övünmek bankadan kredi
    çekip mevduat hesabına yatıran tüketicinin rasyonel olmayan övünmesinden başka birşey değildir.[4]
    Yukarıda izah edilmeye çalışılan husus; ekonomik verilerin eksik yorumlanması durumunda farklı
    tabloların ortaya çıkabileceğini biraz daha netleştirmektir. Elbetteki borçlarımızı ödemek ülkemiz
    için iyi bir gelişmedir ancak bu borcu öderken sanki başka borcumuz kalmamış gibi bir hava
    estirmek ve mevcut artışların kaynağını ifade etmeden sadece sonuçlarını aktarmak toplumu yanlış
    bilgilendirmek demektir. Günümüzde herkesin ekonomist olduğu da dikkatlerden kaçmazsa ekonomi
    yorumları her nerede yazılıyorsa biraz daha dikkatli okunmalıdır. 2002 – 2012 yılları arasındaki,
    yazıya konu dönemde, özelleştirmelere değinilmediği de dikkatlerden kaçmasın. Cumhuriyet
    tarihinin bütün kazanımları kamuya yük oluyor diye yine bu dönemde satılmış ve gelirleri de
    hükümet için bir iç kaynak oluşturmuştur. Bunlara ek olarak Osmanlı’nın sonunu tekrar okumalı,
    ekonomik krizin ve sistemdeki değişikliğin Osmanlı’yı nasıl bir çıkmazın içine soktuğu iyi
    irdelenmelidir. Neticede iç borç da borçtur. Müteşebbis devletten daha güçlü olamayacağına göre
    verdiği borca faiz işletecek ve er ya da geç bir gün geri ödenmesini isteyecektir
    1 ...
  17. 28.
  18. başı kapatıp kıçı açmaktır. Ordan burdan çalıp çırpmayla borc ödenmez.
    0 ...
  19. 27.
  20. yıllarca borç kavramı sadece ımf'ye öyle bir endekslenmiş ki algımızda sanki borç denilen şey imf borcundan ibaret. iyi güzel de özel kesim ve kişilerin borçları nedir. ülkenin her karışı borçlu şirket ve kişilerle kaynıyor. övünenler sadece esnafların çiftçilerin haciz dosyalarının kabarıklığına ve hangi yıllarda patlama yaptığına baksa fikir sahibi olacaktır. ödediğimiz vergilerle inşa edilmiş her şeyi satıp savurup bununla ödediği borcu sanki cebinden borç ödemiş gibi böbürlenerek anlatan hükümetlere ve bunlara hayran olan kitlelere ancak bizim gibi azgelişmiş ülkelerde rastlanır.
    0 ...
  21. 26.
  22. Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun 421 milyon dolarlık son taksidi, bugün tek tuşla sıfırlanacak.
    Hazine’nin talimatıyla Merkez Bankası, son taksit tutarını IMF hesaplarına elektronik olarak transfer
    edecek ve böylece Türkiye, 19 anlaşmadan sonra IMF’ye tek kuruş borcu olmayan bir ülke olacak.
    Elbette bu durum Türkiye için güzel bir gelişmeyken buzdağının altı biraz daha dikkatli bakmamız
    gereken ekonomik verileri içermektedir.
    Türkiye IMF ile ilk stand-by anlaşmasını 1961 yılında gerçekleştirmiş ve o tarihten itibaren 19 ayrı
    stand-by anlaşması daha yapmıştır. Bu anlaşmalar ise toplamda 56.9 milyar dolara tekabül
    etmekteydi. Faizleri çıktığımızda ise talep ettiğimiz rakam 49.5 milyar dolardı. IMF ile yapılan
    anlaşmalar içerisinde en yüklü tutarlar son 10 yılda imzalanan 16 milyar ve 10 milyar dolarlık
    anlaşmalarla hazinemize gelir olarak girmiştir.

