Gündem belli. Kızlar erkekler aynı evde kalamazlar. Başbakanımız her ne kadar bunun yaşam tarzına müdehale olmadığını savunsa da bunu nasıl tanımlamak gerekir başka? Başbakanımız partisinin Kızılcahamam kampında "Kız-erkek öğrenci aynı evde kalıyor. Muhafazakar demokrat yapımıza bu ters. Talimatını verdik, denetimi yapılacak" dedi. Daha doğrusu bu dediğini Zaman gazetesi yazdı. Gündem hooop değişti. Tepkiler gelmeye başladı. Başbakanımızın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan ile Bülent Arınç haberi yalanlama girişimlerinde bulundular ve haberin çarpıtılarak ya da eksik verilmesinden dolayı yanlış anlaşıldığını savundular. Hatta ve hatta hükümetin yandaşı bazı gazete ve internet siteleri de Zaman gazetesinin insanları kışkırtacak şekilde tehlikeli ve pis işler için çalışmalar yaptığını bile yazdı.
Peki başbakanımız tüm bu suları durgunlaştırma çalışmalarına nasıl karşılık verdi? Dünkü meclis toplantısında Zaman'ın yazmış olduğu ve söylemediği iddia edilen şeyleri bu sefer kameraların karşısında söyleyip Zaman gazetesinin adını temize çıkardı: "Kız ve erkeklerin aynı evde kaldığına ilişkin ihbarlar geliyor. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık. Her türlü şeyler olabiliyor. Bir muhafazakar demokrat iktidar olarak, bizler müdahil olmak durumundayız. Bu, yaşam tarzına müdahale değildir."
Başbakanı geçmişte verdiği sözlerin arkasında durmadığı için ayıplamak gerek. Ama öte yandan kendisinin de gerçekten yaşam tarzına müdahale etmediğini düşündüğüne de inanıyorum. Bu söylediklerinde yaşam tarzına yönelik bir müdahale görmüyor gerçekten. Yakınlarının , parti arkadaşlarının, vekillerinin, seçmenlerinin kendisine durumu çok net şekilde anlatmaları gerek. Eğer bu yaşam tarzına müdahale değilse başka ne olabilir.
Kızların erkeklerle aynı evde kaldığını nasıl belirleyeceksin. Öğrenci evleri mi basılacak. Allahım nereye doğru gidiyoruz. Eğer çevresindekiler bile başbakana gözünün üstünde kaşın var demeye korkuyorlarsa biz sıradan insanlar ne yapalım. Benzer durum Gezi Parkı'nda da yaşandı. Sonuç olarak 10'a yakın canımızı kaybettik. Şu an öyle bir haldeyiz ki başbakan ya da iktidarın söylediklerini tasdik edip onaylamazsan muhalif sayılıyorsun. Eskiden bu yanlışları görmesen ve yazmasan yani kendi kendine otosansür uygulasan sıyırabiliyordun. Ama artık o aşamayı da geçtik.
Başbakanımız bir üst gruba girdi artık. Ulusalcılara ve ulusalı temsil eden herşeye karşıydı. TC yazısına, Andımız'a, Milli bayramlarımıza. Bu zaten biliniyordu. Doğal olarak bunu savunanlarla da ters düşüyordu. Bu yüzden birbirleriyle biraraya gelmemiş ama hepsi kendi çapında ulusalcı olan yani milliyetçi diyebileceğimiz ve hiç de garipsenmeyecek bir durumda ülkesini, bayrağını seven insanların bir çoğu düşman olarak görüldü. Bunlar tutuklandı, yargılandı, işinden çıkarıldı veyahut bir şekilde uğraşıldı. Daha sonra sıra liberallere geldi ki libareller "yetmez ama evet"çi diye nitelendirilen gruptu. Bu isimler iktidara karşı olağanüstü bir iyimserlik taşıyorlar ve yaptıklarının altında sadece kendilerine hoş gelebilecek şeylerin üzerinde duruyorlardı. iyi niyetli ve aşırı iyimser olan bu körler iş belli başlı kişisel özgürlüklere gelince seslerini çıkarmaya başladılar. Ama atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmişti. Artık onların bu iyimser desteklerine ihtiyaç da kalmadığı bizzat AKP kurmayları tarafından da dile getirilmişti zaten. Sezen Aksu, Ahmet Altan gibi bu isimler akılları başlarına geç kalan, kabak gibi duran gerçeği görmemek için direnen isimlerdi.
Ama iş artık iyice değişti. Artık başbakanımız kendi partisinin içindeki ılımlı isimlerle bile ki bana ve birçoklarına göre onlar da ılımlı değiller- ters düşmeye başladı. Onların normalleştirme çabalarının üstüne tuzruhu dökecek şekilde, canlı yayında ve kameralar önünde söyledikleriyle yalanlıyor onları. Durum hiç iyi görünmüyor. Sanki V For Vendetta filmini seyreder gibiyim. Artık kendi kurmaylarını bile dinlemeyen bir devlet başkanı nasıl kendisini demokrat olarak nitelendirebilir anlamak mümkün değil.