Birşeyin varlığını beş duyu organıyla, bilimsel yaklaşımla kabul eden kişilerce doğru olan tespittir.
Peygamberlerin bile gerçekten yaşayıp yaşamadıkları bile tam olarak kesin değildir.
Yedi kuşak önceki akrabasını bile tanıyamazken; onların bile öncesindeki bir zamanda
neler yaşandığını sanki görmüşcesine anlatan adamlara nasıl güvenmişler, şaşıyorum.
kutsal kitapların peygamberlerin ölümlerinden çok daha sonra kaleme alındığına göre.
Aslında ben bunların hiçbirine kafa yormam. Dikkatinizi tek bir noktaya çekeyim sadece.
Tanrının yok diyen kişi; tüm hayatını kendi emeğinle kurmaya çalışır.
Tanrı yok diyen kişinin; başına gelen kötülük karşısında suçlıcağı bir tanrısı da yoktur.
işte bu gerçekten hem rahatsız edici, hem de fazla enerji isteyen iştir.
O halde daha kolayına kaçıp;
bütün isteklerimizi dilekçe halinde tanrıya gönderebiliriz.
isteklerimiz olmayınca küseceğimiz,
başımıza bela gelince suçlayabileceğimiz bir tanrımız olması daha hoş olur.
Böylece hem vicdanen rahat; hem de az enerjiyle mutlu mesut yaşarız.
kanıtlanmadığı sürece aksi geçerli olan kişilerin anlayamadığı kavramdır.
ayrıca aksini savunanların çoğunun aklından "allah"ın geçtiğine eminim. sanki eğer bir tanrı olacak olsaydı illaki tek tanrı allah olacaktı gibi. eğer bir tanrı olsaydı bile sonsuz sayıda tanrı olasılığından sadece bir tanesi allah olurdu ve %100'e çok yakın bir ihtimal gene cennet'e falan gidemezdiniz. neyse ki öyle bir durum yok, rahat olun.
gerçek var mıdır yok mudur? sorusunu akla getiren öngörüdür. Bireye nasıl gerçekliliği açıklayamazsan, tanrı nın olduğunu da açıklayamazsın. Maneviyattan öteye geçmemektedir tüm bunlar. insan her zaman tutunacak bir dal aramak zorundadır. Bulamazsa, o insan çöker, yaşamanın anlamı yitip biter. bir kısım "beni yaratan tanrı bu kadar egoist olamaz" teziyle yola çıkar, bir kısım "tanrı için yaşıyoruz" teziyle hayatına devam eder. kimse kimseye bu "gerçeği" anlatmakla yükümlü değildir. yaklaşık her birey doğumundan yetmiş yıllık süre zarfından sonra esas "gerçeği" görecektir. kasmaya gerek olmadığı kanaatindeyim.
beş bin yıldan sonra medeniyetimizin aciz kaldığı noktalardan birisi de budur. insanlık hala uhreviyatın arkasında sağlam kapılar ve somutluklar arama peşinde heder olup gitmektedir. aklın-bilimin ve mantığın gösterdiği yolda elbette bu hastalıklı durum da bir gün son bulacaktır biz görür müyüz kim bilir? freud bu durumu bir çeşit "obsesyon" olarak nitelendirir işin teknik kısmı civcivli ancak bana öyle geliyor ki bu durum "kültürel alışkanlık" halini çoktan almıştır.
günümüzde hala çoğu insanın bu "obsesyonda" olmasının temel nedeni ise evrimin zihinsel basamağının henüz "yeterli" seviyeye gelmemiş olmasında da olabilir (kim bilir?) bilindiği üzre homo sapiense kadar homo habilis olsun homoerectus olsun her kademe de beyin ölçüsü değişiklik göstermekte bu değişikliğe nazaran zihinsel gelişim de kendini belli etmektedir.
bu durumu aslında eleştirmekten ziyade tahlil etmeliyiz, dışarıdan bakabilmek adına insanlığı gözlemleyip kendimizi de bu duruma dahil ederek duyguları düşünceleri işin içine katmalıyız. misal; ego "insanın yaratılmış olması" misal yoksunluk "insanın kendisinden daha üstün tutunacak bir dal araması" misal anlam "insanın bir anlam ihtiyacında olması" işte bu ve bunun gibi durumların sonucunda ve "ilkel toplulukların" da aşikar durumları göz önüne alındığında aslında tanrı fikrinin çok da saçma olmayacağını görebiliriz. fakat saçmalık şuradadir ki insanlık günümüzde bile bu "düşünceye" itibar etmektedir. işte asıl sorun buradadır ve bunu bir şekilde artık farkına varmalıyız.