    Meseleye bu açıdan bakıldığında IMF’ye olan borcumuz sıfırlanmıştır ancak kamu borcumuz son 10
    senede oldukça yükselmiştir. Türkiye’nin tek borcu IMF’ye olan borcu değildir. Neticede borç stoğu
    kavramı hem dış hem de iç borç tutarını kapsar. Eğer tüm borçları sıfırladık, dış borcu azalttık
    derseniz, toplum, hiç borcumuz yokmuş gibi algılar. Bu da kamuyu eksik bilgilendirmektir. iç borç
    her ne kadar kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla değerlendirilse de devletin kamuya olan borcunu
    ödeyememesi de iflas sebebidir. Bu konuda en iyi örnek Osmanlı Devleti’dir. 1875’te moratoryum
    ilan ettikten sonra 1881’de kurulan Düyun-u Umumiye Osmanlı borçlarını yapılandırmaya çalışmış ve
    çok yüksek faiz oranlarıyla kredi kullandırtmıştır. Buna bağlı olarak dış borç öncesi çıkartılan
    Esham-ı Cedidler yani iç borçlanma senetleri zaten ödenemediği için dış borçlanma ihtiyacı
    hissedilmiş ve borç yönetimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.[1] Bunlara ek olarak Türkiye Cumhuriyeti
    borç yükünü devralarak devamlılık sağlamaya çalışmış ve Osmanlı’dan kalan borcun son taksidini de
    1954 senesinde ödemiştir.
    Konuyla ilgili biraz daha tarihi bilgi vermek gerekirse 1946’da çok partili döneme geçişle birlikte
    Türkiye’de siyasi yapıda değişiklikler yaşanırken ikinci Dünya Savaşı henüz sona ermiş ve dünya
    savaş yaralarını sarmakla meşguldü. Savaşa dahil olmayan Türkiye, tüm dünyadaki ekonomik
    problemlerden etkilenmiş ancak 1950’de alınan Marshal yardımları ile durum kısa bir süre için farklı
    bir hal almıştı.
    Demokrat Parti’nin iktidar olmasıyla başlayan yeni siyasi dönem iktisadi anlamda da bir dönüm
    noktasıydı çünkü Türkiye 1930 yılından o ana kadar kesintisiz olarak; kapalı, korumacı, dış dengeye
    dayalı ve içe dönük iktisat politikaları izlemişti ve bu yeni dönemde bu katı politikalarda yavaş yavaş
    gevşeme söz konusuydu. Marshal yardımları sebebiyle Türkiye, 1950’li yılları kısmen bolluk
    ekonomisi gibi algılamıştı. Dışa açık ekonomi politikaları ve savaş sonrası genişleme konjonktürü
    burada başrol oyuncularıydı ve bu durum çok geçmeden yerini durgunluğa bırakacaktı. Durgunluk
    özellikle 1954 sonrası başlayıp 1960 yılının sonuna kadar devam etmişti. IMF ile ilk anlaşma ise 27
    Mayıs’taki askeri müdahalenin ardından 1961 yılında gerçekleşmişti.
    Kapitalist toplumlarda tüketim kalıpları değişiyordu ve bu değişim çok geçmeden Tükiye’yi de etkisi
    altına almıştı. 1960 – 1970 dönemi daha önceki dönemlerden daha farklıydı. ithal ikameci politikalar
    değişen tüketim kalıpları sayesinde köylü ve kentlinin elindeki birikimi ekonomiye aktarmayı
    hedeflemiş ve böylelikle kaynak yaratmak istemişti. Böylelikle dışa bağımlılık artmış ve borçlanma
    rakamları giderek yükselmişti.
    1970 – 1980 arası yıllarda en önemli ekonomik olay 1974 senesinde yaşanan Petrol Krizi’ydi. Öyleki
    ekonomide rahat bir gidiş varmış gibi algılanan duruma bu kriz kesinlikle son vermişti. Bu global
    kriz Türkiye’yi de etkilemiş ve kaynak bulmadaki sıkıntılardan dolayı, borçları düşme eğilimine
    sokmuştu. Ancak 1980’lere yaklaşan süreç içerisinde, Türkiye ekonomisinin borç rakamları
    GSMH’ya oranlandığında; iç borçlanma yüzde yirmileri, dış borçlanma aynı şekilde yüzde yirmileri
    ve toplam borçlanma da yüzde kırkı geçmemiş, tablo 1980’den sonra değişime uğramıştır.
