taranta babu ya mektuplar

entry14 galeri0
    1.
  1. italyan faşizmini değişik bir atmosferde yansıtan şiirlerden oluşan bir nazım hikmet ran eseri.
    2 ...
  2. 2.
  3. taranta babu'ya birinci mektup:

    babasının yirmi beşinci kızı
    benim üçüncü karım
    gözlerim, dudaklarım
    taranta babu
    sana bu mektubu
    içine yüreğimden
    başka bir şey koymadan
    yolluyorum
    roma'dan...
    bana darılma sakın
    şehirlerin şehrinden
    sana gönderecek
    kendi yüreğimden
    daha akla yakın
    bir hediye
    bulamadım diye....

    taranta babu
    onuncu gecemdir ki bu
    başımı gümüş yıldızlı
    kitaplara sokuyorum
    okuyorum
    doğuşunu
    roma'nın
    önde dişi bir kurt
    arkada tombul ve çıplak
    remüs'le romilüs
    dolaşıyorlar içinde odanın
    ağlama taranta babu
    bu romilüs
    ual ual çarşısında
    güpegündüz
    senin o incir memeli kız kardeşini
    altına alan
    mavi boncuk tüccarı sinyor romilüs değil
    ilk romalı, kral romilüs....
    2 ...
  4. 3.
  5. bugün aklıma
    yazısız ve çizgisiz
    bir resim geldi, taranta - babu!
    ve benim, birdenbire
    yüzünü değil,
    gözünü değil,
    senin sesini göresim geldi, taranta - babu;
    «mavi nil» gibi serin,
    yaralı bir kaplan gözü gibi derin
    sesini senin!
    2 ...
  6. 4.
  7. taranta babu'ya ikinci mektup.

    boynunda mavi maymun dişinden
    üç dizi gerdanlık taşıyan,
    kırmızı tüylü bir kuş gibi göğün altında
    ve bir akarsu gibi yerin üstünde yaşıyan,
    sözleri sözlerimin
    gözleri gözlerimin bakır aynası,
    üçüncü kızımın
    ve beşinci oğlumun anası
    taranta - babu!…

    aylardır
    kalmadı çalmadığım kapı.
    sokak sokak
    yapı yapı
    adım adım
    roma’da
    roma’yı aradım!…
    burda artık
    büyük ustalar mermeri ipekli bir kumaş gibi
    kesmiyor;
    floransa’da rüzgar esmiyor!…
    ne dante aligeri’den şarkılar,
    ne beatriçi’nin nakışlı yüzü var,
    ne leonardo da vinçi’nin öpülesi eli!…
    mikel ancelo
    müzelerde pırangalı bir kürek mahkumudur.
    ve sapsarı boynundan
    bir katedral duvarına asmışlar rafael’i!.
    roma’nın büyük
    roma’nın geniş caddelerinde bugün;
    dayamış sırtını betonarme bankalara,
    çifte başlı bir balta gibi duran
    yalnız bir kara
    yalnız bir kanlı gölge var:

    her adımında bir
    esir
    başı vuran,
    her adımında bir mezar
    açıp
    geçen
    sezar!…
    roma!
    kovadis roma?
    diye sorma!
    bizim oraların güneşi gibi aydın
    ve ortada bu!
    sus taranta - babu!
    sevgiyle
    saygıyla,
    gülerek
    haykırarak
    sus!…
    dinle bak:
    zincirlerini kırıyor
    roma’nın varoşlarında spartakus!…
    1 ...
  8. 5.
  9. taranta babu'ya üçüncü mektup.

    papa xi’inci pi’yi gördüm taranta - babu;
    bizim kabilenin
    büyük sihirbazı neyse
    burada o da, bu.
    yalnız
    bizim sihirbaz,
    üç başlı mavi şeytanı
    harar dağları ardına kovmak için
    para almaz.

    kurbanlık yaban eşekleriyle
    yılda iki yük fildişi yığını
    kapatır onun
    bütçe acığını.
    oysa ki, sa sentede
    papa
    bütçesini yaban eşekleriyle kapa-
    -tamaz.
    adamcağızın
    kara cübbeleri altın işleme haçlı elçileri
    ve kısa donları ponponlu askerleri var.
    o onların
    onlar onun
    eline bakıyorlar.

