stadyumda maç seyreder gibi coşarak değil, aksine, ''bilgi'' edinerek okunulması gereken bilim dalıdır. bu sayede, o bilgilerin kazandıracağı sentez ve analiz yeteneğiyle günümüzün kronikleşen komplike sorunlarına objektif bakabilmek, akılcı çözümler geliştirmek daha bir mümkündür.
Bir olayin tarihi olay sayilmasi icin uzerinden en az 50 yil gecmesi gerekir. bu tarih iliminin esaslarindan birisidir. Mesela korfez savaslari, ya da 11 eylul saldirisi tarihi birer olay degildir. cunku bu olaylarin uzerinden 50 sene gecmemistir.
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
tarih, kurgudur. Ulus devletlerin ortak dil, tarih ve kimlik oluşturma politikalarının sonucunda yazılmış, o devletten bu devlete farklı olarak yazılmış kurgudur.
Geçmişte yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, yer ve zaman belirterek, belgelere dayanarak, neden-sonuç ilişkisi içerisinde, objektif olarak inceleyen bilim dalıdır.
toplumlari, milletleri, kuruluslari etkileyen hareketlerden dogan, olaylari zaman ve yer göstererek anlatan; bu olaylar arasindaki iliskileri, daha önceki ve sonraki olaylarla baglantilarini, karsilikli etkilenmeleri, her milletin kurdugu medeniyetleri, kendi iç sorunlarini inceleyen bilim.
çoğu zaman çarptırılır.
üzerinde çokca durulanın aksine çöp kutusu olmayan kavramdır. herşeyi içinde biriktiren, ve her zaman her an karşımıza onu unutmanın gafleti ile çıkabilecek tarihin eski bilimi.
her daim acaba bu savaşları yaparken ileriki nesillere bela olacak durun etmeyelim, eylemeyelim yassık lem bunlara diye düşünmüşler midir diye düşündüren ders. *
bir de bu bilimin dersi vardır. iğrenç bir $eydir. türkiye cumhuriyeti okullarında verilen tarih dersleri tamamen ezberci eğitim sistemine dayatılmı$tır, ve islam tarihi, osmanlı tarihi ve inkılap tarihi dı$ında hiç bir $ey anlatılmamaktadır. tarih küresel bir bilimdir, ve tarih okutulacaksa, dünya tarihi okutulması $arttır.
ölüler bizi geçmişten söz ederken dinleyebilseler, düştüğümüz tarih yanlışlıklarına şaşmak mı, kızmak mı gerektiğini bilemez, dünyada geçirdikleri günlerin boşa gittiğini düşünüp yaşadıklarına pişman olurlar. "o olayın içyüzü hala ortaya çıkarılamadı" diye üzülenler mi, "benim hakkım daha ne güne dek yenecek?" diye soranlar mı istersiniz, bir yanda unutulduğuna üzülenler mi? oysa, biz tarihe inanırız, belki öteki bilimlerden çok tarihe inanırız; bugün nedeni anlaşılamamış olayların ileride aydınlanacağını, gerçeklerin açık seçik olarak ortaya serileceğini, haklı ile haksızı birbirinden gelecekte tarihin ayıracağını düşünür, öyle ölürüz.
tarih, toplumsal olayların, hem de en önemlilerinin, üstün kişilerin, büyük savaşların, insan yaşamına yön veren düşüncelerin, buluşların sırasını, düzenini inceler, çözümlemesine yönelir ancak. bu yüzden de insanları, tarihe girenler-girmeyenler, girecek olanlar-girmeyecek olanlar diye ayırmak pek de yanlış sayılmaz. ama, tarihe geçmiş olan büyük adamların tümünü iyi sayamayacağımıza göre, (çünkü onda kötülerin sayısı, iyilerden daha çoktur), adı kötüye çıkmış bir büyüğün tarihten beklediği olumlu yargıyı, küçük kötülerin umudundan silmeye hakkımız olmamak gerekir. çünkü, her olay toplumsaldır, en önemsiz gördüklerimizin bile hangi önemli olaylara yol açacağını kestirmek kolay değildir. böylece bir tanrı niteliği kazanır tarih ve gelecek dediğimiz ise, bir öteki dünya mahkemesi olarak yer alır kafamızda.
işte biz hem o mahkemeye güvenen, hem de o mahkemenin içinde bulunan yaratıklarız; geçmişi yargılıyoruz, gelecekte yargılanmayı bekliyoruz. ancak insan, doğası gereği, yargılanmayı değil, yargılamayı sever.