    Bu değişimin temelinde dışa açılımın hız kazanması yatıyordu ve bu durum Türkiye’yi, özellikle
    1980’li yıllardan sonra ağır borç yükü ile iç içe yaşayan bir ülke konumuna getirmişti. Bu durumda,
    ülkenin gelişmişlik seviyesinin payı olduğu kadar, siyasi belirsizlikler, kamu harcamalarında
    frenlenemeyen artışlar, politik yozlaşma ve yolsuzlukların da önemli rolü vardı. Ülke, hangi dönemde
    olursa olsun borçlar devam etmiş ancak borçların kaynakları ve vade yapıları farklılık göstermişti.
    Bu döneme 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi damgasını vurmuştu. Alınan
    kararlar 1987 yılına kadar uygulanmıştı. Genel anlamda; sıkı maliye ve para politikalarını içeren
    kararlar sayesinde kısa bir süre için borç miktarında azalmalar sağlanabilmiş ancak Ağustos 1989’da
    sermaye hareketlerinin serbestleşmesiyle borç miktarı tekrar yükselmeye başlamıştı. 1980 – 1990
    dönemi kamu gelirlerinde yeni düzenlemelerin yapıldığı bir dönem olmasına rağmen, harcamaların
    kısıtlanamaması finansman açısından sıkıntı yaratmıştı ve bu da iç borçlanmanın büyük boyutlara
    ulaşmasına neden olmuştu. 1990’dan sonra da durum değişmemiş ve 2005 yılına kadar Türkiye dışa
    bağımılılığının faturasını ağır krizlerle ödemiş ve son IMF anlaşmasını da 2008 senesinde yapmıştır.
    Türkiye'nin IMF ile olan stand-by yolculuğuna 9 Cumhurbaşkanı ve 37 hükümet eşlik etmiştir.
    Türkiye, 1960 yılından 1970 yılına kadar her yıl bir stand-by anlaşması imzalamış ve her anlaşma da
    neredeyse bir yılını bile doldurmadan sona ermiştir. 1970-1978 yılları arasında stand-by sürecine ara
    verilmiş, bu tarihten sonra da, kesintili olarak birçok kez IMF ile stand-by anlaşmaları için masaya
    oturulmuştur.[2] 1961’den 2008’e kadar imzalanan 19 stand-by anlaşmasından yalnızca 1963, 1966,
    1967, 1968, 1970, 1980, 2002 ve 2005'teki stand-by anlaşmaları başarıyla tamamlanmıştır. Arada,
    uygun ekonomik koşullar nedeniyle ağır program şartlarını uygulamaktan vazgeçen hükümetler
    olduğu gibi IMF tarafından askıya alınan anlaşmalar da olmuştur.[3]
    1961 -2008 yılları arasındaki süreçte daha önce 1970-1978 ve 1984-1994 arası olmak üzere
    Türkiye'nin IMF'yle masaya oturmadığı iki dönem bulunmaktadır. 1970-78 arasında IMF'ye ihtiyaç
    duyulmamasında, ekonomideki başarı değil, artan petrol fiyatlarının uluslararası bankalarda likidite
    birikimine yol açması neden olmuştur. Likidite genişlemesi sonucu gelişmekte olan ülkelere yönelik
    krediler bollaşınca Türkiye IMF yerine, bankalardan kaynak kullanmayı tercih etmiştir. 1984-1994
    arasında ise borçları çevirmek için IMF yerine Merkez Bankası kaynakları kullanılmıştır. Türkiye'nin
    son dönemdeki stand-by yolculuğu ise 1999 yılında imzalanan 17. stand-by anlaşması ile başlamış,
    Cumhuriyet tarihinin en ağır krizi olarak nitelendirilen 2001 yılı şubat krizi ile sona ermiştir. Devlet
    eski Bakanı Kemal Derviş döneminde ise Türkiye, 18. stand-by anlaşmasını imzalamış ve Derviş'in
    imzaladığı stand-by anlaşmasını devam ettirmek 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından iktidara gelen
    AKP Hükümeti'ne kalmıştır.