    papa xi’inci pi’yi gördüm taranta - babu!
    korporatif bir heyecanla dudaklarını satan
    ve yarım lirete yarım saat yatan
    cennet italya’nın hür vatandaşlarından bir kadın,
    papa bağışlasın diye günahını etin
    yarısını verip yarım liretin
    satın almış da bir resmini hazretin
    başucunda asmıştı bir yere.
    baktım:
    ne azizlerden jorj’a benziyor
    ne sen piyer’e.
    onların altın gözlükleri yok
    taranmamış
    yağlı uzun sakalları vardı…
    bunun
    taranmamış yağlı, uzun
    sakalı yok,
    fakat altın gözlükleri var.
    papa xi’inci pi’yi gördüm taranta - babu!
    xi’inci pi
    yumuşak tüylü kara koyunlar otlatan
    bir çoban
    gibi
    taçlı ve taçsız kralların otlağında
    ruhları otlatıyor.

    xi’inci pi
    ki
    bir ahırda babasız doğanın vekilidir,
    meryem’e yakın olmak için
    nefsi nefsine edip işkence
    her gece
    mermer sütunlu bir sarayda yatıyor.

    / 13
    0 ...
  10. 6.
  11. taranta babu'ya dördüncü mektup.

    italya’nın
    nakışlarında güneşler oynaşan ipekli şalları,
    pomperi yollarında kara katırların nalları,
    boyalı kutusunda verdi’nin yüreği atan
    laternası
    ve ala düdük makarnası
    kadar
    faşizmi de meşhuuuuurdur
    taranta - babu.
    italya’da faşizm
    emilialı büyük toprak kontlarının asalarından
    ve romalı bankerlerin kasalarından
    geçip
    il duçe’nin dazlak kafasında dank demiş
    bir nuuuurdur
    taranta - babu.

    bu
    nur
    yarın
    inecektir üstüne
    habeş ovalarında mezarların.
    0 ...
  12. 7.
  13. Taranta Babu’ya beşinci mektup

    görmek
    işitmek
    duymak
    düşünmek
    ve konuşmak
    koşmak alabildiğine
    başı dolu
    başı boş
    koş-
    -mak…

    hehehey taranta - babu
    hehehey
    yaşamak ne güzel şey
    anasını sattığımın
    yaşamak ne güzel şey…
    düşün beni
    kollarım, senin üç çocuk doğurmuş
    geniş kalçalarındayken…
    düşün sıcak…
    düşün kara bir taşa damlıyan
    çırılçıplak
    bir su sesini…
    istediğin yemişin
    rengini, etini, adını düşün…
    gözdeki tadını düşün
    kıpkırmızı güneşin
    yemyeşil otun
    ve koskocaman
    masmavi bir çiçek gibi açan
    ay ışığını…

    düşün taranta - babu!
    insan oğlunun yüreği
    kafası
    kolu
    yedi kat yerin altından
    çekip çıkarıp
    öyle ateş gözlü çelik allahlar yaratmış ki
    kara toprağı bir yumrukta yere serebilir,
    yılda bir veren nar
    bin verebilir.
    ve dünya öyle büyük,
    öyle güzel
    öyle sonsuz ki deniz kıyıları
    her gece hepimiz
    yan yana uzanıp yaldızlı kumlara
    yıldızlı suların
    türküsünü dinleyebiliriz…
    yaşamak ne güzel şey
    taranta - babu
    anlıyarak bir usta kitap gibi
    bir sevda şarkısı gibi duyup
    bir çocuk gibi şaşarak
    yaşamak…
    yaşamak:
    birer birer
    ve hep beraber
    ipekli bir kumaş dokur gibi…
    hep bir ağızdan
    sevinçli bir destan
    okur gibi
    yaşamak…
    ……………
    ……………
    yaşamak
    ne acayip iştir ki
    bu ne mene gidiştir ki taranta - babu
    bugün bu
    “bu inanılmayacak kadar güzel”
    bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey:
    böyle zor
    bu kadar
    dar
    böyle kanlı
    bu denli kepaze…
    0 ...
  14. 8.
  15. Taranta Babu’ya altıncı mektup