başka bir deyişle, tarihin mahkemesinde suçlu çıkacağını düşünen hiç kimse geçmemiştir dünyadan. tarihin yargısından korkanı gören yoktur, korkutanı ise çok boldur. e... bu bolluk içinde ölüler nasıl olur da kızmaz, şaşmaz, yaşadıklarına pişman olmazlar. mahmut şevket paşa şimdi herhalde biliyordur nasıl öldürüldüğünü, "tarih bir türlü işin içyüzünü ortaya çıkaramadı, bizim dava gazete tefrikalarına düştü" diye kızmaz mı? patrona halil bile belki "kıt... kıt" boğulmaktadır; o olayın bir gericilik mi, yoksa bir halk başkaldırısı mı olduğu hala tartışılıyor.
tarihe yargıç görevi yükletilmesi, geçici toplum yasalarından başka, daha üstün, bütün zamanları kavrayan yasaların varlığını gerektirir. gerçekte de tarih, tarihe geçmiş kişileri yargılarken, o dönemin yasalarına göre yürütmez işini; bunda da yerden göğe haklıdır, kralları kendi koydukları yasalarla koğuşturmaya uğratırsak, tümü haklı çıkar; giderek onlara, kendi koydukları yasaları çiğnemek hakkı bile tanınmıştır. fakat tarihin başkaca üstün yasaları da yoktur. nesnel olmak, bu açıdan, olayların seyircisi olmaktan başka anlama gelmez, ki tarihin yaptığı da budur. ondan ahlaki yargılar beklemek ise, günün anlayışına uygun yorumlardan öteye gidemez. yorum dediğimiz de nedir ki? ikinci abdülhamit'i "müstebit, zalim" diye gösterenlerin yanında, ulu hakan diye tanımlayanların da çıktığını biliyoruz. hüseyin'i öldüren yezit üzerine gazetelerdeki yayımları gören eski bir din yazarının, "bu konuyu tazelemek doğru değildir, gelmiş geçmiş, dinsel bütünlüğümüz bozulabilir," diye yazdığını hiç unutmam. iş yoruma vurulunca, tarihin yargısı, bilinmez bir geleceğin karanlıkları içinde önemini yitirir.
ahlaki açıdan yargılayıcı yerine koymak, tarihi, dinle bir tutmaktan başka bir şey değildir. oysa, dinsel görüş ya da inanış, iyiliklerin olduğu kadar, kötülüklerin de tanrı'dan geldiğini söyler. tanrı'dan gelen iyiliklere seviniyoruz da, kötülüklere neden şükretmeyelim?
tarihin yargısına başvurmak duygusu ya da düşüncesi , inançların çatıştığı, insanların ayrıldığı, yargılayanla yargılananın doğruluk ve iyilik konusunda anlaşamadığı olaylarda, doğru olanın bir gün, er geç, anlaşılacağı kanısına dayanmaktadır. oysa, sonsuz zamanı kapsayan böyle bir doğru anlayışı, olsa olsa, insanın umutlu bir yaratık olduğunu gösterir ancak.
bizde eski bir söz vardır, haksızlığa uğrayan çaresiz kimse, haksızlık edene, "seni tanrı'ya bırakıyorum," der. bu söz yerine, "seni tarihe bırakıyorum" demek içimizi rahatlatır mı? ama karşınızdakileri sevindirir.
bir bilim olarak asla hiç bir ülkede objektifliğini göremedeğim daldır.gerçekten bizim ülkemiz de dahil olmak üzere hiç bir zaman hiç bir yerde doğru anlatılamayan bilim.
tarihin sloganı, aynı şeyin değişik halidir.ilerleme diye bir şey yoktur.olayların sembolü döngüdür.
ne bilgelerin ne de delilerin söyledikleri hiç değişmez!
olaylari olgulari inceleyen bilim dalidir. nesnel olmalidir, duygu dusunce ve kişisel inanclardan uzak olarak incelenmesinde fayda vardir. muracat edilen belgeler tarafsiz olmalidir. progabanda mahiyetinde belgelere itibar edilmemelidir. yazan kişiye göre bir olay zafer yahut felaket olarak gecebilir çünkü. tarih bir aractir. olanlarin bitenlerin arkasinda olaylari neden sonuc ilişkisinde görmektir. misal ortacağda kaziga gecirme eylemi o gunun sartlarina göre hakli bir eylemdir. cunku zamanlardaki sartlari göz önünde bulundurmak iktiza eder. ama 21 yuzyılin sartlanmisliklarinda degerlendirmek tarihi olmaz. eger olursa osuruktan humanizm sözde insan perverlikten dem vurupta bir vakayi taraf tutarak degerlendirme yapilmaz. yapilirsa bir boka benzemez ve hamaset edebiyati olur. bunlarin cogu ilk okul ve lise bilgileri. ama ne yazik ki tarih dersinde dersi dinleyeceğine hocanin bacaklarini dikizleyen yahut makyaj yapip lise diplomasi alan zihniyetler için tekrardan buraya yazmak zorunda kaldiğim için utaniyorum. sözün özü filmler sadece filmdir esas olan tarihi kitaplardan ögrenmektir.