    IMF ile imzalanan 19. stand-by anlaşmasının Mayıs 2008'de sona ermesinin ardından girilen yeni
    dönem, kamuoyunda oluşan algının aksine "Türkiye'nin artık borçsuz bir ülke" olduğu anlamına
    gelmemektedir. 2002 yılında IMF’ye olan 22 milyar dolarlık borç sıfırlanırken, aynı tarihte devletin
    IMF dışındakilerle birlikte 64.5 milyar dolar olan toplam dış borcu, 2012 sonu itibariyle 103.1 milyar
    dolara ulaşmış durumdadır. Merkez Bankası'nın 7.7 milyar ve özel sektörün 226 milyar dolarlık
    borcuyla birlikte Türkiye'nin toplam dış borcu ise aynı dönemde 129.6 milyar dolardan 336.9 milyar
    dolara çıkmıştır. 2002-2012 döneminde Merkez Bankası'nın dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar
    dolara gerilerken, kamunun dış borcu yüzde 59,8 oranında net olarak 38.6 milyar dolar artmış; özel
    sektörün dış borcu ise yüzde 425 oranında net olarak 183 milyar dolarlık rekor bir artış kaydetmiştir.
    Toplam dış borç stokunda on yılda yüzde 160 oranında 207 milyar dolarlık bir büyüme yaşanmıştır.
    Başka bi ifadeyle son 80 yılda oluşan borç stoku 100 kabul edilirse, son on yılda buna 160 daha
    eklenmiştir. Bu gelişme, IMF'ye borcu sıfırlasa da kamunun toplam dış borcunun büyümeye devam
    ettiği, toplam ülke dış borcunun da yüksek bir hacme ulaştığını göstermektedir.
    AKP’nin 10 yıllık iktidarı döneminde kamunun rekor borç artışı, büyük oranda piyasadan yapılan iç
    borçlanmalardan kaynaklanmıştır. Bu dönemde özel sektör dışarıdan, devlet ise özel sektörden
    borçlanmıştır. Yoğun sıcak para girişlerinin reel döviz kurunu düşürmesinin de etkisiyle özel sektör
    çok yüksek oranlarda dış borç almış, aşırı bir kur riski üstlenmiştir. Dışarıdan yüklü borçlanmalara
    giden banka ve finans kuruluşları ise bu fonları, iç borçlanma ihalelerinde devlete satmış, özel
    sektörün dış borcu ile kamunun iç borcu paralel biçimde hızlı bir büyüme göstermiştir.
    Kaynak: http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html adresinde bahsi geçen dönem için veriler hazırlanmıştır.
    Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net olarak 253 milyar
    lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükselmiştir. Aynı dönemde kamunun dış borcunun
    TL karşılığı da 102 milyar liradan 154.6 milyara yükselmiştir. Böylece kamunun iç-dış toplam borcu
    2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net olarak 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya
    yükselmiştir. Yani Cumhuriyet’in ilk 80 yılında devletin 257 milyar lira olan toplam borcuna, son on
    yılda 316 milyar lira eklenmiştir.
    2002 - 2012 döneminde en hızlı artış hane halklarının borçluluğunda yaşanmıştır. Son 10 yıldır
    uygulana ekonomi politikaları çalışan kesimlerin reel alım gücünü geriletirken, halk borçlanarak
    tüketmeye özendirilmiştir. Geliri artmamasına rağmen, finans sektörünün imkanlarıyla eskisinden
    çok daha fazla tüketmeye alıştırılan halka sanal bir refah yaşatılmıştır. Bankacılık kesimi yurt
    dışından, vatandaşlar da bankalardan borçlanmaya teşvik edilmiştir. “Yüksek faiz-düşük kur”
    politikasını dünyadaki en yüksek reel faizi vererek uygulayan hükümet, bankaları zenginleştirirken,
    vatandaşı tüketici kredisi ve kredi kartlarına mahkum etmiştir. Tüketici kredileri ve bireysel kredi
    kartları ile yapılan borçlanma 2002-2012 döneminde tam 38 kat büyüyerek 6.4 milyar liradan 255
    milyara yükselmiştir. Tüketici kredilerinin 2002 sonunda sadece 2.2 milyar TL olan bakiyesi 2012
    sonunda 185.9 milyar liraya, kredi kartlarındaki borç bakiyesi de 4.1 milyar liradan 68.8 milyar
    liraya yükselmiştir.