    buranın yazarları üçe bölünmüş taranta - babu.
    bir çeşitleri var: yalnız iç gömleğine değil, ipekli bir mendile benzeyen yüreğinin kenarına da altı dişli taç işleten danunçio gibi; zıpır marinetti ve dinamitçi nobel’in ödülüyle duçe’nin yumruğundan başka her şeyden kuşkulanan pirandello gibi…
    bunlar faşist edebiyatının dahileri soyundan taranta - babu.
    bunlar allahlar gibi konuşur, anlaşılmayacak kadar karanlıklarla dolu, ulaşılamayacak kadar yüksek ve dibi bulunamayacak kadar derin yazarlar. fakat yine de bunların senin gibi karınla*rı ağrır. benim gibi karınları acıkır. yaşayışları, ya milanolu bir kumaş fabrikatörününki gibidir, ya geniş topraklar işleten bir prensinki gibidir.
    bunlar faşist edebiyatının dahileri soyundadırlar taranta - babu.
    ve bunlar, bizim oralardaki altın külçelerinin kara toprağın altından güneş parçalar gibi çıkar*tılıp banka komerçialenin çelik depolarına getirilmesi için savaşın dinamik bir güç; sapsarı bir çölde boynunun damarı kesilerek ölmenin italya’nın akdeniz suyu gibi masmavi göğünün altında ebediyen yaşamak demek olduğunu yazarlar, bunu edebiyatlaştırırlar.
    ben, üç nehirle ayrılmış üç toprak parçası gibi üçe bölünen italyan yazarlarının bu dahiler so*yuyla yalnız kitaplarının satırlarında konuştum. yüzlerini yalnız gazetelere basılan rötuşlu fo*toğraflarından tanırım.
    italyan yazarlar dünyasının ikinci çeşidine gelince, bunlardan bir ikisiyle karşılıklı oturup ko*nuşmuşumdur. ve benim bir afrika gecesinin ılıklığını taşıyan ellerim, onların, pırıltısı yaldızlı meryem ana resimleri önüne dikilen ince mumlar gibi sarı ve soğuk parmaklarına dokundu. hele içlerinde bir tanesi vardı ki taranta - babu, gözleri, bir yaz günü güneşin ışığına ve sıcak*lığına dayanamayıp kuduran, kudurduktan sonra da sıra dağlardaki küçük mağaranın ıslak karanlığında ölen köpeğin gözlerine benzerdi.
    bu bir şairdi, bir romancıydı, bir düşünürdü, taranta - babu. fakat her şeyden önce, zavallı bir kokainmandı. onunla arkadaşlarına yarı lokanta ve yarı ve yarı meyhanemsi bir yerde rastlıyordum. bağıra çağıra konuşurlardı. kavga ederlerdi. hatta bir gece aralarında, “isa mı daha mistiktir, konfüçyüs mü?” diye bir tartışma çıktıydı. böylesine yüksek, böylesine derin, böylesine bilimsel tartışma sonunda, bir genç, benimkinin kafasında bir şarap şişesi kırdıy*dı.
    faşist miydi? tam değil. demokrat mıydı? tam değil. kafası da, kokainle harap olmuş vücu*du gibi, yarımdı. onda tam olan bir şey vardı taranta - babu, şaşkın, zavallı ve kökü kurumuş bir ağaç gibi, soysuzlaşmış bir insan örneği olması. faşizme düşman geçinmiş, fakat gü*nün birinde el altından mahalle faşyosuna dilekçe vermişti.
    italyan faşizmin bu ikinci çeşit yazıcılarının neler yazdıklarını sana anlatabilmek için, onun bir şiirini buraya geçiriyorum.
    bu şiir, o yarı lokanta, yarı meyhanemsi yerdeki toplantılardan birinde okundu. o gece hepsi oradaydılar. yaşlı bir romancının onuruna bir şölen veriliyordu. benimki birden ayağa kalktı. sarhoştu. ağzının açılıp kapanışlarını bile kullanamıyordu. ortaya doğru bir iki adım attı:
    “size” dedi, “son kitabımdan, aklıma şöyle geliveren bir şiirimi okuyacağım.”
    ve elleriyle havada geniş çizgiler çizerek şu şiiri okumaya başladı:

    kör olmak

    kör olmak ne iyi şeydir,
    ne güzeldir sevmek karanlığı.
    ne yalın bir kılıç gibi bir ışık
    ne renklerin ağırlığı
    ve ne şekillerin kabalığı.
    ne güzeldir sevmek karanlığı.

    kör olmak ne iyi şeydir.
    kapalı gözleriniz
    çevrili içinize,
    kıyısında oturup bakarsınız
    içinizde dalgalanan denize.
    kapalı gözleriniz çevrili içinize.

    kör olmak ne iyi şeydir.
    körlerdir ki yalnız
    kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
    ne kimseye kendi gözlerinden verirler
    ne kimsenin gözlerinden alırlar.
    körlerdir ki yalnız
    kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
    ne güzeldir sevmek karanlığı.
    karanlık allah gibidir ve tek başınadır.
    karanlık ölüm gibidir
    rengi yok
    ahengi yok
    dengi yoktur karanlığın.
    dağıtın yanınızdan sopalarınızla
    karanlığın peygamberleri, körler,
    kalabalığı…
    kör olmak ne iyi şeydir
    ve ne güzeldir sevmek karanlığı…

    “bu ne biçim şiir?” deme taranta - babu. italyan yazıcılarının ikinci çeşidinden olanlar işte böyle şeyler yazıyorlar. oysa,

    “sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimi
    toprağı sürebilmeli
    pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
    dizlerine kadar
    bütün soruları sorabilmeli
    bütün ışıkları derebilmeli
    yol başlarında durabilmeli
    kilometre taşları gibi şiirlerimiz.
    yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
    çengelde tamtamlara vurabilmeli
    ve yeryüzünde tek esir yurt, tek esir insan
    gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
    malı mülkü, aklı fikri, canı, neyi varsa verebilmeli
    büyük hürriyete şiirlerimiz.”

    değil mi taranta - babu, öyle değilmi?
    bizim kokainman şiirini bitirince ne oldu, biliyor musun, benim taranta - babum? önce ada*mı çok çok alkışladılar. o da, saatlerce çalışıp beyaz bir duvarı renkli resimlerle doldurmuş bir nakkaş yorgunluğuyla, sallanarak yerine döndü. tam benim yanımdaki masada, onuruna şölen verilen yaşlı romancıyla modellerini baştan çıkartmaktan resim yapmaya vakit bulama*yan ressam oturuyordu. ressam, şiir biter bitmez, romancının kulağına eğildi, alaycı bir ses*le:
    “nasıl buldunuz?” dedi, “onun, bu şiiri bir fransız şairinden aşırdığı söyleniyor.”
    romancı birden bire cevap vermedi, düşündü. sonra:
    “bu şiiri okuyan, sizin en yakın dostunuzmuş, diye duydum,” dedi.
    ressam güldü:
    “dostluk, sapına birbirine düşman iki elin yapıştığı bir bıçağa benzer,” diye cevap verdi.
    ne yalan söyleyeyim, taranta - babu, ben bu dostluk tarifini anlamadım, hiç anlamadım. bu, yalnız faşist italya’da mı böyledir, yoksa bütün avrupa…
    0 ...
  16. 9.
  17. Taranta Babu’ya yedinci mektup.

    bilirim
    beş altıyı geçmez
    senin kafanın raflarında dizili
    kapalı şişeler gibi sorgular…
    sen ki kapkara cahilsin
    herhangi bir
    hukuku düvelprofesörü kadar…
    buna rağmen
    sana sorsam
    desem ki ben:
    -”keçilerimizin
    kıvırcık uzun
    tüyleri dökülüp,
    iki başlı memelerinden
    iki kol ışık gibi akan
    sütleri kesilirse;
    ve portakallarımız
    sönen birer güneş yavrusu gibi dallarında kuruyup,
    kemik ayaklarıyla kıtlık
    yerli bir kral gibi geçerse toprağımızdan”
    sen ne yaparsın?
    bana dersin ki sen:
    -“ilk ışıklarla ağarmaya başlayan
    yıldızlı bir gece gibi
    damla damla kaybederim boyamı,
    damla damla solarım…”
    bana dersin ki sen:
    -“bir afrika kadınına bu sorular sorulur mu hiç?
    kıtlık ölümdür bizim için
    bolluk sevin煔

    fakat ne hikmettir ki taranta - babu
    büsbütün tersine burada bul.
    bir öyle şaşılası
    dünya ki burası
    bollukla ölüyor,
    kıtlıkla yaşıyor.
    varoşlarda hasta, aç kurtlar gibi
    insanlar dolaşıyor
    ambarlar kilitli
    ambarlar buğdayla dolu…
    tezgahlar
    ipekli kumaşla dokuyabilir
    topraktan güneşe kadar giden yolu.
    insanlar yalın ayak
    insanlar çıplak…
    bir öyle şaşılası
    dünya ki burası,
    balıklar kahve içerken
    çocuklar süt bulamıyor.
    insanları sözle besliyorlar,
    domuzları patatesle…
    0 ...
  18. 10.
  19. Taranta Babu’ya sekizinci mektup.

    mussolini çok konuşuyor taranta - babu!
    tek başına
    yapayalnız
    karanlıklara
    bırakılmış bir çocuk gibi
    bağıra bağıra
    kendi sesiyle uyanarak,
    korkuyla tutuşup
    korkuyla yanarak
    durup dinlemeden konuşuyor.
    mussolini çok konuşuyor taranta - babu
    çok korktuğu için
    çok konuşuyor!
    1 ...
  20. 11.
  21. Taranta Babu’ya dokuzuncu mektup.

    not: bu dokuzuncu mektubun başında bir radyo makinasının fotoğrafı vardı.

    bugün aklıma
    yazısız ve çizgisiz
    bir resim geldi, taranta - babu!
    ve benim, birdenbire
    yüzünü değil,
    gözünü değil,
    senin sesini göresim geldi, taranta - babu;
    “mavi nil” gibi serin,
    yaralı bir kaplan gözü gibi derin
    sesini senin!

    not: bu dokuzuncu mektubun burasına bir gazeteden kesilmiş şöyle bir haber iliştirilmişti:
    markoni, il duçe’nin
    sadik neferi…
    markoni, gazetecilere: “ben şefim mussolini’nin emrine amedeyim,” demiştir. markoni, ilk tecrübeleri muvaffakıyetle neticelenen, habeşistan’da tatbik edilecek olan bir ölüm ışığı bulmuş*tur. bu ışık…

    havalara sesleri
    başı boş
    mavi kanatlı kuşlar gibi salan
    ve havalardan en güzel şarkıları
    olgun yemişler gibi toplıyan elleri, onun,
    yaprak
    kulluğunu karagömlekli benito’nun,
    boyanacak dirseklerine kadar
    kardeşlerimin kanıyla.
    ve habeş ovalarında öldürecek
    büyük bilgin markoni’yi,
    banka komerçiale’de aksiyoner
    mülti milyoner
    kont markoni.
    0 ...
  22. 12.
  23. Taranta Babu’ya onuncu mektup.

    not: bu onuncu mektubun başına, yine gazetelerden kesilmiş şöyle bir telgraf haberi iliştirilmişti:
    . . . italyan kuvvetlerinin habeşistan’da harekete geçmeleri için yağmur mevsiminin bitmesi ve baharın gelmesi bekleniyor…

    ne tuhaf şey taranta - babu;
    bizi kendi topraklarımızda öldürmek için
    kendi topraklarımızın
    baharını bekliyorlar.

    ne tuhaf şey taranta - babu;
    belki bu yıl afrika’da
    yağmurların dinişi,
    renklerin, kokuların
    gökten yere bir şarkı gibi inişi
    ve güneşin altında ıslak toprağımızın
    derisi tunç yaldızlı gallalı bir kadın gibi gerinişi,
    bize senin
    memelerin
    gibi tatlı yemişlerle beraber
    ölümü getirecek.
    ne tuhaf şey taranta - babu!
    kapımızdan içeri ölüm
    kolonyal şapkasına
    bir bahar çiçeği takıp girecek…
    0 ...
  24. 13.
  25. Taranta Babu’ya on birinci mektup.

    bu gece
    il duçe
    binerek bir kır ata
    aedromda söyledi söylev
    500 pilota…
    söylev bitti.
    onlar yarın
    afrika’ya gidecekler;
    o bu gece
    sarayında salçalı makarna yemeğe gitti…
    0 ...
  26. 14.
  27. taranta babu’ya on ikinci mektup.

    geliyorlar taranta - babu,
    seni öldürmeye geliyorlar.
    karnını deşip
    bağırsaklarının
    kumun üstünde aç yılanlar gibi kıvrandıklarını
    görmeye geliyorlar.

    seni öldürmeye geliyorlar taranta - babu,
    seni
    ve keçilerini.
    oysa ki ne onlar seni tanır
    ne onları sen…
    ve ne keçilerin atlamıştır
    onların çitlerinden.

    geliyorlar taranta - babu.
    kimi napoli’den
    tirol’den kimi.
    kimi doyulmamış bir bakıştan
    yumuşak
    ve sıcak
    bir elden kimi…
    onları ordu ordu
    tabur tabur
    bölük bölük
    fakat teker teker
    düğüne götürür gibi
    üç denizden aşırıp
    ölüme getirdi gemiler…

    geliyorlar taranta - babu,
    geliyorlar içinden bir yangın alevinin.
    ve bayraklarını dikip
    samandan damına
    senin toprak evinin,
    gelenler
    geri dönseler bile eğer,
    kanlı kesik sağ kolunu somali’den bırakan
    torinolu tornacı artık
    çelik çubukları ipek gibi öremeyecek…
    ve kör gözleriyle bir daha
    sicilyalı balıkçı
    denizlerin ışığını göremeyecek.

    geliyorlar taranta - babu.
    bu ölmeye ve öldürmeye gönderilenler
    kanlı sargılarına birer birer
    teneke haçlar takıp döndükleri gün,
    büyük ve adil roma’da
    hisse senetleriyle aksiyonlar yükselecek,
    ve gidenlerin ardından
    yeni efendilerimiz
    ölülerimizi soymaya gelecek…
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük