tapınma sadece ilahi güçlerle sınırlandırılamayacak kadar güçlü bir duygu için görevlendirilmiş basit bir kelimedir.
tapınmanın ihtiyacı ise bir başka güçlü olgu olan egonun kendini tamamlama ihtiyacından gelmektedir. kendimizde eksik gördüğümüz her şeyi, yani egomuzu rahatsız eden adı konulmuş ya da konulamamış tüm kusurlarımızı tapınacak bir karakter, cisim, konsey ya da en kaba haliyle zihnimizde ya da fiziken sembolleştirebileceğimiz bir tapınacak şey yaratarak kapatmaya çalışırız.
kaba örneklerle, kendi kendimize kabul edemediğimiz cesaret eksikliğimizi kapatması için bizden daha önce yaşamış, onurlu mücadele kahramanlarımız vardır. o kahramanlar en büyük erdemlere sahiplerdir ve bizim için savaşmışlardır. onlar bizim için cesaretlidir, liderdir. tartışılmazlar. tartışanlar bizden olmayanlardır.
insan olarak doğar doğmaz boşluğa doğarız. bir at doğduğunda kişnemesini bilir. kaz doğar doğmaz yüzmesini bilir. insan hariç tüm hayvanlar düşünmek yerine içgüdü temelli yaşadıkları için toplu bilinçaltlarında nasıl kendin olunur sorusunun cevabı vardır. biz her birimiz düşünebildiğimiz için karakteriz. * ama daha dünyaya geldiğimiz ilk saniyeden beri hissettiğimiz o kendini bilmemezlik egomuzu sarsar. yok eder. bir amacımız yoktur ve hemen bir amaç bulunması gerekir. tanrıya tapınma, para kazanıp sistemin eğlencelerinden haz alma ya da kafanın içindeki ideal dünyanın en iyisi olacağına emin olup, sana tapacak kitleleri peşinden sürükleyerek bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kendine tapma.
her insanın egosundaki açıklığın farklı olmasından dolayı her insan farklı bir şeye tapar ve bu da kaçınılmaz bir şekilde milyarlarca bizden olmayanlar yaratır. bu yüzden tapınmak en büyük vebadır. bu yüzden kahramanlar, tanrılar, para artık adını siz koyun en zararlı mikroplardır.
insanoğlunun var olduğundan bu yana doğa karşısında kendi güçsüzlüğünü, çaresizliğini ve zavallılığını anlayarak adeta kendi varlık manasını ve sorumluluğunu yine kendi yarattığı mutlak güce indirgemek istemesi sonucu oluşan ihtiyaçtır. yalnızca bu da değil, her şeyin üstündeki mutlak otorite olan bir şeyin var olması ve insanın da buna inanması onu maneviyat olarak rahatlattığı gibi huzur ve umut anlamında da artı değer kazandırır.
özündeki tanrı parçacığından dolayı her insanda bulunan arzudur. kimileri tanrıyı inkar etse de totemlere tapınmaya kalkar gördüğüme inanırım mantığıyla. ama yaptığı içindeki geldiği yere öz saygısının karşı konulamaz hizmetidir.
dünyada yaşayan bütün eski medeniyetlerin içinde taşıdığı inanma ve inandığı değere saygı gösterme güdüsüdür...
ilk insan olduğu inanılan adem yaklaşık 1000 sene yaşadıktan sonra ölmüş ve yaşadığı toplum ademin ölümünü önce kabul etmekte zorlanmış sonrasında da onun hatırasını devamlı olarak yaşatmak için onun suretine benzeyen heykeller yapmaya başlamışlar ve kendi yaptıkları esere aşık olup ona kutsallık addetmişler ve sonucunda atamız deyip heykeline tapınmaya başlamışlardır. işte insanoğlunun kendi yaptığı birşeye kendisi tapması ve bunu binlerce yıla yaymasının başlangıcı yapılan adem heykelidir. sonrasında bu heykeller çeşitlenmeye başlamış ve değişik isimlerde anılarak tapınma ayinleri devam ede gelmiştir.
dünya medeniyetlerinin bazıları aya, güneşe, ateşe tapmayı sürdürürken ortadoğu halklarının büyük bir çoğunluğu atalarından miras gelen heykellere tapınmayı sürdürmüşlerdir. aslında tapındıkları şeyi günümüzde sadece kuru taşlar, anlamı olmayan ritüeller olarak görsek de o dönemin insanlarının gözünde güç simgeleriydiler. adaklar, kutsamalar, canlı hayvan ve insan kurban etmeler değer verdikleri gücü memnun etmek içindi şüphesiz. bugün bile hala türbelerden medet umuyor çoğumuz. denizi yaran ve firavunun zulmünden kurtaran musanın rabbi peygamberi aracılığıyla put tapıcılığını yasaklamış musa başlarında olduğu sürece de bu adetlerinden uzak kalmışlardır. lakin musa peygamber toplumunu kısa bir süreliğine terkedeince tekrar içlerinde yaşattıkları garip inanç sistemi harekete geçmiş ve altından bir hayvan tasviri yapıp ona tapmaya başlamışlardır tekrardan. başlarına bıraktığı heron(harun) yeterli otoriteyi kuramadığı için halkına söz dinletemeyerek halkının bu inanç içgüdülerine karşı koyamamıştı. insan eliyle tuttuğu gözüyle gördüğü şeye dayanmak, yaslanmak ve inanmak isterdi tabi. ibrahim peygamber de günde bir ilah değiştirmemiş miydi bu yüzden?
son peygamber hz. muhammed'te bu sapkın inançla savaşmış sonunda kazanarak arap dünyasındaki lat, menat ve uzza'ları makamlarında yani kabedeki hakimiyetlerini bitirmişti. ama artık yeni bir tapınma perspektifi geliştirmişti muhammedin rabbi. o da namazdı...
insan fıtratındaki tapınma ihtiyacını köreltmek için emretmişti rab bunu. günde beş vakit belirli zamanlarda bu tapınma ayinini farz kılmıştı. kendi resminin de yapılmasını istememişti son peygamber. çünkü namaz kılarken içlerinde bulunan görmeli kutsama halinin yeniden hortlamasından korkmuş ve bu sefer resmine tapınmalarından ve resmine secde etmelerinden korkmuş ve resmini yaptırtmamıştır.
şimdiki zamanın inançsızlık batağına saplanan materyalist insanlarında bu tapınma hissiyatı yok olmak üzeredir. tabi bunda sosyo ekonomik nedenler de baş gösteriyor. çünkü daha çok zenginleşen insanlar görünmeyen bir varlığa sığınmaktansa paraya sığınmaktadırlar artık. bu durumdan bütün dinlerin üst temsilcisi olan kişiler de şikayetçidirler. hatırlayınız 11 eylül sonrası kiliseler dolup taşmış ve mensubiyetin hararetini çoğaltmak için karşı dinlere mensup insanları hor görüp çeşitli yakışıksız sıfatlar(terörist, bağnaz) gibi kullanmışlardı. öyle ya tarihteki savaşların çoğu dinler yüzünden meydana gelmişti. 2. dünya savaşı sonrası bu çekişme yerini ekonomik çekişmeye bıraktığı için din fanatizmi körelmiş ve sinmişti. küllenen ateşi bazen her iki taraf da(fanatik katolikler ve islami teröristler) zaman zaman canlandırmaya çalışsa da modern insan soğuk kanlı davranmışmıştır...
neticede din bir sığınmadır. ne zaman dara düşsek kendi tanrılarımıza yalvarırız. diğer zamanlarda da aklımıza bile gelmez kendi yarattığımız kutsallar. çünkü inanma hissiyatı bile maddileşmiştir artık...