    Kaynak: TUiK, Hane Halkı Endekslerinden türetilmiştir. http://www.tuik.gov.tr
    Bir de rezerv meselesine bakalım. Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli dış borçları karşılama
    oranı 2002 sonu itibariyle yüzde 169 düzeyindeydi. Diğer bir ifadeyle Türkiye’nin her 100 dolarlık
    kısa vadeli dış borcuna karşılık, Merkez Bankası’nın kasasında 169 dolarlık döviz rezervi
    bulunuyordu. Aynı tarihte toplam rezervlerin kısa vadeli dış borç ve cari açığı karşılama oranı da
    yüzde 163 düzeyinde bulunuyordu. Merkez Bankası’nın altın ve döviz rezervlerinin kısa vadeli dış
    borçları karşılama oranı 2012 yılının sonu itibariyle yüzde 116.6’ya; cari açıkla birlikte toplam
    yükümlülüğü karşılama oranı ise yüzde 80.8’e indi.
    Kısa vadeli dış borç ve cari açık toplamının 155.1 milyar dolar olduğu baz alındığında, 2002 yılındaki
    yüzde 169’luk karşılama oranına ulaşmak için ya rezervlerin 253 milyar dolar olması ya da kısa
    vadeli dış borç-cari açık toplamının 77 milyar dolara çekilmesi gerekmektedir.
    Bunlara ek olarak Türkiye’nin, orijinal vadesine bakılmaksızın, önümüzdeki bir yıl içinde yapması
    gereken toplam dış borç servisi 149.6 milyar dolardır. Yani 100 milyar dolara ulaştığı her fırsatta
    tekrarlanan rezervler, bir yıl içinde yapılacak bu geri ödemeye yetmemektedir.
    Bir ülke için olumlu bir gelişme olan rezervlerdeki artış, o ekonomi için güveni artırıp, kırılganlığı
    azaltıcı etki yapar. Türkiye’nin rezervlerinin de son on yılda hızlı bir artış gösterdiği aşikardır. Ancak,
    rezerv artışının ne şekilde gerçekleştiği, yani kaynağının ne olduğu büyük önem taşımaktadır.
    Harcadığından daha fazla döviz kazanan ekonomilerin ödemeler dengesinde ortaya çıkan cari
    işlemler fazlası kaynaklı rezerv artışı, bu ekonomiler için sağlıklı bir gelişme niteliğinde olsa da
    Türkiye gibi dış açık veren, yani harcadığından daha az döviz kazanan bir ekonomide, yabancı
    sermaye yatırımları da yeterli değilse, net borcu artırmadan rezerv artışı gerçekleşemez. Başka bir
    ifadeyle dış açık veren ekonomide rezerv artışı, bununla paralel biçimde dış borcun da artması
    anlamına gelmektedir. 100 milyar dolara ulaşan mevcut rezervlerimizle övünmek bankadan kredi
    çekip mevduat hesabına yatıran tüketicinin rasyonel olmayan övünmesinden başka birşey değildir.[4]
    Yukarıda izah edilmeye çalışılan husus; ekonomik verilerin eksik yorumlanması durumunda farklı
    tabloların ortaya çıkabileceğini biraz daha netleştirmektir. Elbetteki borçlarımızı ödemek ülkemiz
    için iyi bir gelişmedir ancak bu borcu öderken sanki başka borcumuz kalmamış gibi bir hava
    estirmek ve mevcut artışların kaynağını ifade etmeden sadece sonuçlarını aktarmak toplumu yanlış
    bilgilendirmek demektir. Günümüzde herkesin ekonomist olduğu da dikkatlerden kaçmazsa ekonomi
    yorumları her nerede yazılıyorsa biraz daha dikkatli okunmalıdır. 2002 – 2012 yılları arasındaki,
    yazıya konu dönemde, özelleştirmelere değinilmediği de dikkatlerden kaçmasın. Cumhuriyet
    tarihinin bütün kazanımları kamuya yük oluyor diye yine bu dönemde satılmış ve gelirleri de
    hükümet için bir iç kaynak oluşturmuştur. Bunlara ek olarak Osmanlı’nın sonunu tekrar okumalı,
    ekonomik krizin ve sistemdeki değişikliğin Osmanlı’yı nasıl bir çıkmazın içine soktuğu iyi
    irdelenmelidir. Neticede iç borç da borçtur. Müteşebbis devletten daha güçlü olamayacağına göre
    verdiği borca faiz işletecek ve er ya da geç bir gün geri ödenmesini isteyecektir
    2 ...
  23. 25.
  24. litresi 5 liraya benzin sat, sigaraya içkiye katır yüküyle vergi ekle, kazanırken ayrı, harcarken ayrı vergi topla... e bi zahmet bitsin aq, bitmezse ayıp! gerçi imf borcu bitti de ne oldu ki, milletin cebinde hala para yok.
    0 ...
  25. 24.
  26. imfye olan borcun dışborcu arttırarak kapatıldığını bilmeyen insan söylemi.
    0 ...
  27. 23.
  28. he zaten bütün zahmeti kendisi çekti ulan sırtı kırbaçlanan fakir işçi köylüydü kaç senedir. Asgari ücretle çalışan bir işçiye veya orta halli bir çiftçiye sor bakalım bu konu hakkında ne diyecekler.
    0 ...
  29. 22.
  30. Sadece imf den borç alındıgını zanneden insan söylemidir.
    0 ...
  31. 21.
  32. evet borç bitmiştir..
    ülkenin milli değerlerini satıp özelleştirerek,
    gelen paralarla kendilerine gemi alan,
    isviçre hesaplarına da milyarlar koyan bir adam borcu böyle bitirmiştir.
    zenginliklerine zenginlik katarak..
    yolsuzluk yaparak...

    hala düşünmekten yoksunsunuz..
    türkiye bu kadar iyi bi ülke de rte'nin oğlu neden amerika'da?
    vatan için can feda madem neden oğlu askere gitmiyor?

    bunlar küçük örnekler sadece.. bunun gibi yüzlerce soru sorarım size..
    yahu hayatınızda bir kere olsun düşünün be, düşünün. çok mu zor?
    1 ...
  33. 20.
  34. ülkeyi satarsan ödenecek borçtur. az bile ödemiş o kadar satışa. arkadaş bir anlayamadınız gitti. özelleştirmeleri en çok yapan hukuk bürolarında çalıştım. net söyleyeyim yabancı yatırımcılar ağızlarının suyu aka aka damlıyorlar ülkeye. bize de veriyorlar saatimize 500 600 dolar. dikkat edin "saatimize". sonra hukuk bürosunun sahibi de para basma makinasını açıyor. yolsuzluk diz boyu. abdüllatif şener bile kabul etti her özelleştirme ayrı bir yolsuzluk diye. memlekete o kadar sıcak para akıyor ki (tabi ülke satıyorsun para akacak) imf borcu devede kulaktı dostum.
    2 ...
  35. 19.
  36. bunun önemini cühela ve basiretsizler bilemez.
    0 ...
  37. 18.
  38. kesinlikle tayyip erdoğan sayesindedir, her sabah 6'da kalkıp gece 8'de eve gelen, bu süre içerisinde her gün eşekler gibi çalışan milyonların ne gibi bir katkısı olabilir değil mi?
    1 ...
  39. 17.
  40. bugün de iyi göz boyadık hanım cümlesinin eyleme geçmiş halidir.
    1 ...
  41. 16.
  42. kimsenin objektif yaklaşmadığı olay. muhalefet düşünceliler çamur atmak için yok cari açık yok şu aslında bişey olmadı diyor, akpliler eski osmanlı geliyor çok güçlendik artık imf bizden borç alıyor hehehe. diyor. ulan hepinizden nefret diyorum.
    3 ...
  43. 15.
  44. imf ye yine muhtaç olacağız elbet işte o zamanda ülke topraklarında yada devlet kurumlarında satacak yer satacak mal mülk kalmadığında borç almaya başlayacağız işte o zaman ki imf devereye girecek.
    0 ...
  45. 14.
  46. imf'ye borç bitse de şu an türkiye'nin borcu 1 trilyon dolardır. yani ali'den borç alıp, veli'nin borcu kapatılmıştır. aferim.
    (bkz: türkiye'nin dış borcu)

    bu arada; türkiye'nin 2013 bütçesi 400 milyar dolar.
    yani hiç para harcamasak 2.5 senede öderiz borcumuzu, raad olun.

    yok, yok. ekonomi çok güzel, valla bak(!)

    (bkz: bıldırki hurmalar götümü tırmalar)

    ek: evet güzelim, doğru anlamışsın. bu entry'i eksileyince borç da düşüyor. şimdiden 999.999.999.999 dolara indi bile. ahh, yeağğğ)
    2 ...
  47. 13.
  48. bir ülke başkanı iyi şeyler yaptı diye kötülüklerini görmezden gelemeyiz.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük