uzun yıllardır, canım sıkıldıkça, açıp tolkien'in silmarillion'unu okurum. her ne kadar peter jackson, lord of the rings'i beyazperdeye çok güzel şekilde uyarlamış olsa da, aynı başarıyı silmarillion'da başarabileceğini sanmıyordum. o sebeple, ne kadar seviyor olsam da, kimse silmarillion'u film yapmaya çalışıp mahvetmesin istiyordum. ancak tarsem'in the fall'unu izledikten sonra bir ümit doğdu içime. hani silmarillion'u çekebilecek biri varsa o bu adamdır diyebilirim artık gönül rahatlığıyla.
edit: 2011 de vizyona girecek olan filminin adı değişmiş immortals olmuş.
aşmış yönetmendir. hani çok filmi de yoktur. 3 film çekmiştir. Tha Fall, The Cell ve son olarak immortals'ı bize hediye etmiştir. çektiği her filmin karesi "kes duvara yapıştır" formatındadır.
şiirdir. masaldır. hintli dünyanın bize armağanıdır.
Filmlerinde sanatsallığa da yer veren harika bir yönetmen. The fall izleyenler sahneler arası geçişteki muhteşem görüntüyü fark edecektir, zira kendisi tabloları kesik kesik sinemaya yediren özel biri. Beğenmeyenler de olacaktır onlara da saygı duyulur (aslında hiç de duymuyorum). Bundan sonrası spoiler içerir dikkat edin. The fall'da alexandria oldukça başarılıdır ve bu başarının bir sebebi de aslında rol yapmayıp gerçeği oynaması. Roy'un gerçekten sakat olduğunu sanmış çocuk, bilerek yapmışlar. Bir diğeri film de The cell, ee bu filmler neden hep the ile başlıyor? Neyse, the cell de gayet başarılı ancak daha doyurucu bir son olabilirdi. Sonunda izleyiciyi buruk bırakmamalıydı, ben öyle oldum mesela. Seri katilin yaşadıkları beni gerçekten üzdü, öylece de gitti. Zihninde yeni bir dünya oluşturup, mutlu edip öyle veda etmelerini isterdim.
Unutmadan ekleyeyim The Fall yanılmıyorsam 21 farklı yerde çekildi bu yüzden de uzun sürmüştür tamamlanması, bu yerlerin arasında Ayasofya'yı da görebilirsiniz, sadece bu yüzden bile sevebilirim filmi, çok az görünse de. Bir de filmin bir kesitinde semazen mi desem ne desem bilemedim o tarz bir bölüm vardı, izlemelisiniz.